31 Aralık 2010 Cuma

bizim evde yılbaşı.

Ağacımızın adı "derya baykal ağacı" . Zira fazlasıyla renkli.

IMG_8671

Bu çikolatalar gerçekten lezzetli, hem de ağaca süs olarak asabiliyorsunuz.

chocolate!

Heeer sene yeni süsler alırız.

chocolate!


Bu melekler tabii ki; annem , bahar ve ben:)
angels
çok süsümüz olduğunu söyleyebiliriz..

IMG_8593

mutlu olun.sağlıklı olun.

Fotolar e by Bahar.

Ne sandınız??

Top 10.

2010 TOP 10 GEZDİKLERİM-GÖRDÜKLERİM
(10 Yerden 9’unu ilk defa gördüm, 2011 ‘den de umutluyum)

1-)İstanbul
2-)Roma
3-)Firenze
4-)Bodrum-gümüşlük
5-)Adrasan
6-)Çıralı
7-)Pisa
8-)Olimpos
9-)Kırşehir
10-)Düzce

2010 TOP 10 FİLMLERİM

1-)Soul Kitchen
2-)İdentity
3-)Başka dilde aşk
4-)Nine
5-)İki Dil Bir Bavul
6-)My Lovely Bones
7-)Av Mevsimi
8-)Little Miss Sunshine
9-)An Education
10-)Sherlock Holmes

2010 TOP 10 KİTAPLARIM

1-)Sahilde Kafka- Haruki Murakami
2-)Çavdar Tarlasındaki Çocuklar-Salinger
3-)Muhteşem Gatsby-Fitzgerald
4-)İmkansızın Şarkısı-Haruki Murakami
5-)Bab-ı Esrar-Ahmet Ümit
6-)Sırça Fanus-Plath
7-)Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında-Haruki Murakami
8-)Tersi ve Yüzü-Camus
9-)İş İşten Geçti-Sartre
10-)Birbirimize Söylemediğimiz Onca Şey-Levy

30 Aralık 2010 Perşembe

bir mektup.

Sana yazıyorum bu mektubu.

Bir veda diyebilirsin, belki de bir teşekkür, ya da senin ve benim muhasebem. Orası sana kalmış.
Başlarken çok umutluydum ben. Çok hevesli, heyecanlı.. Her başlangıç öyle değil midir zaten? Hep bir şeylere başlarken, geçmişi unutmaya ya da temize çekmeye çalışmıyor muyuz?

Daha önce yaptığım hataları yapmamaya, yapamadıklarımı, ertelediklerimi seninle yaşamaya ama ne olursa olsun senine çok mutlu olmaya, seni hep hatırlamaya kararlıydım. Sana ve bana dair mavi bir molesikinim bile vardı, içine beklentilerimi, istediklerimi yazdığım.Nedense diğerlerine nispeten senden daha çok şey umdum.

O hayalleri kurarak senin omuzlarına ağır yükler bindirdiysem özür dilerim, ama sadece istedim. Sen bazılarını yaşamamı sağladın, yardım ettin, bazılarını sanırım duyamadın, görmedin, ya da görmezden geldin. Yine de listeden epeyce eksilen oldu, teşekkür ederim.

Ben çok mutlu oldum seninle, bol bol denize girdim, yeni yerler gördüm, çok lezzetli yemekler yedim, harika şarkılar dinledim, belki hiç okumadığım kadar okudum, sana ve bana dair o deftere, kitapların, filmlerin notlarını düştüm, yeni şehirlerimizi yazdım, anlattım, tiyatroya, operaya bile gittim, güzel rüyalar gördüm, kahkahalarla güldüm, harika hediyeler aldım senden.
Yüksek lisansa da başladım. Listenin ilk sırasındaydı. Oldu.

Ve daha bir sürü şey. Seninleyken tüm sevdiklerimde benimleydi, sağlıklı ve mutluyduk.. Kötü şeyler de olmadı değil ama bir veda konuşmasında sen de bilirsin ki sadece güzel şeyler söylenir..

Ve ayrılıklarda da sadece güzel şeyler hatırlanır..

Seni özlemeyeceğim çünkü sen giderken arkanda bana yeni bir moleskine, yazılacak notlar ve yeni hayaller bırakıyorsun.

Bu da senin ve benim muhasebem, benim sana vedam, teşekkürüm olsun! Görüşemeyiz ama hoşça kal 2010..

29 Aralık 2010 Çarşamba

küçük el.

Yaş 5-6. Anaokuluna başlamışım. Hem de Mehmet ile birlikte. Hoş Mehmet hiç gelmiyormuş, o ayrı konu. Öğlenciymişim. Bahar varmış. Beni okuldan almak bazen zormuş. Böyle minik bir servis varmış benim gibi, rengi turuncu, ben eve onla dönermişim. O zamanlar servislerde, inmene binmene yardım eden ablalar da yokmuş. Bir gün şoför amca beni indirirken , parmağım o turuncu vosvosun sürgülü kapısına sıkışmış. Ellerim küçükmüş. Tırnağım mosmor olmuş. Sonra düşmüş o tırnak. Annem bir daha beni hiç servise bindirmemiş, hep biri gelip almış beni okuldan. Şimdi baş parmağım, masamla sandalyemin arasına nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde sıkışıp , canım acıyınca aklıma bunlar gelmiş, içimdense minik merveye sarılmak. merve bugün bir duygusalmış, neye üzüldüğünü bile bilmeden, bir şeye üzgünmüş, allah hayırlara getirsinmiş. ben vosvosları hiç sevmem.

28 Aralık 2010 Salı

günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali..

2010'un son salısı. Salı dediğin sallanmalı ki, belki ben de ondan ötürü sallana sallana gelmişimdir işe. Hasta olmamaya çalışa çalışa. 2010 hayallerinin hepsi tamam değil, ama yazmak işe yarıyor.
Mesela Bahar Hanımla spor yapmak amacıyla adım attık. Yılın son haftası da olsa, mahalle arasında olsa da:))Tabii Baharla orada görevli hanımefendinin konuşmasından bahsetmeden olmaz.Bahar:Etkisini ne zaman görürüz acaba?Kadın:Ne etkisi?O esnada Bahar içinden:Kelebek etkisi!Bahar dışından:Yani ne zaman zayıflarız falan?Kadın:E siz zayıfsınız zaten.Bahar:Egöbeğimiz var ama.Kadın: Göbek Allahın emri!Bahar içinden:Şok Şok Şok.Bahar eve giderken: Merve kadın da bi tombikti, kelin merhemi olsa...
Hedeflerim arasında 2010'da örgü örmeyi öğrenmek de vardı.

Lütfen gülmeyin, evet ben örgü örmeyi bilmiyorum ve lütfen yine gülmeyin; evet ben de hepiniz gibi yeni bir dil öğrenmek, başka bir ülke görmek gibi amaçlara da sahibim ama teoride ufak çaplı gibi görünen fakat pratikte beni yeni bir dil öğrenmek kadar zorlayan, herkesin yapabildiği ama benim yapamadığım ulvi gayelerim de var.Örgü örmek de bunlardan biridir.
Dünyanın en sabırlı annesi, bana bunu öğretememiş, her şeyi örebilen Babannem, sen çok akıllı bir kızsın aman bunu da bilmeyiver diyerek bana örgü öğretmekten vazgeçmiştir.Ama sonunda Yargıtay dönüşü uğradığım Erdoğan Düğme'den , sırf diğerlerinden farklı bir renk diye aldığım, kolum kadar kalın şişlerle önce ofis ortamında alay konusu olsam da, Aynur Hanım'ın öğretme azmi neticesinde ben artık ÖREBİLİYORUM!Tamam fotoğraftaki kadar klas görünmüyorum örgü örerken, hatta bir şeyi deşiyormuşum gibi bir havam da yok değil ama olsunnn!Örebiliyorummmm:))

Şimdi masamda Kürşad'ın aldığı moleskineler.. Yazmak lazım, daha çok yazmak..

18 Aralık 2010 Cumartesi

fly.


Bu kadar yükseğe uçma bence dedi, kanatlarını da bu kadar hızlı hızlı çarpma.
Gaganla didikleme şu kafamı.
İyi de insan kuş olunca nasıl uçmazdı, nasıl çırpılmazdı kanatlar..
Sonunda yokmuş gibi görünen bir cama çarpmak da olsa, ya da bir kırıntının peşindeyken hızını alamamak..
Kuşsan hakkını vermek lazım diye düşündü.

17 Aralık 2010 Cuma

bir bahar var benim hayatımda.


Bir Bahar var benim hayatımda..

"Mervee , buldum gelinliğimi sana gönderiyorum" diye bana mesaj atan!

Çok beğendiysen birini de sana verebilirim diyen!


"Yok ben istemem, siyahını yaptırır, senin düğününe giyerim" dediğimde,

bana,"yasta mısın" diye soran,

"Yok sadece şişmanım" dediğim bir Baharım var.

15 Aralık 2010 Çarşamba

İstanbul güzeldi, İstanbul hep güzel, İstanbul bir gün bile olsa..



Hep bir hareket, hep bir canlılık, belki de benim şehrimde bu kadar kalabalık olmadığımızdan mı? Sahi benim şehrim demişken, burası mı benim şehrim?
Ama istanbul’da kitap da aldık, Kadıköy çarşıdan geçerken çalan müzik kulağımıza takıldı, cdsini de bahara aldık, ona beyaz fırından un kurabiyesi aldık..
Hava çok soğuktu sanki, ama iskelenin orada oturmuş, akşam istanbulu’na karşı çay içerken hiç üşümedik, e vapurda da üşümedik, İstanbul soğuk ama üşümeye vakit yok..
Hani sırf biraz daha orda kalayım diye, eve geç gelmişsem de, siyah yerine bugün aceleden lacivert çorap giymişsem de olabilir bunlar, olmalı.
İstanbul çünkü , biraz ondan ve biraz bundan, sevdiğim her yer gibi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

bizi izlemeye devam edin..


Mutfakta2Kişi'nin artık facebookta bir sayfası var.

Bizi beğenin, sevin.

10 Aralık 2010 Cuma

haftasonu yaşamak için hafta içi çalış?

Dün, ders çıkışı her olmaz bir anda oldu, özlemin 4 kişilik arabasının, arka koltukları kar lastikleriyle doluydu, Nihan ve beni ders çıkışı şehre kadar indirme nezaketini gösteren İrem Hanım derse gelmemişti, yağmur yağıyordu, her gün çantamda duran şemsiyem yoktu, babet giymiştim ( bunu olmaz olarak değerlendirmek saçma aslında), durakta ne dolmuş ne de otobüs vardı.. diye bu liste uzaar gider.. ve biz 3 kişi, 4 lastik, bir mini cooper bilmecesiydik, komikti..
Yine de hayat, olmazlarla tatsız tesadüfleri bir araya getirse de, akşam evin bahçesinden girdiğimde beni karşılayan bir yeni dünya ağacımız var, Aralık ayında şaşkın şaşkın açan. Şu internette kokuları iletebilme şansım olsa, ilk onu yüklerdim sanırım, ne demek istediğimi anlardınız siz de..
Uzun uzun çalan telefonlarımda karşıdaki ses ya hukuksal bir konu danışıyor bana ya da yemek tarifi istiyor, hayatım çok mu uçlarda? Adliye asansöründe ben sesimi sonuna kadar kısmış, mırmır kurabiye tarifi verirken, karşımdaki avukatın bana bakışı görülmeye değerdi.. Yok ama ben anlatmayı seviyorum, arayın siz ben her ortamda bildiğim yemeğin tarifini veririm:)
Ki şu yazıyı yazarken bile bir Didem'e tavuk tarifi ve bir Efeye takip önerisi başarıyla verilmiştir:)
Ve beklenen haftasonu da geliyor mu ne? Kar yağışlı deniyor.. Sevinenler?
Üzgünüm ama ben sizden değilim, küresel ısınmanın en güzel yanı şu güzel Aralık ayıydı farkında değil misiniz?
Ben ince giyinirim, ben kendimi korumam ve üşürüm..
Mutluyum, geçmesin, salı günü İstanbul'a kavuşuyorum... bir güncük de olsa..
Sadece pinhani dinlemekten sıkılmıyorum.. İlginç..
Bahar beni sabah pembe bornozumla, cemyılmazın haydesi eşliğinde, horon teperken görmüş , sabah giydiğim kıyafeti "october fest de bira satan kadınlara benzedim" diye nitelendirdiğimi duymuş ve beni bunları ele güne anlatmakla tehdit etmiş olabilir ama ondan korkmuyorum. Ben kendimle dalga geçebilirim, siz geçmeyin.
Saçma sapan yazı burada bitti.

9 Aralık 2010 Perşembe

Kalp.

Stajyerimiz bize bir kutu kurabiye getirmiş, hepsi çiçek şeklinde... Kurabiyeler yendi yendi, neredeyse sonuna gelindi ve benim kutuya elimi atmamla karşıma bu minik kalp çıktı.
Nedense ellerimde fotoğrafta olduğundan biçimsiz çıktı..
İdare ediN:)

8 Aralık 2010 Çarşamba

dear santa, this year i'd like...

İki alışveriş delisi bir alışveriş merkezinde gezmektedirler.
Delilerden biri bir ayakkabı beğenir, öteki “aaaaa bunu ben sana almak istiyorum, yılbaşı hediyem olarak” der, öbürü “yılbaşına daha çok var, yaa yoo” der, almazlar..

Delilerden biraz önce ayakkabı hediye almaya niyetleneni, bir pantolon beğenmiştir, öbürü der ki "gel alalım onu", ama bu sefer de o “yoo yoo” der, “yılbaşına daha çook var”..

Bir an oturur yılbaşına kaç gün kaldığını hesaplarlar..
Sonra delillerden en deli olanı “ ya ama baksana christmas is everywhereee” bile der..

Yine bir ara, yılbaşı hediyelerimizi bugün alalım, ama o gün de ufak bir şey alalım derler de derler..

E deliler..

Neyse netice de bir şey almadan gezilerini tamamlarlar..

Allah bu ikisinin yardımcısı olsun..

7 Aralık 2010 Salı

win/win

5 yılı geçmiş. Ben bu binayı 5 yılda kaç kez arşınlamışım?
Bazen durduğumdan daha dik durmaya çalışmışım, bazen gözlerim dolmuş, japon animeleri gibi titrek tirek bakarken, başımı yukarı kaldırmışım, biraz geri atmışım, pıt pıt düşmesin diye yaşlar. Üzülmüşüm, sonraları görmezden gelmek istemişim. Görmüşüm de delete tuşuna basmışım hızlıca. Bazen görüntüler çöp kutusunda kalmış, bazen shift+delete yapmışım, belki de format atmışım.
Bazen hiç tanımadığım insanlarla gülmüşüm. Haline, halimize gülmüşüm.
Sevinmişim, sevinçten havalara uçup, üzerime bir mont bile almadan buz gibi soğuğa çıkmışım, sonra bazen de yıkılmışım, koridordaki oturulacak yere cidden yığılıp kalmışım.
Defterlerimi bırakmışım oralarda, bulmuşlar, beni aramışlar.Çocukları sevmişim, yaşlıların koluna girmişim. Asansörle 4. kattan boşluğa düşmüşüm. Defalarca kalmışım asansörde, bir kere ben içerdeyken silahlar bile patlamış, korkmuşum. Bir kere yaşlı bir amcanın başı yarılmış, benim üstüm kan olmuş. Bomba ihbarı olmuş, içeride kalmışım, biber gazı sıkmışlar alerjim tavan yapmış.
Arkadaşlarımı görmüşüm, öğretmenlerimi, boşanma davasında karşılaşmışım biriyle, gözlerini kaçırmış..
Fareler görmüşüm, kelepçeler, silahlar, askerler..
5 yıl olmuş, büyümüş müyüm?

5 Aralık 2010 Pazar

yarın ankara'da en yüksek hava sıcaklığı 8 derece/çok bulutlu

Ne yazayım ki şimdi?
Günlerdir ve de günlerdir italya maceramı anlatamadım, fotoğraf ekleyemedim, evdeki bir bilgisayar foto eklerken takılıyor, diğerinden internet çekmiyor, facebooktan eklesem bit kadar oluyor desem başınız şişer..
Saçlarımı azıcık kestirdim desem bir işinize yaramaz..
Dün gece Bahar'la öylesine tv seyrederken, bir yarışma programına denk geldik, (ki Bahrar 40 dakika bu bir dizinin içinde bir bölümdür, bak sunucu kılıklı adam da oyuncu zaten, bu insanlar gerçek değil diyip durdu), o esnada tipini anlatmakta güçlük çekeceğim, edebiyat fakültesi mezunu olduğunu söyleyen ve yine edebiyat alanında master yaptığını ve hedefinin de yine ve yine bu alanda doktora yapmak olduğunu beyan eden bir yarışmacı ablamız, ki kafasında tüylü tuhaf da bir tacı vardı, koltuk sevdası isimli yarışmada, kendisine yöneltilen "büyük anne senin ağzın neden bu kadar büyük" repliği hangi masalda geçer sorusuna KURT TEYZE diyerek bizi bizden aldı desek, bilmem o andaki hislerimizi anlar mısınız?
Ya da ben en iyisi size av mevsimine gittim, 5'de girdim, 8'de çıktım, biraz uzun geldi, ama hiç sıkılmadım, çok beğendim dersem, belki gider siz de izlersiniz..
Havalar soğuyacak arkadaşlar, allah yardımcımız olsun..

22 Kasım 2010 Pazartesi

italya'dan merve gelmiş..


*İtalya hakkında doğru sandığınız 5 yanlış

*Firenze, En iyi Alışveriş sırları

*İtalya ve Erkek

*Doğru Poz verme Tüyoları

*Roma'da ne giydim?

*Gözde semtler

*Yeni diyet trendi: İtalya'da ne bulursan ye!


ve daha nice başlıklar..


çok yakında BURADA!

15 Kasım 2010 Pazartesi

yalan değil.


Cumartesiye sabahın köründe başladım.
Cumartesi öğlene doğru Ulus’ta, dükkandaydım.
Cumartesi akşamüzeri, gümüş ustalarımızı ziyaret sonrası Kürşad’la buluştum.
Cumartesi akşam Kıtır’da açık havada kumpir yedim.
D&R ‘da bahçesinde türk kahvesi içtim, Kürşad cheescake yedi ve seninki daha güzel dedi.
Sonra içeri girdik. Ben Vedat Milor’un kitabından not almak isterken, kibar bir şekilde uyarıldım.
Kitabı elime alıp, karşı koltukta oturan Kürşa’da kodlayarak, birkaç mekan not ettik.
Birden canımız sushi çekti(???), sushico’da sushi yedik.
Bir şey bana alerji yaptı ve bütün gece dudaklarım yandı.
Cumartesi gecesi Selma, Altuğ, Utku ve Kürşad ile biende devam etti.
Bir ara çılgınlar gibi dans etmiş olabiliriz.
Pazar sabahı Teyzem’le kahvaltı sonrası evdeydim.Akşam 8’de iş arkadaşlarımla tiyatroya gideceğimi sanırken, oyunun saat 3’de olduğunu fark ettim.
Bunu fark ettiğimde saat 5’di.
İş arkadaşlarım gitmiş ben kaçırmışım sandım lakin onlarda 8’de sanıyorlarmış.
Akşam evde “hep birlikte” çok güzel bir yemek yedik.
Büşra, Mehmet ile hasret giderdik.
Ben biraz valiz hazırladım.
Gece çok geç yattım.
Bugün işe geldim.
Yarın Roma’yı yakacağım.
Bayramınız kutlu olsun.


*küçükken bir komşumuz evinde ceylan beslerdi.

11 Kasım 2010 Perşembe

başıma güneş geçti.


Güneşli günlerden bildiriyorum.

Evet bu havalar beni kendime getirdi, dertlerimi, tasalarımı unutturdu. En azından önümüzdeki soğuklara kadar! Her sabah Babam'ın evi neşeyle terk ediş sesleriyle uyanıyoruz, bu aralar gevezedeki gay'i taklit ederek, "naaaaaaaaydııın" diyor genelde, (günaydın manasında) ve ben babamdaki enerjinin 1/10'u bende olsa dünyayı kurtarabileceğime inanıyorum.

Yine arada bir sabahları Bahar'la gidiyoruz işe, o her gün itinayla, ani doğumlar için evde bulundurduğu fotoğraf makinesini almayı unutuyor, "bak işte" diyoruz "her gün aynı". Ama bazen günlerin aynı olması da güzel bir şey, hayat insana bunu da öğretiyor.

Akşamları Roma'da hava nasılmışa bakıyoruz, Bahar'a "bence bunları ya da şunları götür yanında" dediğimde, "bana anlatma bunları, yaz bir kağıda ver" diyor. Kendisi gerçekten de komedi bir insan ve de despot! "Şu çizmelerin iyi olur bence" dediğimde "orada hava bir sıcak olsun, o çizmeleri sana giydiririm" gibi çıkışları da yok değil! (Kendisi sanırım miami'ye gideceğimizi düşünüyor) Ben bunları Anneme anlattığımdaysa beni, hayatta en sevdiğim şeyin kendisinin dedikodusunu yapmak olduğuyla suçluyor.
Onun dışında haftada iki gün, akşamları dersim var, güzel geçiyor. Belli kaygılar olmadan bir şeyleri öğrenmeye çalışmak gerçekten keyifli, tabii sınavlar başlayınca kaygılarım da hortlar elbet!
İki günde biten, Haruki Murakami kitabım, "sınırın güneyinde/güneşin batısında" tüm Murakami severlere önerilir!
Şimdilerde, bana bahsettiğim kitapla birlikte 1984'ü alan ama 1984'e el koyan Kürşad'ın dönüşünü bekliyorum. Kitapları değiş tokuş etmek için!

Güneş biraz daha bizimle kalsın..
Öperim.
Şarkı da benden olsun.

5 Kasım 2010 Cuma

the day i like you.

Bugün Cuma.
Şu an sakin ve güneşli ofisimizde La Paloma çalıyor. Bu romantik ortamı Demet Hanım’ın telefonu bozmadı dersem masal olur, yalan olur.
Yapılacak çok iş var, ama ben size bu satırları yazabilecek kadar şuursuzum.
Bu hafta bir çok kere ne var ne yok yazıları yazmaya niyetlendim, bazen limonlu cheescakeimi anlatmak istedim, bazen yeni kırmızı ece ajandımı, sonra yüksek lisansı, geek gözlüğü almak istediğimi, ya da izleyemediğim dizileri, ama gerisini getiremedim.
Kasım ayıyla bana tuhaf bir huzur gelmiş olabilir, ben huzursuzken yazabiliyor olabilirim.
Olmaya da bilirim tabii.
Aranızda Roma’ya, Floransaya gitmişken şurada şunu ye buraya da git diyenler varsa, haber beklerim.
5 gün çalışmak benim narin bünyeme çok fazla sayın seyirciler.
Bir de bazı günler sesler,sesleeeer, sesler bana çok fazla geliyor, keşke her şeyin kumandası olsa..
Hava hep güneşli olsa..
Telefonlar çalmasaaaa!

1 Kasım 2010 Pazartesi

telefonuma takılanlar..

Elmadağ'da bir keşif, ayaklarım üşümüş, bilirkişilerden biri de demişki, "avukat hanım yine ince giyinmişsin, üşüteceksin"avukat hanım ince giyinmeyi sever ama. Kışı sevmese de kışa girerken yapraklar üzerinde, çıtır çıtır yürümeyi de sever..
Cafe Lins diye bir yer varmış. Havalar güzelmiş, mevsimlerden baharmış, belki de Mayıs.. Kürşad bir soda limon söylemiş, Utku bir latte, Merve dondurmada karar kılmış.

Yine bir Elmadağ, yine bir keşif..Yine sonbaharmış..

Bahar hıdırellez için, herkesi elele çizmiş, hiç ayrılmayalım diye, en soldaki Mehmet imiş, ne çok benzemiş demişler, gülmüşler, Merve fotoğrafını çekmiş..

Limonata gibi havalarda Bahar'la Merve limonata içermiş, burası tunalı vitaminmiş..İstanbul'da gibi bir günmüş..


Mng erkeğin kabinleri, kadın kabinlerine göre ne de havalıymış, burası 365 alışveriş merkeziymiş, alışveriş ne güzel şeymiş, falan..


27 Ekim 2010 Çarşamba

facebooku haddinden fazla ciddiye alan ve kızını çok terbiyeli sanan canım babamın dramı.

Dün akşam üzeri, Bahar'la arkadaşlarımızla dışardayız ve telefon çaldı. Arayan babam. Sesinde ise bir telaş.

*Merve, Bahar yanında mı?
*Evet baba.
*Şimdi soracağım soruların tümüne evet veya hayır de.
*???!!! tamam baba.
*Şimdi Bahar facebookta "gitmem gerek" diye bir ilet yazmış
*Evet?
*Ha işte sen de o iletiye bir şey yazmışsın.
*Eveeet
*Kızım sen orda bir şeyin harfini yanlış yazmışsın
*Neyii baba?
*Merve starbucks yazacağına, starfucks yazmışsınn!!! düzeltmen gereeeeeek!

Netice de ben kahkahalarla gülmekten babama bir şey diyemedim. O esnada yanımdakiler ne oldu ya dedikleriyle kaldı. Babam beni kopardı.
Benim utanmaz kahkahalarım neticesinde o da
"seni utanmazzz bilerek yazdın demeeeeeek"le yetindi.

Babam ve bizim facebook maceralarımız anlat anlat bitmez de, unutmadan bunu yazayım dedim.
Seneye unutur, sonra belki okur ve yine güleriM:)

22 Ekim 2010 Cuma

pişmaniye.

Neredeyse her hafta sonu kalabalık yenen yemeklerdi o yemekler. Ben aile olmayı zaten en az 10-15 kişi olmak zannederdim. Hepimiz aynı evde oturalım isterdim. O yemeklerin meşhur tatlısı, Dedem’in dükkan dönüşü Ali Uzun’a uğrayıp aldığı pişmaniyeydi. Şemsiye çikolatalarımızı ve arap sakızlarını söylememe gerek yok zaten. En büyük eğlencemiz 4 kişi masanın altına girip, Dedem’in terliğini anneanneminkiyle, Teyzeminkini dayımınkiyle değiştirmekti. Saatlerce masanın altında katıla katıla güler, tekrar sofraya dönüp, bu sefer de pişmaniyeden bıyık yapardık. Yapış yapış olan yüzümüz, ellerimizle her seferinde ilk defa pişmaniyeden bıyık yapmışız gibi gülmekten ölürdük. Benim anneannem dünyanın en güzel Mevlana böreğini yapardı, Dedem kaburgalarımızı sayardı.Biz dördümüzdük, sonra biz çok kalabalıktık. Sadece iki kişi eksilince ne kadar azaldık. Dedem’in dediği gibi, kederle değil özlemle, o günlere selam olsun.

21 Ekim 2010 Perşembe

güldüğüme bakma, içim kan ağlıyor.

Bugün sizlerle bir fobimi, bir gıcık olduğum hadiseyi ve bir de rüyamı paylaşmak istiyorum.
Fobim:Vesikalık fotoğraf çekilmek. Bu sabah 27yaşında, aklı selim bir birey olarak yıllardır, vesikalık fotoğraf çekilirken hissettiğim o korkuyu, küt küt atan kalbimi ve gidene kadar yaşadığım gerginliği yine ve yeniden yaşadım. Bunun sebebi nedir, nasıl bir açıklaması vardır, gerçekten çok merak ediyorum. Bu fobi yıllar önce ilk vesikalık fotoğrafımda da korkunç çıkmam üzerine mi çöreklenmiştir hassas bünyeme?Bilmiyorum. Kaldı ki, ben fotojenik bir insanımdır, fotoğraflarda nerdeyse olduğumdan iyi çıkarım, fotoğraf makinesine karşı bir korkum yoktur. Lakin iğne olurken ve dişçiye giderken yaşadığım o sıkıntının tıpa tıp aynısını vesikalık fotoğraf çekilmek üzere bir tabureye oturduğumda da yaşarım. Kaçmak , bağırmak isterim. Fotoğraf çekildiği anda yüzümde öyle bir endişe ifadesi olur ki, sanırsınız silah dayamışlar kafama. Ve “ne olur yapma” ifadesine sahip olduğum bir çok vesikalık fotoğrafım mevcuttur. Bunların öğrenim hayatım boyunca keple çekilenleri ise benim için ayrı bir eziyettir ki, her biri başlı başına ayrı bir yazı konusu olur, yine de benimle aynı zamanda aynı ortaokuldan mezun olmuşlar, akşam evlerine gittiklerinde, yıllığa bakarak ve beni bularak, yorgun geçen günlerini şen kahkahalar atmak suretiyle unutabilirler.Netice de bugün de tarih tekerrür etti, ben neredeyse bacaklarım titreyerek çekildiğim fotoğrafta, kelimelerin kifayetsiz kalacağı şekilde korkunç çıktım. Bu konuda bilinçaltımı deşmeye devam edeceğim.

(bak fotodaki amcam ne güzel oturmuş, örnek al)
Gıcık olduğum bir hadise/insan türü: Otobüste , dolmuşta, hemen inme pozisyonunda olmamasına rağmen, bir türlü yana kaykılmayanlar.
Dün akşam dolmuşa bindim, ellerim kollarım dolu, dolmuş da dolu, otururken bile düşmemenin zor olduğu bir yolculukta ben elimde iki lira, bir çanta, dosya ve ıvır zıvırla ayakta kalma mücadelesi veriyorum. En önde, üçlü koltuğun kapıya doğru olan en en sağ köşesinde oturan teyze benim bu halime acımıyor ve kayabilir misiniz ricama rağmen, beni kırıp geçmemi buyur ediyor. Şimdi benim gibi birinin bile bu hareketi haklı göreceği bir takım durumlar olabilir.
1-)Koltuğun diğer ucunda bir tacizci, sarhoş, kokan vs. insan türü olması
2-)Koltuğun diğer ucunun aşırı derece de güneş alması ya da esmesi (ki açık camdan yaz günü rahatsız olanları da anlamam, terk kokmakta sakınca görmeyen ancak üşümekten delicesine korkan çeşitli türlerle ilgili de bir başka yazı yazarım.)
3-)Hemen inecek olma durumu

İşte ben ancak bu 3 durumdan biri söz konusuysa yana kaymamanızı haklı görebilirim. Beni okuma sabrını gösterdiyseniz şu ana kadar, bu 3 durumdan hiç birinin dün akşamki dolmuş yolculuğunda da söz konusu olmadığını anlamışsınızdır.

Peki ben bütün bu saçmalıkları niye yazdım? Hepimiz toplu taşıma araçlarında buna dikkat edelim diye mi? Olabilir. Şunu da söylemeden bu konuyu bitirmek istemem. Neticede ben teyzenin üzerinden uçarak dolmuşta yerimi aldım. Kafam , bacağımda kırılmadı. Dolmuşta ineceğim esnada , canımın içi Teyzem hala olduğu yerde oturmaktaydı. Ben ayağa kalkınca şoför öyle bir fren yaptı ki, ben teyzenin üstüne düşmekten de beter oldum. Her iki ayağına normal şartlarda, gıcıklığına basmak istesem böyle basamazdım sanırım. Evet ilahi adalet diye bir şey de var.

Rüyama gelince; Selma, Eren ve Utku bana 3 adet hediye almış. Eren’in hediyesi, gerçek hayatta Kürşad’ın hediyesi olan bir saat. Rüyamda sürekli değiştirsem Eren’e ayıp mı olur diye düşünüyorum. Selma’nın hediyesi üzerinde hello kittyler olan pembe bir saklama kabı ve Utku’nun hediyesi de deri kaplı, çekmeceli bir takı kutusu. Biz sürekli mekan değiştirdiğimiz bir gece gezmesindeyiz, ben bu hediyeleri muhafaza etmekte haddinden fazla zorlanıyor ve sonunda da kaybediyorum. Uyuyup uyanıyorum rüya içinde ve sıcak, aşırı aydınlık bir yaz gününde hediyelerimi bulmak için, gittiğim mekanlarla yüzlerce telefon görüşmesi yapıyorum. Takdir edersiniz ki çok çok yoruldum, acaba bunlar ne demektir?

19 Ekim 2010 Salı

bütün isteğim buydu.

"Birinin bana böyle davranmasını/davranmamasını, herhangi bir konuda özenli olmasını istiyorum" derseniz ne yaparsınız?
a-)Bunu ona kibar bir dille söylersiniz
b-)Bunu ona çok da kibar olmayan bir dille söylersiniz
c-)Bunu ona 40 bin kere söylersiniz
d-)Empati kurdurur, aynı şekilde ona davranır ya da davranmaz, rahatsız olduğunuzu anlamasını beklersiniz
e-)Hepsi
Hepsi şıkkını işaretlemiş ve tüm şıkları kapsayan bir şekilde hareket etmiş biri olarak söyleyebilirim ki bu yöntemlerden hiçbiri ile verim alamayabilirsiniz.
Bu durumda çıldırmamak elde değildir lakin insanı en çileden çıkaranı, karşınızdaki insanın aynı şekilde davranmanıza/davranmamanıza , herhangi bir konuda özensiz olmanıza tahammülü olmamasıdır.
Mevcut durumum budur ve ben bunu yazıp üzerine dalga geçecek kadar rahatlamışsam, önemsiz hale gelen olay mı yoksa olayın öznesi olan kişi mi ona karar verme aşamasındayım.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Herkesin heyecanla beklediği haftasonu maceralarıM!

Cumartesi o yağmura rağmen ben eteğim, babetlerim ve kot montumla yine ince giyinme sanatını icra ettim. Paralı günümüz için Didem ve Candan ile buluşmak üzere evden çıkıp, otobüse bindiğimde, çoktan sel almıştı Ankara’yı ama ben arsız bir şekilde eve dönmedim. Otobüs durağa geldiğinde, bir süre ben şoföre, şoför de bana baktı çünkü bir su kütlesini mevcuttu, atlayabilirdim, babetlerime su girmesin istiyorsam atlamalıydım, lakin top shoptan aldığım o dar kesim etekle bu işi başaramadım, tek ayağım suya girdi, nasıl olduysa ıslanmadı ve otobüse bindiğimde herkes acıyan gözlerle bana bakıyordu, garibim ne giymiş gibilerinden ve o esnada şemsiyem de açıktı. Enteresandı.

Tabii Candan ve Didem’de “tipe baak” nidalarıyla aldılar beni arabaya, gittik Pınikomuzun paralı gününe.Pınarımızın maharetli kocası Taylan bizi mutfak önlüğüyle karşıladı:) Ve hayatımda yediğim en lezzetli tantunileri, Mersin’li olmanın da hakkını vererek bizlere ikram etti. Cumartesi gününün en kayda değer olayı buydu sanırım. Buraya da not etmeli:Taylan’dan tantuni yapması öğrenilmeli!

Cumartesi akşamı Didem’le, Candan’ı evine bıraktıktan sonra biendeydik, çıktık kendini club sanan house cafeye gittik. Sonra da Ankara gece hayatında adımımı atmadığım bir mekana (“şömine” olabilir mi adı acaba) da giderek, gece hayatımıza noktayı koyduk. Uzun bir aradan sonra değişikti, güzeldi.

Sabah Didem’le Çukuramba Mado’da hayatımın en korkunç kahvaltılarından birini ettim. Yok birini deyip, diğer kahvaltılara haksızlık etmeyeyim. Hayatımın en başarısız kahvaltısıydı. Akdeniz kahvaltısı başlığı altında sipariş verdiğimiz kahvaltı tabağı , menüde belirtilenin karşılığı olmayınca ve karşımızda derdimizi anlatacak bir muhatap da bulamayınca canımız baya sıkıldı. Ben bu kahvaltı diye getirdiğiniz şey neyse onun parasını öder giderim deyince, yanımıza garsondan bir üst kademe olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi gelip, bu gün havanın böyle güzel olacağını tahmin edememiştik minvalinden enteresan bir açıklama yaptı. Ben de bu durumun ancak servisi aksatabileceğini ama burada hafiften bir kazıklama söz konusu olduğunu açıklamaya gayret ettim ve netice de en azından kötü bir kahvaltı ettik ama kazıklanmadık.

Sonrasında Pepper Mill’de mükemmel bir kahvaltı etmiş olan Bahar’ı da yanımıza aldık,Didem ile yollarımızı ayırdık ve aile saadetli bir market alışverişi yaptık. Akabinde ben Ankara’ya yolu düşmüş Kürşad ile buluştum ve bir baktım ki , bir pazarın daha sonuna gelmişiz. İşimizdeyiz, gücümüzdeyiz, en azından hava güzel.

Bu hep çabuk bitsin dediğimiz haftalar,ömrümüzden gidiyor sayın seyirciler, belki de yavaş geçse daha mı güzel olur?

15 Ekim 2010 Cuma

Yazmışsa Bozmak Olmaz.

O günlere selam olsun.
1 sene öncenin bu hafta sonuydu. Çok eğlenmişiz.
Neyir Kalp Cihan olsun bir de.
Güzel Haftasonları dilerim.

mutlu punk


Yavaş yavaş kalkıyor üstümden bulutlar.

Mesela noterden çıkıyorum, hemen giriyorum g.arantiden içeri, Pinikoma sarılıyorum kocaman, "çok özledim seni" diyorum, o da "ben de seni çok özledim, sabah seni düşünmüştüm" diyor. Bu iyi geliyor, sözcükler söylenince güzel.

Sonra blog mailima bakayım diyorum. Hera'nın mailini okuyorum. Yüzüm aydınlanıyor. Hiç tanımadığın , görmediğin birinin bana dair kelimeleri kalbine değiyor.

Akşama Candan arıyor, "senin niye canın sıkkın, yazılarından belli" diyor, konuşmak nefes aldırıyor, öyle karşılıklı gülmekte.

Didemim zaten kocasından çok, bence beni arıyor. Bütün soruları beni zaten güldürüyor, mutlu ediyor. Yudum ise daha ben gelmeden en sevdiğim kahveyi almış starbucksda beni bekliyor.Neyir ise belki Didem'den bile çok güldürüyor beni. Bir rengi anlatmak için, diş macunu ambalajını mailima sadece o gönderiyor.


Dodo beni rüyasında görüyor, yazıyor, uzakta birileri benim bulutlarımı hissediyor.
Sonra bizim evde mevsim bahar. Şöyle şeylerin piştiği bir evde mutsuz olunur mu?
Utku ve Selmayla bir yemek güzel geliyor. Biz Selma'yla ortaokul biyoloji dersindeki ergen gibi kıkır kıkır gülerken, Utku "sizle uğraşamayacak, kadar yorgunum" diyor, ama her seferinde tekrar koptuğumuzda "tamam konuşmuyorum artık" diye kızıyor.


Ve dün birbirini 3 haftadır tanıyan 3 kadın 3 şertli bir yolda, karanlıkta arabada giderken, tiyatrodan işten, tatilden, ekimde denize girmekten konuşurken bir şey dank ediyor.

O dank eden ne bilmiyorum ama sanki biraz daha iyiyim.

13 Ekim 2010 Çarşamba

okumadan geç.

Buraya içinizi açacak güzel şeyler yazmak isterdim. Ama anlatacak güzel şeylerim kalmamış. İçimde bir sıkıntı uzun süredir. Ne kadar çabuk öfkeleniyorum artık bir bilseniz. Niye böyle oldum ben? Hep aynı şeyler kafamda. Hep, hep, her gün. Ve iki cevabım var kafamda kendime verebileceğim, ama hep yanıtsız bırakıyorum sorularımı. Metroda takıldık kaldık bugün.Ben böyle şeylerden korkmazdım. Nasıl sıkıldım, nefes alamadım, ürktüm bir görseniz. Pasaport işlemlerimi halledip, başvurumu tamamladığımda saat 8:20 idi. Buna bile sevinemedim desem, anlar mısınız?Eskiden böyle şeylere sevinirdim, gideceğim diye heyecanlanırdım. Ne oldu bana?
Hiç boş yer olmayan, kalabalık bir sinema salonunda yanlış koltuğa oturmuşum gibi,biri gelip beni koltuğumdan kaldıracaklarmış gibi. Belki o zaman rahatlarım gibi ama ya kendi koltuğumu bulamazsam?

12 Ekim 2010 Salı

Rüyamda.

Rüyamda hello kitty ve eiffel şeklinde kurabiyeler pişirmişim, hello kitty'i almışım eiffel'in yanına koymuşum, bir de blog yazmışım, hello kitty eiffel'de diye.Allah hayırlara getirsin.
Evet biz de bir eiffel kalıbı var, Recoyla Büş sağolsun ve artık bir de hello kittymiz var ki, tanımasamda, vesile olan Selçuk'a teşekkürlerimi bir borç bilirim. Madem bu güzel kalıplarımız bu kadar rüyalarıma girdi, e ben rüyamdaki gibi, hello kitty pariste temalı kurabiyeler pişirmez miyim?
Pişiririm.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Kurabiye gibi çocuklar..

Ofisçe rumca şarkılar eşliğinde efkarlanıyoruz. Pazartesi için değişik bir başlangıç. Sebebi benim.Yapılacaklar, çizilecekler bir yana bugün babetli ayaklarım daha az bir dondu gibi sevinçliyim. Her gün bir yeşil çay içmeye ve bir elma yemeye çalışacağım. Bu gün dersim var. Bahar benim yüzlerce fotoğrafımı çekecek. Baro seçimlerinde 3. kez oy kullandım. 17. sandığım ve benden sonra 8 sandık daha oluşu neyi gösterir? Geçen yılları mı? Bir ara sushi kursuna gitmeye karar verdim. Roman Holiday'i seyredeceğim.Gezeceğim göreceğim. Hoşçakalın.

8 Ekim 2010 Cuma

Bugün Cuma.

Adliyeden çıkmak üzere vestiyere doğru yöneldiğinde, sık sık gördüğü yaşlı avukatla aynı anda vardılar oraya. Yaşlılara öncelik vermesi gerektiğini bilirdi, yaşlıları severdi. Adamı buyur etti önden.Yaşlı avukatın elindeki yeşil kadife şapkasına takıldı gözü ve çıktı gitti adam. Sonra o da altı montunu, dışarı çıktı. Yağmur başlamıştı. "Yağmasan şaşardım" dedi, bunu da yüksek sesle söyledi, çantasını duvarın üstüne koydu, içinde şemsiyesini aradı, montunun düğmelerini ilikledi, bir hışımda şemsiyesinin düğmesine bastı ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Yürürken önünde birden yaşlı avukatı gördü, elinde tuttuğu yeşil kadife şapkası şimdi başındaydı, mavi gözleriyle uyumlu kışlık mavi takımından hemen tanıdı onu. O anda o yaştaki bir adamın hala bir şeylerden ve hatta avukatlık gibi bir meslekten ve adliyeden vazgeçmediği geldi aklına. "Onun bundan sonra belki de çok zamanı yok, eğer gerçekleşmeyen hayalleri varsa artık çok geç diye üzülüyor mudur acaba" dedi. Sonra bu düşüncesinden utandı. Kimin önce öleceğini kim bilebilirdi? Hem ona neydi.Sonra da kendisinden utandı. Şikayet ettiği onca şeyden, vazgeçtiklerinden, o adamdan çıkan yaşam enerjisi utandırdı onu. Birileri yıllardır çabalamaktan yorulmamıştı da ona ne oluyordu şimdi. Böyle yaşlılar dedesini hatırlatırdı ona, çalışkan yaşlılar. "Sanki dedem olsa bu kadar üzülmezdim "gibi bir düşünce yerleşti sonra aklına, o düşünce boğazına indi sonra, gözleri de japon animeler gibi titredi, şemsiyesinin altına saklandı iyicene. Her gün özlerdi dedesini ama cumaları daha fazla.

7 Ekim 2010 Perşembe

i like.

Bugün işe gelmeyi hiç istemedim. O kadar zor kalktım ki. Normalde 3 dakikada giyinebilen bir insan olmama rağmen saatlerce dolaba baktım.Normalde kasıma kadar çorap bile giymezken bugün çizme giydim ve kendi karizmamı kendim çizdim.Oysa düne kadar oxfordlarımla “mevsimlerden sonbahar dostlarım, ne palto giyerim ne çizme” havasında salınmaktaydım. E her şey bir yere kadarmış.

Bizim evde yeni alınan şemsiyende bol bir şey yoktur. Bu gün de henüz üzerinde etiketi bile durmakta olan bir parçayla evden ayrıldığımda, açması da kapaması da enteresan olan şemsiyemle bütün otobüsü ıslatmak istememiştim bunu belirtmek isterim. Ayrıca arabasında yeşil elma yemekte olan ve çok kritik bir anda durarak, hem ıslanmamı engelleyen hem de karşıya geçmemi sağlayan beyefendiye de teşekkür ederim.

Hani böyle önceden yaşadığınızı hissettiğiniz günler olur ya öyle bir gün bugün benim için.

Telefonun sürekli aile-akraba hukuksal sorunlarıyla ilgili olarak çalıyor. Bu iki haftanın astrolojik bakımdan böyle bir etkisi olsa gerek. Ama ben hiçbir şey çözemeyecek kadar düğümlenmiş durumdayım.

Herkesin bir an için bir dakika için ben olmasını ve iyi niyetimden, sevgimden , çabaladığımdan, kandırmadığımdan ve bunlar gibi şeylerden yani ne hissettiğimden emin olmasını diliyorum.

Aslında bu aralar en çok İtalya’da olduğum tarihlerde Ferzan Özpetek ile karşılaşmayı, bana “aradığım yüz sensin” demesini, filminde oynamamı teklif etmesini ancak rolün bir Türk ya da dilsiz birine dair olmasını istiyorum. Ya da “İtalyanca öğrenmen gerek” diyerek, film çekimlerini bir süre askıya almasını, beni kursa yollamasını, film için de para yerine beni İtalya’da bir yemek okuluna yazdırmasını falan istiyorum.

Olsa iyi olur.

İyi günler.

3 Ekim 2010 Pazar

Şahsi.

Durdum ben hafta sonu. Zaten uzun süredir duruyorum. Gece çıkmıyorum, çok kalabalığa karışmıyorum, yetişmeye çalışmıyorum. Önce bunu tuhaf bir şekilde seviyorum. Dinlenmiş hissediyorum. Sonra dinlenmiş halimden yoruluyorum. Tuhafım. Bütün bunlar kızsal saçmalıklar da olabilir, olmaya da bilir. Bilemiyorum.

Durunca durmadan düşünüyorum. O iyi mi, bu niye böyle, şu iş ne olur , bu nereye gidecek gibi. Nedense kötü cevaplar veriyorum, kötü öngörülerde bulunuyorum ve zaman zaman kendime eziyet ediyorum. Kendime eziyet etmeyi sevmek istemiyorum.

Bazı şeylerden korkuyorum, çok korkuyorum. Eskisi gibi üzülmekten çok korkuyorum.
Zamanın hızla geçmesinden ve birden kendimi aynı yerde bulmaktan da korkuyorum, ama zaman ilerlediğinde etrafıma bakıp eskiye özlem duymaktan, birden kendimi aynı yerde bulamamaktan da korkuyorum.

Bu da bir dönemdir geçer biliyorum.

Kendimi birkaç haftadır, sanırım mutsuz hissediyorum.Ama böyle durup kaldığım anlarda, hiçbir şey yapmamanın hafifliğiyle sallandığım boşluk, sonsuzluk, onu hissetmeyi de seviyorum.


1 Ekim 2010 Cuma

To-Do List


Eylül Ayı Hedeflerim

İşsel Hedeflerim.

İş yeri masası toplanacak (Ramazan Bayramına kadar bitmeli)

Kişisel Hedeflerim

*Yeni bir kitaba başla

*Sana iyi gelecek bir film izle

*Hacettepe işini hallet. (Önceden okulla görüş)


Odasal Hedeflerim

*Kıyafet dolabını ayıkla

*Ayakkabı dolabını düzelt

*Çekmeceni düzenle.

Yukarıdaki listeyi mailimın taslağına kaydetmişim. Artık kendimden nasıl bunalmışsam? Hoş genelde notlar almayı, planlar yapmayı, uygulamakla karşılaştırınca çok daha fazla severim.

Ama bu listeye yazdıktan sonra baktın mı derseniz, hayır bakmadım.

Ama hedeflerimi ne kadarını gerçekleştirdiğimi sizinle paylaşmaktan onur duyarım.


1-)İş yeri masamı topladım. Bu basit ve kısa bir görev gibi gözükse de özetle eksik işlerimin tümünü yaptım demek. Bunu yapmış olmam; işleri sınıflandırmış olmam, bir şeyleri yazıp kaldırmış olmam, yapılacakları not etmiş olmam, çekmecelerimi düzenlemiş olmam, gereksiz kağıtları atmış olmam gibi bir çok şey demek ve kendimi bu konuda tebrik ediyorum.


2-)Kişisel hedeflerim biraz ezik gelse de; evet yeni bir kitaba başladım. "Saraydan Sürgüne" Sürüklendim, gidiyorum.Hacettepe işini hallettim, detayları sonra anlatırım. Kendime iyi gelecek bir film izledim mi? 500 days of summer tekrarları sayılır mı? Hoş o da bana pek iyi gelmez ya neyse:)


3-)Odasal hedeflerim de iş yeri masamı toplamaktan sonra dünyayı kurtarmakla eş değerde olabilecek bir hedeftir.Ve ben 2/3'ünü başararak Annem'in gözlerini yaşarttım. Ayakkabı dolabı ve kıyafetleri ayıklama işi tamam! Savulun çekmecelerim ben geliyoruuum!


Farkına varmadan bir hedef listesi yaparak, aklımdakilerin çoğunu cidden gerçekleştirmiş olabilir miyim? Yoksa abuk sabuk çok satan kitaplar misali kendimi mi kandırıyorum, bilmiyorum. Ama Ekim ayı, kork benden yeni bir liste yapıyorum!

30 Eylül 2010 Perşembe

Cadı

Sevgili Günlük,

Çok sinirliyim.
Sabah yağmur yağdığından olabilir. Belki de yağmurun bu sabah sokağa çıktığım 3 anı da yakalamasından ve ben artık hiç dışarı çıkmamak üzere masama yerleştiğimde güneşin çıkmasından da olabilir.
Islandığımdan da olabilir. Babetlerim ıslandığımda daha da bir garip koktuğundan da olabilir.
Ama çok sinirliyim.

Bu havalarda ne giyilir sevgili günlük?
Babet giyilmeyeceğini yıllardır olduğu gibi bugün de tecrübe ettim. Ama topuklularımla yağmurda hep daha zor yürüdüm ki onlar da babetlerimden kapalı değillerdi. Kapalı ayakkabılarımın ise bir kısmı delikliydi. Bu durumda benim çizme mi giymem gerekliydi. Pantolon da sevmiyorum dersem bu liste uzar gider. Huysuzum be günlük.

Peki bu birilerinin bana durmadan kendi halimde takılırken ve sadece yorgunken, huysuzsun, uyuz musun demesinden olabilir mi ? Kesin öyle olabilir.

Şu an sadece bir yerde oturmak, ayaklarımı karnıma çekmek, herhangi bir şey içmek ve kitabımı okumak istiyorum.

Hoşça kal.

26 Eylül 2010 Pazar

Baharı Bekleyen Kumrular Gibi..


Siz gitseniz de, bana küsseniz de, "artık oynamıyorum , hayır seninle alışverişe gelmek istemiyorum, yok ben orada yemem, rejimdeyim, bugün olmaz yarın" deseniz de o var. O hep var. 4 yaşımdan beri beni hiç bırakmamış bir arkadaşım var.Korktuğumda, üzgün olduğumda yanında uyumama mırın kırın etse de, hatta kimi zaman yer yatağında bile uyusam, benden 4 yaş küçük de olsa, öyle anlarda, onunla aynı çatı altında olmanın verdiği tarif edilemez bir huzur var.

Hiç biriniz bana izlemediğim bir filmi anlattığınızda beni ağlatamazsınız, ya da hiç görmediğim bir kıyafetten bahsettiğinizde "bunu kesin almam" gerek demem, onun gibi tarif edemezsiniz çünkü. Hiç biriniz o kadar güzel fotoğrafımı çekemezsiniz, biliyorum.

İstanbul'u bile onunla daha çok seviyorum, o çok seviyor diye seviyorum.

Biliyorum ki siz dokunduğunuz hiç bir şeyi onun kadar güzelleştiremezsiniz.

O; akşam, işteyken, çıkış saati geçtiğinde, ofistekiler bana "neden çıkmadın, kimi bekliyorsun dediğinde", "baharı bekleyen kumrular gibiyim" dedirten.

O bizim baharımız; limonata gibi, ne üşütür ne terletir, geçtiği her yere kendinden bir parça bırakır, mis gibidir.

Sizin Baharınız var mı bilmiyorum, ama benim var. Olmasa eksik olacaktım, hep bekleyecektim ama neyi beklediğimi de bilemeyecektim. O iyi ki var iyi ki doğmuş.

17 Eylül 2010 Cuma

Amazondan Abim Gelmiş.



Amazon'dan Kürşad'la ortak olarak söylediğimiz kitaplarımız bugün gelmiş! Beklenenden tam da 10 gün önce!
Adres olarak Kürşad'ın işyeri verildiğinden, gelen kitaplarımızı görememem ve merak etmem neticesinde Ufku&Kürşad iş birliği ile yukarıda gördüğünüz çekim gerçekleştirilerek mailima yollandı. Bir nebze merakımı gideren bu fotoğraflar için Ufku&Kürşad'a teşekkürü bir borç biliriM:)

Bu Akşam!


16 Eylül 2010 Perşembe

kenci&cun

"Pastaneye bir aile girdi. Sanırım anneleri olacak otuz yaşlarında bir kadın ve herhalde ilk okul öğrencisi olacak iki çocuk. Neşeyle pastalarını seçiyorlardı. Çocuklar çok neşeliydi ve çok terbiyeli davranıyorlardı. Anneleri zarif bir elbise ve manto giymişti. Konuşma tarzı çok nazikti. Cun dönüp onlara baktığında çocukla göz göze geldi. Çocuk Cun’a gülümsedi. Çok yakın zamana kadar bu tür manzaralardan nefret ettiğim geldi aklıma. Bende kötü niyete karşı özel bir sezgi olduğunu ve bu sayede Frank’ın tehlike olduğu yargısına ulaştığımı sanıyorum. Kötü niyet ;yalnızlık, keder, kızgınlık gibi olumsuz duygulardan doğar. Değerli bir şey elinizden alındığında, sanki bir parçanız bıçakla kesilmiş gibi olur, oyuk kalır, işte oradan doğar kötü niyet. Ben Frank’ta bir tür gaddarlık, sadistik bir hastalık olduğunu hissediyor değilim. Frank’ta hissettiğim dipsiz bir oyuk. Her şeyin çıkıp gelebileceği bir oyuk. Herkesin bir ya da iki kez insan öldürme isteğine kapıldığı, kötü niyetle dolduğu olur. O insanın oyuğunda doğan kötü niyet, o insanın oyuğunun dibinde kalır, gün gelir unutulur; başka bir şeye, söz gelimi işe karşı duyulan coşku gibi şeylere dönüştüğü olur. Frank farklıydı Frank’ın katil olup olmadığını bilemiyorum. Ama onda kesinlikle dibi olmayan bir oyuk var. Frank’a yalan söyleten o oyuk işte. Frank’la karşılaştırıldığında belki hafif kalır ama benimde öyle bir dönemim olmuştu.” Sayfa 82-yok yere-ryu murakami.

Bu kitabı Haruki Murakami’nin bir kitabını ararken gördüm, kitabı bulamayınca buna bir kez de alıcı gözle baktım. Hafiliği ve Hakan Günday’ın yorumu da hoşuma gidince aldım. Tatilde okumak üzere çantama attım. Aileyle yapılan tatil sonrası arkadaş tatiline geçeceğimden bavulumu hafifletmek maksadıyla önce üç kalın kitabı bitirdim, Yok Yere’yi sona, Bodrum’a sakladım. Bodrumda sabah yatıp, sabah kalkıp şezlongda uyumanın neticesinde hiç kitap okuyamadım. Tatil dönüşü depresyona girip neredeyse 1 ay boyunca okumadım. Ve dün 40 sayfasını okuduğum ama beni sarmamış bu kitaba yeniden başladım. Yukarıda yazdığım kısmı sevdim. Tavsiye etmek istedim. Ryu Haruki’nin akrabası mı bilmiyorum, googlelamadım. Bir zahmet siz söyleyin. Hoşçakalın.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bağcıyı dövmeye geldim.

Başım dönüyor. Sabahtan beri. Küçükken ne çok dönerdi. O zamanlar hasta mıydım acaba? Midem de bulandı. Ne zor geldim ben bugün işe biliyor musun? İyi ki duruşmam yok. Sesler. Bazı sesler ne çok büyüyor kafada, sana da oluyor mu? İyi ki kulaklıklar var.
Radio virgin fena çalmıyor bu sabah. İstersen sen de aç dinle. Garip garip rüyalar gördüm. Allah hayırlara getirsin. Recoyu gördüm, polis kıyafetleri için de, sonra rüya içinde bir rüya görüp, üniforma giymek iyidir diye, rüyamda rüya yorumladım. Bir şeyler oldu, beni çok korkutan. Çok gerçekçi şeyler de gördüm şimdi uçup gitmişler. Küçücük bir tvyi sımsıkı sarmalamış bir adam rüyamda beni çok korkuttu mesela. Ve biraz da ülke meselelerine dair şeyler oldu. Dün dünyayı kurtarmaya çalışmış olmamızdan kaynaklanıyordur mutlaka. Bugün bitsin, yarın bitsin, öbür gün bitsin.Bitsin. Bir şarkı tuttum. Şimdi çalan bana olsun dedim.Reamonn-tonight çıktı."she never took the train alone, she hated being on her own.." Bu şarkının çaldığı bir an geldi aklıma. Güldürdü beni. Bazen film kareleri gibi her şey, ama o filmlere oturamıyoruz role giremiyoruz gibi geldi. Ancak filmlerde olur dediğimiz şeyler olunca da yok ben almayayım bu rolü deyişlerimiz geldi. Aslında bugün oldukça neşeliyim ama bir de bedenen öyle olsam.Hoşçakalın.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Islak Peçete.


Bayram bitti. İşe yarar ne yaptın diye sorarsanız, “bir sinir anında dolabımı temizledim” derim.
Tam üç torba giymediğim ancak giyilebilir kıyafet, iki torba takmadığım ve takılabilir çanta ve 3 çift hiç giyemediğim ayakkabı tespit ettim.

Benim ayak numaramdan yarım numara küçük birine denk gelir mi o ayakkabılar çok ümitli değilim ama diğerlerinin işe yaramsını temenni ediyorum. Aranızda 35 numara giyen varsa iki babet hediye edebilirim.

2 torba da “ne takılır ne giyilir” diye tabir edebileceğimiz çöpü maalesef doğamıza kazandırdım.

Netice de hayatınızdan bir şeyleri çıkaramadığınız bir dönemde (buna en çok da kendiniz, değiştiremediğiniz tuhaf huylarınız ve tembellikleriniz dahildir.) dolap temizleme ve çöp atma işleminin rahatlatıcı bir eylem olduğunu söyleyebilirim.

Tabii o anki ruh haliyle gaza gelmenin ardından “ aa önü açık beyaz ayakkabılarımı da attım, halbuki o yırtılan yeri tamir edilir miydi, Ankara’da da artık River İsland yok ki” gibi buhranlara kapılıp, “çöpü mü karıştırsam” raddesine geldiğimi, verilecekler içine yerleştirdiğim bir adet enteresan elbiseyi ise, “yarın öbür gün çocuğum giyer , hani belki en azından bir kostüm partisine giyer” diyerek sabah yataktan fırlayarak dolabımın ücra bir köşesine sakladığımı da belirtmek isterim.

Bir de o sakladığım her şey, kız çocuğum olursa işe yarar o da ayrı konu.
Ama ben bunları saklayarak, Annemin, Teyzemin, Halalarımın türlü fotoğraflarından görüp, “aaaaa bunlar şimdi nerdeeeee? neee atınız mııı” sorunsallarını yaşamayacak mutlu çocuklara sahip olacağım diye diye kendimi de avuttum. Yani en azından gelecek nesillere giyip çıkarıp eğlenecekleri bir şeyler bırakmak gerek değil mi?

Peki sonuçta ne oldu, “ay acaba onu bir daha giyer miydim” diye ara ara aklıma gelenleri bir kenara bırakırsak, bu yaz hiç giymediğim ve uzun süredir dolabımda bekleyen her şeyi vererek doğru bir adım attığımı umut ediyorum. Ayrıca bu dolap temizleme eylemi neticesinde, gerçekten bir süre hiç alıveriş yapmadan da yaşayabileceğime kendimi ikna etmiş bulunuyorum. Diğer taraftan dolapta, üzerinde etiketi olup, giyilmemiş şeylerin Bahar Hanım’a ait olduğunu göz önünde bulundurarak, alışverişe harcadığım paranın, çatır çatır giydiğim kıyafetlere verildiğini görerek mutlu da oldum. Tabii bu bir yerde paranın boşa gittiği gerçeğini de değiştirmiyor. Biliyorum.

Unutmadan eklemek isterim ki, katıldığım düğünlerden arta kalan 10 üzerindeki gece kıyafetimi de bir daha giyebileceğimi düşünmüyorum. Çoğunu da birden fazla giymiş, suyunu çıkartmışım. Yine de 36 bedenlerin gece kıyafeti almadan önce tarafıma müracaat etmelerini önemle duyururum.

Ve bu bayram bitişiyle içime giren okul açılıyor ama okuldan nefret ediyorum diye çığlıklar atan o çocuğu sevmiyorum.

Bunun üzerine belki uzun bir yazı yazardım ama aklıma gelmişken söylemek isterim, ben ıslak mendil, ıslak kağıt havlu, ıslak tuvalet kağıdı ve türevlerini görmeye dayanamıyorum. Görünce kaçıyorum. Bir lavabonun içine düşmüş bir peçete gördüm mü, ıslanacak diye arkama bakmadan koşuyorum.

Hoşçakalın.

6 Eylül 2010 Pazartesi

good time for a change.


500 days of summer henüz bitmişti, kulağımda son ses she's got you high çalıyordu, yanımda 500 yıllık arkadaşım Pınar, otobüs yolculuklarında çok sevdiği üzere, gerçekten hakkını vererek uyuyordu, İstanbul'a gidiyorduk ve ben içinden Summer'ın kocasının onu aldatmasını temenni ederken, güneş batıyordu.


istanbul'a gittik geldik, iyiydi hoştu.

peki 500 days of summer modu diye bir şey olabilir mi?

dönüşte de izlediğimden mi?

30 Ağustos 2010 Pazartesi

i want to go

durduğum yerde duruyorum.
sanki bir şeyi kaçırıyorum ama fark edemiyorum.
içimde bir huzursuzluk.
o yetişemediğim ne bir bilsem.
o kızdığım kim?
bütün o kafamdaki soruları, sıkıntılarımı, huysuzluklarımı saçlarımdan denize karıştırdım, gitti , ya da öyle sandım da gitmediler mi?
yaz bitti diye hayıflanamayacağım kadar çok sıcak hala, ona üzülüyor olamam.
hatta son baharı özlemiş bile olabilirim.
bugün o güzel ayakkabıyı aldığımda, d&r'de vedat milor'un italyasını karıştırdığımda gitmiş gibiydi de, gece oldu niye geri geldi b huzursuzluk?
belki de sadece kızsal bir bunalımdır, geçerdir, giderdir..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

home sweet home.

Burası salonum. Büyük bir de kitaplığım var, o fotoğrafta çıkmamış.
Mutfağım biraz mütevazi oldu farkındayım, ama oldukça sevimli.

Yatak odam da öyle ama mavi mavi çok huzurlu.

Tabii kıyafet odası konusunda mütevazi olmamı beklemediniz değil mi?


Çoğunlukla suda ya da mutfakta olduğumu düşünürsek banyom da sade ama hoş oldu :)



İnternette geze geze ev döşenmez mi demeyin, çok güzel döşenir bence..




27 Ağustos 2010 Cuma

Cuma Günü Notları..

Hava Durumu

Rüzgar nasıl güzel esiyor sabahları ve akşamları farkında mısınız?
Bence tadını çıkarın..
Ofisin camından içeri giren rüzgara verdiğim “ohoo wuhuu” tepkilerini anlayamayan çalışma arkadaşlarımın yüz ifadeleri görülmeye değer:)

Eleştiri

Kesinlikle bir basketbol fanatiği değilim.Ama 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın grup maçlarının Ankara’da oynanacak olduğunu biliyorum. Sanırım bu da etrafımda bir çok meraklısının olmasından kaynaklanıyor olabilir ama bilmeyen o kadar çok kişi de var ki. Misal Hidayet Türkoğlu’na house cafe’de rastlayıp, akabinde bu etkinlikten haberdar olan arkadaşlarım da var:)

Uzatmadan konuya dönersem, bu etkinlik neden yeterince duyurulmadı anlayabilmiş değilim. Daha dün ulusta eski meclisin önünde basketbolcu figürlerinin lambalara takıldığını gördüm ama çok geç değil mi?

İstanbul’da ya da hazırlık maçlarının yapılacağı diğer illerde durum nedir bilmiyorum ama neden Türkiye maçlarının da oynanacağı Ankara’da reklam gerektiği gibi yapılmadı anlayamıyorum.Yine de basketbol fanatiklerinin aylar öncesinden biletleri aldığını düşünürsek, maçlar boş kalmayacaktır heralde..
Dedikodu


Her kıyafetiyle, mükemmel tarzıyla gönlümüze taht kurmuş Betty adını bilmediğimiz melez sevgilisiyleee nişanlanmış mı yoksaaaa:)

Eğer betyy evli kadın imajıyla tarzına zarar verecek olursa, ben bir blog açarım merak etmeyin!

foto.

Haftasonu

Bugün Teyzem’de, cumartesi Taylan’ın paralı günü sebebiyle onların evinde iftardayız. 3. Sezonumuzu gerçekleştirdiğimiz paralı günümüzde son 3 ‘e de girmiş bulunmaktayız. Darısı 25. yılımıza..
Pazar muhtemelen yemek blogumuz için bir şeyler pişiririz. Tabii ortağım patlama yapmış doğumlardan ve çekimlerden vakit bulursa.. Pazartesi ne yapsak acaba?

Haftaya
Haftasonuu Neyir’in doğum günü bahanesiyle, ona kavuşma maksadıyla İstanbul’da olacağım.

Esen Kalın.

26 Ağustos 2010 Perşembe

golden brown


Sabahları hala saçlarımı kurutmuyorum. Kurutamıyorum çünkü hala çok sıcak. Eğer at kuyruğu yapmışsam , saçımdan damlayan şıpır şıpır sular sırtımı ıslatıyor. Hatta neredeyse otobüstekileri bile ıslatabilirler. . Bazen de tepemde komik bir topuz, kimi zamanda kendi kendine kuruyup kıvamını bulmuş bir aslan yelesi.. Ama saçlarımı kurutmayalı ne kadar çok olmuş.

Rengi açıldı. Denizden, güneşten.

Yine çok çok uzadı.Epeyce uzadı.

Ve neredeyse 5 yıldır ben uzun saçlıyım, aynı saçlayım.

Ondan öncesi her modele girdi saçlarım. 4 yaşındayken belime kadar uzanan, lüle lüle sarı saçlarımı, babam Bahar doğduğunda kolaylık olsun diye , hem de kuzenimin tıraş olduğu erkek berberinde, çenem hizasında kestirmişti.O zaman o kadar çok üzülmüş ki, makas darbesiyle benden ayrılan lülelerimi bir fiyonkla bağlayıp eve getirmiş. Hala da çekmecelerinde durur ve ben arada onu görür” allahım resmen sarışınmışım eskiden”derim.

Sanırım bu erkek berberi bende derin yaralar açmış olacak ki o günden sonra saçlarımla derdim hiç bitmedi.Kuaförlerle asla barışamadım. Erkek gibi kısacık da kestirdim. Önleri uzun arkaları kısa bob tarzını da denedim, kahküllerim de oldu. Tek yapmadığım; saçımı hiç boyatmadım, röfle , gölge, perma denemedim.

5 yıldır aynı saçlarım. Artık farklı modeller denemiyorum, sakinleştim. Ve bugün sanki biraz sıkıldım ve yine bugün ilk kez azıcık değiştirsem saçlarımı dedim.

Acaba cesaret edebilir miyim?