26 Ağustos 2011 Cuma

Naneli.


Vali Bey Konağı Caddesi üzerindeki Sultanahmet Köftecisi'nden sağa dönünce biraz yukarıda gördüm burayı. Bayan eleman da arıyorlardı, başvursam mı? Naneli şekerci ya da Naneli Lokumcu'ydu adı. Acaba mesai saatleri dışında sandalyelerde oturmak serbest mi?

Düşünüyorum işte.

25 Ağustos 2011 Perşembe

istanbul'da hep aynı şeyleri yapan Merve'nin yeni keşifleri.

Keşif 1 Cremeria Milano--muhteşem dondurmaTünele gelmeden sağda. İstiklal caddesi üzerinde. Yanında Calzedonia var , karşısında Özsüt. Sahibi İtalyan bir kadın. Çok suratsız ama iyi kalpli. Karpuzlu dondurma favorim. Tam bir İtalyan işletmesi, geç saate kalmadan kapatıyor. Sakın tünelin hemen girişindeki dondurmacıya aldanmayın. Ki o dondurmacı, aldığın top sayısına göre külah veriyor. Ne kadar ayıp.



Keşif 2İskele İzmir Lokmacısı/ya da İskele Çay Bahçesi-muhteşem lokma Lokma benim için yıllar önce Didem ve Neyir’le gittiğimiz Kuşadası tatilinde, akşamüzeri tarçınlayıp yediğim efsane tatlıydı ama artık lokma deyince İskele Çay Bahçesi’ni anmamak olmaz. İstinye sahilde. Boğaz karşınızda. Deniz ayağınızın dibinde. Lokmalar sona doğru iyice şerbetli ve leziz. Çayın yanında limon da getirdiklerinden benim için 10 numara bir mekan.



Keşif 3 Galata Konak Cafe-muhteşem milföy pastası+manzaraBurayı bu İstanbul gezimden önce keşfetmiş olsam da hala yeni sayılır. Biraz Galata kulesine, biraz denize, Biraz Haliç’e bakan harika bir terası, bir de çok güzel milföylü pastası var. İlk gidişimde şahit olmasam da ikinci gidişim de çok kötü bir servis vardı ama yine de görülmeli. Yemekleri de güzelmiş. Bahar ve Teyzem öyle dedi.



Keşif 4 La Sirene Bebek -bebeğin gürültüsünden, görgüsüzlerinden muhteşem uzaklık.Bebek'e çok kere gitmeme rağmen, böyle bir yerden neden haberdar değildim bilmiyorum. Ben starbucks ya da nero’da sanki burgerking’de oturmaya gelmişim gibi hissedebiliyorum. O yüzden manzarası harika ve bir cumartesi günü bile sakin olan bu mekana bayıldım, "annem görmeli" listesine bile ekledim. Bebek Parkı’nın içinden denize doğru gidip sola dönerek ulaşmak mümkün.



Keşif 5 İstanbul Modern-sadece muhteşem. Hep gitmek isteyip, hiç gitmediğim yer.Pazartesileri kapalı. Giriş 14. tl.Perşembe günleri ücretsiz. Süreli sergilerden "Son Kodachrome Filmi" adlı fotoğraf sergisi , beni pek cezbetmese de, fotoğraf meraklıları ve sanatçıları için önemli bir sergidir eminim. Ben ilgimi çekemeyişini hintilerden haz etmememe bağladım. (fotoğrafların çoğu hintli ünlülerindi)Bu kadar da sanattan anlamam. Lakin çeviri de olsa, duvarda sözleri yazan, Paul Simon'ın Kodakchrome Şarkısı'nı çok sevdim. Özellikle de; "lisede öğrendiğim tüm saçmalıkları düşününce, hala düşünebiliyor olmam mucize" kısmını.Bunun dışında sürekli sergiye bayıldım. Tabii ki düşünülerek yapılmıştır ama Hale Asaf'ın bir resmine bakıp, bir kaç resim sonra Teyzesi Mihri Müşfik'in tablosuyla ve sonra da biraz daha ileride onun ders aldığı İtalyan ressamın eseriyle karşılaşmak, benim için çok keyifliydi. Eğer İstanbul'da otursaydım, sık sık gideceğim bir mekan olurdu. Şansıma gittiğim gün Elif Şafak da söyleşi için oradaydı. Bir gün cafe'sinde oturup bir şeyler yemek, bir de müze mağazası'ndaki tasarım yüzüklerden edinmek gerek.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

easy

iftar saatine az kalmış. telefonun ucundaki ses "senin dediğin yerde değilmiş mekan, sen bostancı dolmuşuna atla gel" der. mesafe çok değildir ama dolmuş kuyruğu çoktur. neyseki çabuk ilerler ama bu sefer de trafik çoktur, beklersin. dolmuşa binersin, inersin, buluşursunuz. mekanı sorarsınız bir bakkala "aaa burada değil ki der".


bir taksiye atlayıp, doğru yere gidip, iftara yetişmeye çalışırken, yukarıdaki fotoğrafın önünden geçersin.


dersin ki "ben burayı göreyim diye olmuş bu terslik,
bir de dolmuşçuyla muhabbet edeceğim varmış.."
foto:fener stadına doğru giderken.

23 Ağustos 2011 Salı

Çiya.

Üsküdar'da , Kadıköy'de hatta Pendik'te duruşmalarım oldukça mutlaka Kadıköy Çarşı'da bir şeyler yaparım. Beyaz Fırın'dan ıspanaklı sarma ve Ankara'ya götürmek için gevrekler alırım, Baylan'da kup griye yerken mest olurum, Şekerci Cafer Erol'dan annemle babamın favori küçüklük şekeri jöle şekerlerden stoklarım, Şampiyon'da çeyrek midye yerim, manavlara bakarım, balık fiyatlarını kontrol ederim.. Kadıköy Çarşı'da gezmeye bayıldığımı bilen çok sevdiğim arkadaşım Nihan da bana neredeyse 1 yıl önce söylemişti, "Merve Çiya'ya mutlaka gitmen gerek" diye.. Bir kaç gazetede de karşıma çıkmıştı ve hep aklımdaydı gitmek..

Derken bir cuma akşamı Bahar işten çıkamayınca ve iftar saati yaklaşırken ben Kadıköy'de olunca, Kürşad da telefonun ucunda, "Merve Çiya'da yer ayırttım iftar için, hadi gidiyoruz" deyince, başka çarem kalmamıştı.


Çiya'ya gelince; aslında mekan açılırken kebap ve lahmacun yapmak üzere yola çıkılmış ama açıldıktan 11 yıl sonra Çiya Kebap'a bir de Çiya Sofrası eklenmiş.Bu Sofra'da Anadolu Mutfağı'nın en güzel yemekleri pişirilmiş, 2001'de ise ikinci bir Çiya Kebap açılmış ve hepsi Kadıköy Çarşı'nın içinde 20'şer metre aralıkta arz-endam etmekte.

Biz bu sefer Çiya Sofrası'na gidiyoruz. Kapıdan girer girmez, solda o günün menüsü, tencerelerde, kazanlarda bize selam veriyor, sağda birbirinden harika mezeler bizi karşılıyor. Hani mutluluktan başı döner ya insanın , bana olan da öyle bir şey.. Çünkü bir kere ne olduğunu bilmediğim bir sürü yemek var ve bir de birazdan onları yiyecek olmanın heyecanı..





Yemeklerin arkasındaki usta sabırla, herkese, tek tek , hangi yemeğin ne olduğunu ve içinde yer alanları anlatırken, bir kağıda yiyeceklerinizi not ediyorsunuz..Ama biz zorlanıyoruz. Çünkü hepsinden yemek istiyoruz. Çaresizliğimizi gören, süper yardımcı garsonumuzun da desteğiyle harika bir sofra kuruluyor önümüzde.




Ayran aşı çorbasıyla başlıyorum. Harika bir humus, muhammara, içli köfte, küllübaşotu, kısır, vişneli köfte, patlıcan dolması, hünkar beğendi , türlü, perde pilavı derken ne yediğimizi de unutuyorum sevinçten.


Yan masalarda görünce karadut şerbeti de içiyoruz.Tatlıyı da seçmekte zorlanınca, kabak, domates, turunç, ceviz, patlıcan, zeytin tatlısıyla beraber, güllaç ve şöbiyeti, su gibi bir kaymakla afiyetle yiyoruz.

(



Evet hepsini ve hatta buraya yazmayı unuttuklarımı da yiyoruz. Benim için hayat bu. Benim için bir yer, içimde, sevdiklerimi de getirme isteği uyandırıyorsa, onlar da yesin bu efsane yemeklerden dedirtiyorsa, işte gerçekten çok güzel bir yer...



ve sadece yemekler değil sanki, orada insanı çeken bir şey var... Hedefimde ise tekrar gitmek ve kebapçıyı da ziyaret etmek.
Fotoğraflar biraz yemek telaşından biraz ayfondan dolayı dandiktir. İdare ediniz:)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Neyir'in Cafesi..

Neyir herkesin emeklilik hayalini gençken yaptı. Onu yıpratan işinden ayrıldı ve bir cafe açtı.
Niyetim İstanbul'a gitmişken ona sürpriz yaparak, aniden cafesinin kapısından içeri girmekti. Ama bulamam belki telaşı sarınca bünyeyi, yaklaşınca, "geliyorum been" diye telefon açtım.




O önce şaşırdı, çok sevindi sonra beni pembe motoruyla ışıklardan alıp, cafesine götürdü. (Uçak'da rica etseler; "düşüyoruz, pilotmumuz da devre dışı" deseler, neyir uçağı da kullanır.) Önce korktum motordan ama sonrasında hiç inmek istemedim.(Küçükken de bisikletin ön tarafına oturtturur, gezdirirdi beni, neyseki motordan düşmedik bisiklettte olduğu gibi)


Cafesinde leziz ev yemekleri + özel günler için kurabiye ve pastaları da var.


Bu da domates ve biber görünümlü patlıcan:)


Ve neyir çalışırken:)



Bir de keşke aynı şehirde yaşasaydık ya.


Özlemişim.


adres:karabük cad. no:1 cevizli/istanbul

16 Ağustos 2011 Salı

4.

"hayat bu işte" dediğim zamanlar oldu.



mesela; dilini bilmediğim bir ülkede, akşam üzeri, çok güzel bir sokağa çıktı yolum, renkleri harika çiçekler gördüm, boynumda senin sevdiğin renkte bir atkı, yanımda sevdiğim insanlar vardı, sonra bir köprü çıktı karşımıza, bizi, görüntüsü hala hafızamda olan bir meydana götürecek olan, ben o köprünün üzerindeyken, bir şarkı çaldı.. sana dair bir şarkı, ben orada senin olduğunu hissettim.



yine bir akşam, arka fonda tanju okan çalarken, senin sesinden dinlediğim istanbul sokaklarından birinde, denize bakarken, o anı kaydetmek istedim. işte tam da o anda, bu şarkı bana gelsin deyince, bizim şarkılarımızdan birini söylemeye başladı güzel bir ses. sen yine geldin, ben buradayım dedim.



özlemin biteceğini düşünmedim hiç ama aklıma gelmeyeceğin günler olacak sanmıştım, hiç olmadı. sesini de hala unutmadım.



seni özledikçe senin hatırlatan şeyler yapmaya devam ettim. iş çıkışı dükkana yürüdüm mesela, çayıma limon sıktım.



biz iyi ki o balkonda, o şarkıları dinledik. sen iyi ki bizimdin.



nur içinde yat.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

simple is the best

sabah evdekileri uyandırıp, onlar işe gidince biraz daha yattım. sonra telefon sesine uyanıp, evin diğer sakinine kahvaltı hazırladım. bayat pidelerden kruton yaptım. (bayat ekmekleri küp küp doğrayıp, üzerine biraz zeytinyağı gezdirdikten sonra, fırınlayın, çok kızarınca çok güzel oluyor) bunu yaprken sürekli "just pide" diye mırıldandım. evi topladım. meyva tabağındaki üzüm, erik ve armuttan karışık bir komposto uydurdum. (önce erikleri suyla doldurduğunuz orta boy bir tencereye alıp, ocağın altını açın, su kaynamadan, ısınmaya yakın, bir su bardağı şeker ekleyin, kaynadıktan sonra halka hakla doğradığınız armutları ekleyin, o da bir taşım kaynadıktan sonra üzümleri de atıp, kısa bir süre de onu fokurdatın. Soğuduğunda buz dolabına alın.)patlıcanları közledim. biraz kitap okudum. bir iki güzel şarkı dinledim. çamaşırları topladım. camları açtım.

hayat bazen çok basit ve çok güzel.

14 Ağustos 2011 Pazar

naber çikita.

çimlere kareli bir örtü sermişiz. uzanmışız, gökyüzüne bakıyoruz, dünyanın nasıl oluştuğu konusunda neye inandığını anlatıyor bana. ben de dinliyorum. arada ben ona soruyorum, arada o bana soruyor. anlatıyor, anlatıyor.sonunda da beğendin mi diyor. onaylanmak isteyen küçük bir çocuk gibi.kimsenin görmediği çocuğa diyorum ki "çok güzel anlattın".

bize dair bir şey düşününce aklıma gelen en güzel kare, yine bir çim çamur içindeyken çocuk ayağımda terlik var diye beni kucağına almış, ben o arada ne anlatıyorum bilmiyorum ama gülüyor, çok gülüyor ve diyor ki, güldürme düşüreceğim seni. ve güldüğü için kollarında ben ağırlaşıyorum. yere yaklaşıyorum ama düşürmüyor beni.biz hep o andaki gibi kalalım. iyi ki doğdun çocuk. seni seviyorum.



bu yazı 21/06/2011 de yazılmıştır.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

sütlaca doğru.

Ben bir yerde şarkı söylüyor olsaydım ve gelip beni dinleseydin karşıma oturup, kesinlikle Bu şarkıyı söylerdim.

Gitmek hep güzel. Küçük bir kızken ben ve geceleri arabayla eve dönerken, eğer yolda bir varan otobüsü görürsem duygulanırdım. tepemden geçen uçakların içinde olmak isterdim hep. istanbul'a giderken otobüste ikram edilen çokoprense bayılırdım. hiç trene binmemiştim ama halamı tren garından uğurlamak için can atardım. büyüdüm değişmedi. hala sabah erken bir saatte, bavulunun tekerleğinin asfaltta çıkardığı ses en sevdiğim ses.
ama bazen gitmek daha güzel. pijamanın, havlunun, diş fırçanın olduğu, gidemeyeceğin sandığın, içinde çok özlediklerinin olduğu, evim diyebildiğin bir yere gitmek daha güzel.

hoşçakalın.

12 Ağustos 2011 Cuma

taktak.

iki elin sahibinin de aynı olduğuna inanmak baya güç!



bahar istanbul'a gidince kıyafet blogu hayal oldu , o halde ben de takılarımı koyarım.en sevdiğim takı yüzük. aynı model, ince yüzükleri işaret ve orta parmağıma takmaksa favorim. bu sene bronz/rose takılara bayılıyorum.




bu yüzüğün gümüş rengini uzun süredir beğeniyordum. dükkanda bronzunu görünce dayanamadım aldım. parmaklarım kısa ve bu yüzükle tombik gözükse de sağ elimde ilk fotoğraftakiler sol elimde buyüzüğüm gayet ahenkli oldu bence..

dükkanımıza beklerim.




ulus iş hanı d blok no:7.

11 Ağustos 2011 Perşembe

you've ruined me.

İş yerinde masamı değiştirmek istiyorum. Gaye'de gördüğüm kalemliklerinden almak istiyorum. (Alışveriş orucuna ufak kırtasiye alışverişini dahil etmediğimi tekrar belirtmek isterim)

Masamda iki şey var ama herkes gitsede onlar kalacaklar. Onlar da yukarıdakiler. Biri bahar biri ben çünkü. onlarda da bir bezmişlik, biraz yıpranmışlık ama her daim saklı bir neşe var.


Onun dışında her şey aynı. günler aynı. değişmesin de zaten. biraz daha bulutun dışına çıktım gibi. ama bilmiyorum hala bir sürü şeyi.


e 2 'de akşamları bir dizi var, geçen aylarda ilerki bölümlerini seyrettiğim, basketçi bir adamla şarkıcı karısı ve cüce tipli bir çocukları var, sonra modacı bir kadın, sesinde sanırım nodül var, basketçi adamın menajeri ile şarkıcı kadının kız kardeşi sevgili falan.. o dizi ne ya, arada çok saçmalıyor ama ben her akşam izliyorum.


öyle işte.

9 Ağustos 2011 Salı

merve'nin dünyada en sevdiği yer gümüşük olabilir.





























gümüşlüğe giderseniz bence akvaryumda yiyebilirsiniz. grupta sürekli ekmek isteyen biri olsa da hiç kızmıyorlar ve her seferinde sıcak, kızarmış ekmek getiriyorlar..

6 Ağustos 2011 Cumartesi

kafamda deli sorular/kolayca sevemiyorum

ben sürekli kararlar alırım. ve herkes sürekli insanlar değişmez dese de değişmeye çalışırım.



küçüklüğümden beri bronzlaşmakla kafayı bozmuş bir çocuktum. balkonda güneşlenirdim, tatillere geç gittiğimiz için döndüğümüzde yağmurlu ankarada bronz tenimi uzun kollu kıyafetler giyerek gösteremedim diye dertlenirdim. ki bizi güneşten korunalım diye tişörtlerle yüzdüren bir de yüksek faktörlü annemiz vardı. aile de kesinlikle yanmayla kafayı bozmuş bir rol modelim de yoktu. ama ben her zaman güneşe dönen, dakikalar tutarak güneşlenen, şezlongu hep plajda herkesinkine göre ters bir noktada duran bir merve oldum. ama asla çok kızaran, su toplayan bir merve değil! mutlaka yüksek faktörlülerle başlayıp, son günlere doğru yağlara geçen ama bu işle cidden haşır neşir bir merve.. ki bahar'ın şu yazısında da deliliğim sabittir. ha bir de yüzümü yakmamak prensiplerim arasındadır.


tabii kendimi değiştirmekle de kafayı bozduğum için her yaz bu yaz yanmayacağım diye çıktım tatillere. ama beceremedim. Sonunda bu yaz başardım. Çok isteyerek de olmadı aslında, hep geç uyandım, sıcaktan güneşe çıkamadım, ama beni görenleri şaşırtmayı, aaa hiç yanmamışsın dertmeyi başardım. yanmadım diye üzülmedim. bu insanlık için küçük benim içimse büyük bir adımdır. kendimi kutlarım.


kendimle ilgili değiştirmek istediğim diğer şey de alışveriş. almamak istiyorum sayın seyirciler. ama hiçbir şey almamak. mesela cumartesi az bir parayla çıktım evden.. önce paramın bir kısmıyla telefonumu jelatin kaplattım ki bu gerkeli bir ihtiyaçtı, sonra ertuğ pasajındaki, ikinci el satan dükkandan, güzel bir h&m elbise aldım kendime. böylece cebimde sadece 2 tl m kaldı. annem eve gelirken şeker al dedi. anne param yok sen balkondan atı ver ben gelince dedim. annem parayı mandala bağlayıp attı balkondan aşağı. ben kolumda portföy çantam, ayağımda ucu kalpli babetlerimle bakkala güneş gibi doğdum, çıkarken aniden dönüp, ay sizin mandalınızı almışım ben dedim. kadın bir bana baktı bir mandala baktı. sonra mandalı annemin verdiğini hatırladım falan öyle rezil komik ve kadının benden korktuğu bir an işte.


neyse konular saptıkça sapıyor. niyetim pazartesiden itibaren kitap, kıyafet, ayakakkabı, çamaşır, çanta v.b. almamak. kırtasiyeyi buna dahil edemedim. çünkü eylülde okul açılıyor moduna girmem kaçınılmaz.. ama çok abartmak yok. sadece bir kaç kalem..


alışveriş orucumun süresi 3 ay. umarım başarabilirim. bunu çok istiyorum çünkü dolabıma en son baktığımda işe yaramaz bir sürü kumaş parçasına para verdiğim gerçeğiyle yüzleştim. aslında çoğunu da giyerim ama giymesem de olur bence. ki bahar'ın da gidişiyle dolabımda yaptığım temizlik neticesinde artık içi bomboş.. ben bir süre öyle kalsın istiyorum.


sadece bugün son kez kendime iki tişört ve bir kaç şey alabilirim. zira kendime aldığım 3 tişörtün biri yırtıldı, ikisi tükenmez kalem oldu. şaka değil her şeyimi verdim ve işe giderken giymek için bugün alışveriş şart. yani sakın son günüm diye her şeyi satın alacağım sanmayın.

hayatımın en saçma yazısına burada son veriyorum.

hı unutmadan o fotoğraftaki saçlarımı kestirmek de diğer bir hayalim kendime dair değiştirmek istediklerimden, ama o sıradaki plan değil henüz.

öptüms.

4 Ağustos 2011 Perşembe

bazen hep döndüğün yerde kalırsın.

aldırmazsın. yorgunsundur. hayal kurmuşsundur. çok fazla istemişsindir. plan yapmışsındır.sürprizdir.ama birden şaşırırsın. kendinde güç bulamazsın. dur diyemezsin. öfkelenirsin. birden umursamazsın. aldığın kararları hatırlarsın. sadece ben demek istersin. demeye çalışırsın. eline yüzüne bulaştırırsın. çaresiz kalırsın. şaka sanarsın.mutlu olmakla, mutluymuş gibi yapmak arasındaki ince çizgide dolaşırsın. çizgiden düşersin. kızarsın. yine öfkelenirsin. keşke dersin, şu anda dersin. anlamaya çalışırsın. yapamazsın. empati kuran olamazsın. konuşursun. dil dökersin. anlatamazsın. korkarsın. çok korkarsın. ağlarsın. neye üzüldüğünü bile unutacak kadar çok üzülürsün. rüya olsun dersin. hafızalara girip, hepsini tek tek silmek istersin. bazen kol kırılır ve herkes o kemiği görür deriden fırlamışken. herkesin içi acır. ama kimse kırılan kolun acısını hissedemez. kolun sahibi bile. en çok kol acır. sonra şaşırırsın. beklemezsin. yine keşke dersin.yine üzülürsün ama bu sefer başkası için. kafanı bi kafaya deydirip içindekileri ona aktarmak istersin. kafalar arasında bluetooth olsa dersin. ama olmaz. kalpler arasında da olmaz. sonra gülersin bile, denize bakarsın, dans edersin. hatırlayarak yaşanmaz ki. ama hatırlarsın. kendini kandırırsın, bir şey beklersin, o şey olacak sanırsın. biri gelir gözlerine bakar ve o anda beklediğin şeyin olacağını söylese de ses sen olmayacağını anlarsın. hissedersin. biri gözlerine bakar onun üzüldüğünü görürsün, gözlerin içinde bir çocuk görürsün, korkan çocuk, sevilmemiş bir çocuk, gitme diyen bir çocuk. onun elinden tutup cebine koymak istersin, o çocuğu saklamak istersin, kimse görmesin istersin, bulamasın, ama sen de bulamazsın. sonra biri gözlerine bakar korku görürsün, endişe görürsün. gözlerini kaparsın, hiçbir yere bakmazsın. bir yöne gitmek istersin doğru mu o yön bilemezsin. bir yoldan dönmek istersin ve belki de bir şeye biner dönersin bile, ama gelir misin? bazen hep döndüğün yerde kalırsın.

he can only hold her.

Tatile gittim ben.Bodrum'a. En sevdiğim yer olan Gümüşlüğe de gittim. Yine oturdum kahvesinde. Bu sefer denizine de girdim. Karidesinden, kalamarından da yedim. Bodrum'a dair en sevdiğim Delmar zaten. Ona da gittim. Sünger'de de yedim. Bodrum bitti.


Şimdi ellerimde ve bacaklarımda denizdeki sınırı belirleyen iplerin kesikleri var. Güneşten hafifçe kurumuş , koyu renkli çizikler.. Tatiden bana kalan... Öyle işte.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

tepedeki çimenlikte.

dinle.