29 Aralık 2011 Perşembe

öğle yemeği

bir kaç iş için ankara'nın o delicesine soğuk havasında dolaşırken öğle yemeği saati geldi. acıktım. G.M.K bulvarında en sevdiğim yerde (Oba Dondurma) en sevdiğim şeyi (kaşarlı tost) yedim. portakal suyu içtim.o esnada zaten iki masa olan mekanda benden başka kimse yoktu ve dükkan sahibi, mekandaki ölümcül sessizliği radyo açarak bozdu. ve yine o anda radyoda eşlik diye bir program vardı.programın sunucusu birden "size son kez hoşçakal diyorum, bugün son programımız" dedi.bir öğlen de sadece o gün dinlediğim bir radyo programının artık bitmesine üzülerek geçti.gitti.Ankara çok soğuk.ki ben hiç üşümem.

yeni yılınız güzel olsun.

21 Aralık 2011 Çarşamba

soru

melankolik merveyim bugün. çok mu gaza getiriyorum kendimi, çok mu zorluyorum acaba, bırakmamak için, hadi merve, ha gayret, biraz daha derken, pır pır oradan oraya uçarken, aslında kanatlarımı mı çarpıyorum. patlar mıyım bir yerde, birinin elinde..

19 Aralık 2011 Pazartesi

toccata

Bu sene , Bahar da olmayınca ağacı çıkarasım, kurasım gelmedi. O yüzden de her yıl olduğu gibi yeni süsler almaya da gitmedim. Evde, 3 -4 ağacı süslemeye yetecek kadar süs varken, bu sene evimiz gayet sade idi. Ama sonra dayanamadım, ışıkları çıkarttım, birazını salona koydum, geçen sene aldığımız top şeklinde olanlardan ikisini düşürüp, kırdım, içime oturdu, kutusuna geri kaldırdım. Bu meleklileri de Recoya çözdürüp, odama astım. (Reco istanbul'da da Bahar'ın birbirine karışan kolyelerini çözmekten sorumlu devlet bakanıdır, o yüzden ışık işinde de baya iyiydi, neyse kaynanasıyla iyi anlaşır derler)

Aslında Selmalar'da keçeden bir minik ağaç gördüm, belki onu alırım ikea'dan. Baya tatlıydı.


Süs püs yok diye, yeni yıl neşesi yok sanmayın. O bir yerlerde. orada bir yerlerde..
sadece bir dokunuşa ihtiyaç var.

16 Aralık 2011 Cuma

kitchen


annem istanbul'a gitti. ben de akşamdan ertesi gün giyeceklerini ütüleyen, evi toplayan, sabahları erkenden kalkıp, kahvaltı hazırlayan, kahvaltı eden, odasını toplayan bir merve olma hayalimi gerçekleştirdim. nasıl başardım bilmiyorum ama büyük ihtimalle annem giderken içindeki atom enerjisini bir şekilde bana aktarmış olmalı.

dün güzel bir gündü. yine yeni yıl kararlarım çerçevesinde ingilizce kitap okuma hedefimi gerçekleştirmek üzere, dost kitap evinde ilgimi çekecek kitabı ararken, uzun süredir, türkçesine bir türlü rastlayamadığım, banana yoshimoto'nun kitchen kitabına rastladım. hemen aldım.filmi de varmış ama kitap bitmeden asla!akşama doğru claires'de yudumla oje bakarken, minnacık şişeyi elimden düşürüp, her yeri oje yaptım. o anda tezgahtarlar arka tarafta dünyayı kurtarmaktaydı. ben de bir süre alıp almamak konusunda kararsız kaldığım ojenin rengini beyaz zeminde inceledim, bordo sandığım oje kahve gibi gelince almaktan vazgeçtim ve nihayet tezgahtar kıza, ben oje kırdııım diye seslendim. kız elinde aseton şişesi ve bir parça pamukla geldiğinde ne bekliyordu, ne düşünmüştü bilmiyorum zaten yerdeki cinayet mahalini görünce direk geri döndü.


ben sanırım bir sopa alıp beni dövmek üzere geri gelecek diye beklerken, elime başka renkte bir kaç oje aldım, kırdığımın da parasını ödemek istedim, ama kabul etmedi. Bütün bunları bir yana bırakırsak, claires de ojeler güzel, ucuz, renkler çeşitli, beni tanıdığınızı söylemeyin ve güzel ojeler alın derim.


ve derken perşembe de bitti ve cuma oldu. ama haftasonu eğitimimiz olduğu için pek de bir anlamı kalmadı.


saçlarımı hala kestiremedim.
üzerimde tuhaf bir mutluluk hali var geçmesin.

bir de chanel ceketleri tarzı bir ceket alasım ama 60 yaşında gibi durmayasım var.önerilere açığım.
söyleyecek başka da bir şeyim kalmadığına göre huzurlarınızdan çekilebilirim.

15 Aralık 2011 Perşembe

dükkana yeni şeyler gelmiş:)

baykuşlu kolye ise artık benim. fotoğraftakinden daha güzel olduğunu belirtmek isterim.

bileklikler fotoğrafta çok belli olmasa da, minik zirkon taşlı.

bu yüzük bana biraz büyük:(
ve sadece 1 tane
dedemin 50 yıllık dükkanına beklerim.

ulus iş hanı d blok no:6 ulus/ankara

12 Aralık 2011 Pazartesi

madem yazamıyorum, fotoğraflar konuşşsun.

istanbulu özledim. deniz kenarında çıplak bacaklarımla oturmayı, kurutmadığım saçlarımla sokağa çıkmayı. en çok da kardeşimi

sonra kalktım istanbul'a gittim. bir günlüğüne. önce kardeşime kocaman ve sonra konak pastanesinde alman pastalarına sarıldım, onları sevdim.


güzel müzikler dinledim, dans ettim.

ankara/siyah beyaz.

çok güzel yemekler yedim, kalabalık masalarda, harika haberler alırken ve mumlar üflenirken..

hem de çok güzel yemekler.
ankara/cucina makkarna

kardeşim geldi, botlarını giydim.
ankara/dedemin evi.

not: sanırım instagram ve twitterdan ötürü duygularımı ve gördüklerimi anlık paylaşıyor, bloguma biriktirdiklerimi minik parçalara bölüyorum. ben oralarda da mervejustagirl'üm.oturmaya beklerim.

18 Kasım 2011 Cuma

kafiye olsun diye değil.

günler günlerin ardında.çok da bir şey yapmıyorum. mesela yarın ankara'da mfö var gitmiyorum. bahar geldi. gitti. bayram bitti.sunumlarım bitti.şimdi gireceğim 3 sınav kaldı. ikisi epeyce önemli. onların bitişini bekliyorum.

her şeyi ondan sonraya bıraktım.27 kasımdan sonraya.saçlarımı kestireceğim.yediklerime biraz dikkat edeceğim.spor yapacağım.aa alışveriş yapacağım( alışveriş orucum bitti ve ben hiç bir şeye saldırmadım başlıklı bir yazı yazacağım)böyle basit hayallerim var.sinemaya gitmek/kitap okumak/ arkadaşlarımla zaman geçirmek gibi.uğraşıyorum işte. foto merve odası.çekmeceye çorap sıkışmış, biraz da dağınık,bir de fotoğrafçının siyah beyazını basıp, beni fotoşopla baştan yarattığı o fotoğraf sabah neşem, neyse siz yabancı değilsiniz.

3 Kasım 2011 Perşembe

daraldım.

bu ne bilmiyorum. ama iyi bir şey değil bu. mesela biraz kalender bir müvekkil, duruşmaya gelirken tıraş olup, kendince en düzgün kıyafetini giydiğinde, ceketinin önünü iliklediğinde niye duygulanır ki insan?


ya da dünyanın en korkunç kazası kardeşinin başına gelmiş bir kadın, yaşadıklarını hiç abartmadan, tüm sadeliğiyle, ama çıplaklığıyla anlatırken ve arada gülümseyebilirken, en ufak bir abartısı yokken ve içtenken, niye ona sarılıp ağlamak ister?


adliye öyle bir yer ki bazen de hiç tanımadığım bir insanın gözündeki acıdan gözlerimi kaçırıveriyorum.


orada oyun oynayanlar sadece çocuklar ama ben bazen hepimizin orada oynadığına inanmak istiyorum.orada olanların gerçek olmadığına.


o bina var ya , zaman zaman göründüğünden de siyah.

favori çiftim.



penelope&javier.

19 Ekim 2011 Çarşamba

I see rhinoceros!

midnight in paris'i izlemeyenler izlesin. ben sevdim. epeydir sinemaya gitmeyip, açılışı böyle bir filmle yapmak güzel oldu. ben ki bir sergiye gittiğim de, ya da bir sanatçının günlüklerini, mektuplarını okuduğum da hep bir etkilenirim, filmdeki kahraman olsam ne olurdu bilmiyorum.

ama şunu biliyorum ki büyüyünce carla bruni olmaya bir itirazım olmaz. gözlerim mavi olmasa da olur. haftasonunun en güzel yanı bu filme birlikte gittiğim kişinin gelişiydi. teşekkür ederim. hoşçakalın.

18 Ekim 2011 Salı

yüzüklerin hanımefendisi.




bu yüzüğü bundan 4 yıl önce falan aldığımda bilebilir miydim ki tanıdığım her kadın da ondan bir tane edinecek:)


büromuzun hali budur. parmağında yeşil bant olan kişinin de bu yüzükten yok sanmayın, sadece o gün takmamış.


bunun bir de altın kızlar versiyonunu çekip, buraya eklemek gerek!

17 Ekim 2011 Pazartesi

lahana bebek.

hava soğudu. karanlık. haftasonu harikaydı aslında. hem de ne harika. şaşırma duygumu kaybettim sanmıştım. hala şaşırabiliyorumuşum. epeydir neye bu kadar sevinmiştim, ya da duygulanmıştım. bak onu bile hatırlamıyorum. o kadar güzeldi yani.

hayat bu dediğim anlar vardı haftasonunda. harika bir yemek, güzel bir kahvaltı, film, şarkılar, dans etmek,arkadaşlar, ve kocaman bir sürprizzzz.

ama bugün kafam biraz karışık. ben negatifim biri miyim? bilmiyorum. çok mu suçluyorum insanları? ben derdimi kime anlatıyım? ben keşke hiç üzülmesem, sürekli gülen, bir lahana bebek olsam mesela.insanlara verdiğim tek rahatsızlık lahana bebeğe has o sentetik koku olsa. güzel olurdu.

6 Ekim 2011 Perşembe

yok

sen her gün bir yolu yürürken,yolda yürürken öyle önüne bakarken, o anda bir şeyler düşünürken, kulağında bazen güzel bir şarkı çalarken, her sabah köşede servisini bekleyen o adamı, sonra yol kenarında mendil satan teyzeyi ve en sonda deri ceketli baba ile oğlunu ve biraz geride kalmış anneyi görürken, annenin yıllar geçtikçe biraz çöktüğünü ama babanın giderek gençleştiğini farkederken, o yolun sonunda bir şeye binip, başka bir yere gelirken, merdivenler inerken ve çıkarken, bir parkı geçerken, kimi sabahlar köpeklerden korkarken, suya bakarken, asansörün düğmesine basıp, birileriyle karşılaşınca en sevdiğin kelimeyi söylerken, günaydın derken, bir masaya oturup, bir ekrana bakarken, çay koyup, ekmek arası bir şeyler yerken, bir çantaya evraklar doldurup, gri bir binada koştururken, insanlara bakarken, hikayeler dinlerken, gülerken, güler gibi yaparken, gözlerin dolarken, koridorda sevinçle yürürken, masa toplarken, notlar alıp, yapılacakları listelerken, parmakların minik karelere çarptığında tıkır tıkır sesler çıkarırken, bazı akşamlar eve gidecek halin bile kalmazken, sokaklarda uzun uzun yürürken zaman nasıl çabuk geçer?

forno a legna!

Bahar’ın işyerine yakınlığı dolayısıyla miss pizza’nın şişhane’deki şubesinin önünden defalarca geçmiş ama hiç içeri girmemiştim. Derken günlerden bir gün Bahar “merve bugün işyerine öyle bir pizza geldi ki, italyadakiler gibiydi, unutamıyorum, adı da dur ya neydi" deyince, anladım ki, orası miss pizzaydı ve artık oraya gitmekten başka çarem kalmamıştı.Ve bir duruşma için gittiğim istanbul’da tek başıma bir öğle yemeği ancak bu kadar güzel olabilirdi çünkü;


Mekan çok sevimli.


Odun ateşinde pişen pizza enfes.


20’ye yakın pizza çeşidi var ve kahveleri de güzel.


Hatta eğer tuvalette, yerde, suyun akması için basmam gereken bir pedal da olsaydı , italyadayım beeen diye bağırabilirdim..Denenmeyi bekleyen başlangıçlar olduğunu da düşününce ben burayı geç keşfettim ama artık sık sık giderim. Gözlerinizden öperim.


miss pizza için tık.

30 Eylül 2011 Cuma

sarı da güzel bir renktir aslında, nedense herkes sevmez.

tren camından dışarı bakan sarı çantalı, sarı çiçekli, sarı saçlı kızı görmek, görebilmek güzel.

kadıköy'e giderken/16/09/2011

29 Eylül 2011 Perşembe

salı sallanır, perşembe perişandır.

bugünün mesajı bu olsun o halde.

28 Eylül 2011 Çarşamba

life lover*

İstanbul gezisi olaylı başladı. Önce teyzem'in kredi kartı atm de unutuldu, sonra kart cüzdanı kayboldu, kart cüzdanı havaşta bulundu, bulan adam, teyzem'in kart cüzdanında sadece 10 tl olmasına üzülmüş olmalı ki, bana teyzen de züğürtmüş yahu, azıcık para ver ona falan dedi. yani gezi gecikmeli, koşturmacalı başladı, mehmet bizi alıp eve götürürken, teyzem "baya geride kaldık" dedi, haftasonu planlarını kastederek, mehmet de cevap verdi;"evet hala baya bir tur bindirdiler bize":)

Ama moralimizi bozmadık, çok sevdiğimiz van kahvaltısı'na annemle, teyzemi de götürdük, galata manzarasında, bahar'a pasta kestik, kahkahalarla güldük.çukurcuma'da eşya baktık. bahar'ın evine güzel bir tablo aldık.

gezinin kayda değer şeyleri ayaklarımı denize uzatıp, gazete okumaktı. uzun uzun denize bakmaktı.
bahar iyi ki vardı.


teyzem bana harika bir kolye aldı.

bitti.

okuduğum kitabın bir yerinde diyor ki;*bağışlanmış bir atın (dişleri için) ağzına bakmak, ABD İngilizcesinde "bedava gelen bir şeyi bile beğenmemek" anlamında bir deyimdir.hayat bağışlanmış bir attır, fikrimce.bedava gelen hayatınızı beğenin.

27 Eylül 2011 Salı

bahrizyo.

hayatın telaşına kaptırıp kendimi, gittiğini farketmemeye çalışıyorum. daha erken yatıyorum mesela, daha çok istanbul'a gidiyorum, o geliyor. dayanamam sanmıştım. dayanıyorum. iyi yönlerinden bakıyorum. mesela eskiden telaşla yaptığımız her şeyi, yavaş yavaş yapıyoruz. hep sevdiğimiz şeyler yerine, yenilerini keşfedip, sevdiklerimize onları da eklemenin tadını çıkarıyoruz. aynı elbiseleri giyip, hiç yürümediğimiz sokaklarda bir şeyler arıyoruz. bazen buluyoruz. yenebilecek her şeyi yediğimiz kahvaltıda, karşılıklı oturup, biz ne kadar kolay insanlarız diye muhabbet ediyoruz... hızlı hızlı yürüken bir anda, iyi oldu be bu istanbul işi diyoruz.
alışıyoruz.

***

bak 2008 de bunu, 2009 da şunu ,2010 da onu yazmışım.

ilk defa bir doğum gününde yokum sanırım.sanmak istiyorum. emin olmak istemiyorum.

bugün de sevinçten kafayı ye, her doğum günün de olduğu gibi, harika hediyelerin olsun (ki harika bir elbisen,güneş gözlüğün, tablon ve cüzdanın, parfümüm var şimdiden)

sen bir pamuksun bunu unutma.


her geldiğimde istanbula daha alışmış bir pamuk.istanbulun güzelliğine yakışan bir pamuk.sen çok güzelsin, akıllı ve oldukça yetenekli.

bunları da unutma.

ablan seni çok seviyor.

iyi ki doğdun da ben senin ablan oldum..

hayatda bazı insanlar tamamlıyor bence varlığımızı, sen de benim için onlardansın.

seni sevdiğimi yukarda da söylemiştim zaaten.

hafta sonu kahvaltıya bekliyorum.

foto:bahrizyo.

26 Eylül 2011 Pazartesi

bazıları çayına şeker atıp içiyor.

çok güzel bir şey(yemek/manzara/mekan/ülke) gördüğümde yanımda bulunan sevdiğim sayısıyla ters orantılı bir kalp sızısı hissederim ben. önce içimi büyük bir coşku kaplar, sonra da keşke o/onlar da burada olsaydının hüznü. böyle nice ülke gördüm, yemek yedim derdim de yalan olurdu. (sadece nice ülke kısmı)konumuzdan sapmaz ya da saparsak biz istanbul sever bir aileyiz. buna her ne kadar orada yaşayamam dese de babam da dahildir. (ki babam bizi hayatımda gördüğüm en harika istanbul manzarası ile buluşturmuş, ayaklarımızın suya değerek uyumasına vesile olmuştur.)

bu sefer konuya dönmeye çalışırsak, istanbulda tek başıma veya az kişiyle paylaşabildiğim her şey içime dert oluyordu. en iyi ihtimalle bir gezi de teyzem, bir gezi de annem oluyor, diğeri olmuyordu. bizim eskiden birlikte geçen cumartesilerimiz vardı. o cumartesilerde uzun kahvaltılar edilir, sonrasında gün içinde ne yapılsına geçilirdi. o kahvaltılara gitmeden mutlaka livadan dereotlu poğaça ve biraz da fıstıklı/çikolatalı beze alınır, dedem üzerini giyinip, evden çıkmaya hazırlanırken, anne, teyze, merve ve bahar ve bazen de gülsima, reco, ve yenge olan sofradan dedeme en azından bir çay iç çağrısı yapılır ama dedem mutlaka hiçbir şey yemeden evden çıkardı.

sonra bir dolu şey oldu, hastalıklar hastaneler ve cumartesi ve hayatımız çok değişti.

hayatımın en güzel haftasonlarından birini yaşamadan önce bunları düşündün uzun uzun ve farkettim ki, ben teyzem ve annemle bir arada başka bir şehre gitmeyeli 6 yıl olmuştu. Bu haftasonu Bahar'ın erken doğum günü kutlaması için yola çıktığımızda da içimde büyük bir sevinç vardı.


Sonrası ise komedi filmi.


Çok yakında burada..



21 Eylül 2011 Çarşamba

orada bir ev var uzakta, o ev bizim evimiz.

masanın üzerinde bahar'ın da emeği geçen, yapımında yer aldığı "and mag"lar, istanbul moda haftası için basılmış "gazeteler", tünelin arka sokaklarında, bana eski manavımız Veli'yi hatırlatan (hiçbir zaman Veli Amca/Abi olmayan cool insan Veli sahi şimdi ne yapıyordur?) en az Veli kadar orjinal olup, bana bamya tarifi veren, bozuk paralarımı görünce, ay sonu zor gelecek galiba diye takılan manavdan alınmış meyveler, şekerci cafer erol'dan alınmış jöleli şekerler( en sona hep turuncuları kalır, en rağbet göreni kırık sarı olanıdır, neden sırf ondan almayızı da o şekerler için yarışmayı seviyoruzla açıklayabilirim),biraz ruffelslı tavuk salatası,kürşad'ın demek erkek arkadaşlarının listesini yaptın haa diye heyecanla eline aldığı alışveriş listesi, harika bir kitap "Pukka Living" (kesinlikle edinin), iki bardak limonata(merve yapımı), neyir'in hediyesi harika matruşkalar(ben bir matruşka severim, ama matruşkaları açarken çıkan gıcırtıya da uyuz olurum),sol üst köşede, metrocity'nin alt katında, migrosa doğru giderken solda kalan kırtasiyeden alınmış, harika bir defter v.b., herşeye hükmeden kumandalar.



ben bu evi seviyorum.



19 Eylül 2011 Pazartesi

i m like a bird.

cuma günü kuş gibiydim. uçtum gittim istanbul'a. saçma sapan bir yolda resmen mahsur kaldım. kurtarıcım neyir geldi. cafesinde kahvaltı ettim. beni duruşmaya bıraktı. sonra işler işler işleer... kürşadların ofisinin orada bir esnaf lokantasında güzel bir yemek yedim. can'la buluştum. bir ara sokağa sapıp birden deniz kenarına ulaştık.deniz kenarında yürüdük, yürüdük.bahar geldi. bahar'ın katar maceralarını dinledim. sonra gece yarısı kabus gibi bir otobüs yolculuğuyla bahar'la birlikte ankaraya döndüm. otobüs yolculuğu o kadar uzun sürdü ki bir an yanlış otobüse bindik zannedip, bahar'ı uyandırdım. otobüste bir teyze uçakların yerden gittiğini zannediyordu, ona güldüm. cumartesi diş doktoruna gittim. pazartesi için başka bir diş doktoruna havale edildim. yukarıdaki güzel yüzüklerimden birini bahar'a kaptırdım. pazar bahar döndü. burada hayat şöyle böyle.

15 Eylül 2011 Perşembe

göbeğimde istan popomda bul yazıyor. tartıda kaç yazıyor?

ballı lokma tatlısı...

nişantaşı konak pastanesi. küçücük bir dükkanda yenecek ne çok şey var bilemezsiniz.belki de bilmemek daha iyi.

cihangir'de van kahvaltı evi. bir haftada 3 kere gittim desem?

mano burger ve ottoman burger öpüşürken..

mano burger'e gidin.

nusretin lokumunu önceden söylemiştim zaten...

14 Eylül 2011 Çarşamba

alışveriş orucu raporu.

alışveriş orucunda bir ayı tamamladım. insanlık için küçük fakat benim için oldukça büyük bir adım oldu. böyle yazınca da duyan bir dolu marka çantam, yüzlerce kıyafetim var sanacak ama öyle de değildi. sadece dolabımı açtığımda saçma sapan şeylere ucuz diye para verdiğimi, sonra da aman giyecek hiçbir şeyim yok diye dolanıp durduğumu fark ettim. Yoksa afrikada çocuklar aç benimse tek derdim bir tişörtü aynı haftada iki kere giymek falan değildi, o kadar yüce bir insan olamadım.


Düşününce ben;satın aldığı her şeyin suyunu çıkartarak giyen biriyim. Benim dolabımda (Bahar'ınkinden farklı olarak) etiketli bir bluz ya da giyilmemiş bir ayakkabı göremezsiniz. Ama yine de biraz kendimi terbiye etmek biraz da cüzdanımı doldurmak maksadıyla böyle bir işe giriştim. Daha önce de söyledim belki; 8 ağustos-8 Kasım tarihleri arasında alışveriş yapmamak adına girdiğim alışveriş orucuna her türlü kıyafet, çanta, ayakkabı dahil. Orucu bozduğum takdirde de cezası Didem'e bir adet long champ almak. Hala devam ediyorum. 1 ay boyunca neler yaşadın derseniz:


*İlk etapta tabii ki zorlanmadım. Çünkü alışveriş orucuna girmeden bir gün önce; son kez ihtiyaçlarımı(! ) almak adına, Didem'le de abartmama konusunda karşılıklı olarak anlaşarak, alışverişe çıktım. Kötü kaderim neticesinde o gün alacaklarımın bir çoğunu bulamasam da kendime sonbahar için bir adet uzun kollu bir de kurtarıcı beyaz tişört alarak alıverişe son verdim.

*Sonra yine zorlanmadım. Çünkü dolabımda güzel bir temizlik yaptım. Bu esnada pek giymediğim, dolabın arka tarafına ittiğim kıyafetlerimi buldum onları değerlendirdim. Bir ara üç farklı bluzumu tükenmez kalem yapınca cinnet geçirdim.Koslaya yatmış birini yırtılması üzerine kaybettim. Birinden lekeyi çıkarttım. Diğeri hala lekeli ama atamadım. Netice de yaşanan kayıplara rağmen kendimi tuttum.

*Zaman biraz daha geçince yaratıcılığımı konuşturdum, farklı kombinler yarattım. Farklı zamanlarda 20'ye yakın gün İstanbul'da olunca da Bahar'ın dolabına saldırdım. Bu arada facebookta her değişik kıyafetimi görüp, long champ hayalleri kuran Didem'i o Bahar'ın kıyafeti diyerek hayal kırıklığına uğrattım.

* Alışveriş orucum esnasında Bahar için çıktığımız alışverişler dışında kendi kendime de mağazaları gezdim. Hatta yeni sezon ürünlerinin gelmiş olduğu ve en sevdiğim mağaza olan Top Shop'ta harika şeyler görüp, satın almadım. Ama bu geziler sırasında kendimi zaman zaman oruç bitince şunu alırım diye listeler yaparken buldum.

* Zorlanmanın en büyüğünü bayram öncesinde İstinye Park'da gezerken yaşadım. Bir gömleği çok beğendim, bir ayakkabı da baya hoşuma gitti ama hayır almayacağım dedim, triplere girdim o esnada Bahar ve Kürşad bana sürpriz yaparak(!) onları hediye olarak aldılar. Burada biraz hile mi vardı, kendimi çok mu acındırdım bilmiyorum ama Didem'e de Binnur Teyze bir sürü şey almıştı falan diye kendimi kandırdım. Sonra Didem'le hediyeleri de yasaklama kararı aldık(!!??)

*Geçen hafta sonu ise bir düğüne katılmam gerekti. İşte bu baya zor oldu. Top Shop'a harika gece elbiseleri gelmişti. Birini giydim ve harika da oldu. Yine yanımda çok beğendiysen alalım diyen biri vardı lakin ben HAYIR dedim.1539 kere giydiğim bir elbiseyle gittim düğüne, incilerim de dökülmedi. Çok ünlü olmadığımdan da "merve aynı elbiseyle bir düğüne daha katıldı" diye rencide edici haberlerim de yer almadı magazinde.

* Son zamanlarda ise biraz huysuzum. Acaba alışveriş yapmadığımdan mı demiyor değilim.


*Şu aralar da listeler yapıyorum. Bir kapalı ayakkabıya siyah çantaya ihtiyacım var gibi.

Netice olarak alışveriş orucunun beni gördüğümü ve beğendiğimi almama konusunda eğittiğini, ihtiyacı olanı satın alan bir merve yapacağını umuyorum. Para konusunda ise henüz refaha çıkamadım bunu İstanbul'da Vedat Milor misali yaptığım yemek gezilerine bağlıyorum. İşte böyle günler geçiyor sayın seyirciler. Hoşçakalın:)

12 Eylül 2011 Pazartesi

hey sista!

kardeş olmak aynı ayakkabı dan iki tane almaktır.Bir evde her ayakkabıdan bir 36 bir 37 numara olmasıdır.
Kardeş olmak aynı ayakkabılarla sokağa çıkmak, kürşadı da yanına katıp fotoğraf çekmek,



bazı günler abartıp aynı elbiselerle sokağa çıkmak...


ama aynı elbiselerin altına da mutlaka aynı ayakkabıları giymektir.

Kardeş olmak güzeldir.

Kız kardeş olmak en güzeldir.









26 Ağustos 2011 Cuma

Naneli.


Vali Bey Konağı Caddesi üzerindeki Sultanahmet Köftecisi'nden sağa dönünce biraz yukarıda gördüm burayı. Bayan eleman da arıyorlardı, başvursam mı? Naneli şekerci ya da Naneli Lokumcu'ydu adı. Acaba mesai saatleri dışında sandalyelerde oturmak serbest mi?

Düşünüyorum işte.

25 Ağustos 2011 Perşembe

istanbul'da hep aynı şeyleri yapan Merve'nin yeni keşifleri.

Keşif 1 Cremeria Milano--muhteşem dondurmaTünele gelmeden sağda. İstiklal caddesi üzerinde. Yanında Calzedonia var , karşısında Özsüt. Sahibi İtalyan bir kadın. Çok suratsız ama iyi kalpli. Karpuzlu dondurma favorim. Tam bir İtalyan işletmesi, geç saate kalmadan kapatıyor. Sakın tünelin hemen girişindeki dondurmacıya aldanmayın. Ki o dondurmacı, aldığın top sayısına göre külah veriyor. Ne kadar ayıp.



Keşif 2İskele İzmir Lokmacısı/ya da İskele Çay Bahçesi-muhteşem lokma Lokma benim için yıllar önce Didem ve Neyir’le gittiğimiz Kuşadası tatilinde, akşamüzeri tarçınlayıp yediğim efsane tatlıydı ama artık lokma deyince İskele Çay Bahçesi’ni anmamak olmaz. İstinye sahilde. Boğaz karşınızda. Deniz ayağınızın dibinde. Lokmalar sona doğru iyice şerbetli ve leziz. Çayın yanında limon da getirdiklerinden benim için 10 numara bir mekan.



Keşif 3 Galata Konak Cafe-muhteşem milföy pastası+manzaraBurayı bu İstanbul gezimden önce keşfetmiş olsam da hala yeni sayılır. Biraz Galata kulesine, biraz denize, Biraz Haliç’e bakan harika bir terası, bir de çok güzel milföylü pastası var. İlk gidişimde şahit olmasam da ikinci gidişim de çok kötü bir servis vardı ama yine de görülmeli. Yemekleri de güzelmiş. Bahar ve Teyzem öyle dedi.



Keşif 4 La Sirene Bebek -bebeğin gürültüsünden, görgüsüzlerinden muhteşem uzaklık.Bebek'e çok kere gitmeme rağmen, böyle bir yerden neden haberdar değildim bilmiyorum. Ben starbucks ya da nero’da sanki burgerking’de oturmaya gelmişim gibi hissedebiliyorum. O yüzden manzarası harika ve bir cumartesi günü bile sakin olan bu mekana bayıldım, "annem görmeli" listesine bile ekledim. Bebek Parkı’nın içinden denize doğru gidip sola dönerek ulaşmak mümkün.



Keşif 5 İstanbul Modern-sadece muhteşem. Hep gitmek isteyip, hiç gitmediğim yer.Pazartesileri kapalı. Giriş 14. tl.Perşembe günleri ücretsiz. Süreli sergilerden "Son Kodachrome Filmi" adlı fotoğraf sergisi , beni pek cezbetmese de, fotoğraf meraklıları ve sanatçıları için önemli bir sergidir eminim. Ben ilgimi çekemeyişini hintilerden haz etmememe bağladım. (fotoğrafların çoğu hintli ünlülerindi)Bu kadar da sanattan anlamam. Lakin çeviri de olsa, duvarda sözleri yazan, Paul Simon'ın Kodakchrome Şarkısı'nı çok sevdim. Özellikle de; "lisede öğrendiğim tüm saçmalıkları düşününce, hala düşünebiliyor olmam mucize" kısmını.Bunun dışında sürekli sergiye bayıldım. Tabii ki düşünülerek yapılmıştır ama Hale Asaf'ın bir resmine bakıp, bir kaç resim sonra Teyzesi Mihri Müşfik'in tablosuyla ve sonra da biraz daha ileride onun ders aldığı İtalyan ressamın eseriyle karşılaşmak, benim için çok keyifliydi. Eğer İstanbul'da otursaydım, sık sık gideceğim bir mekan olurdu. Şansıma gittiğim gün Elif Şafak da söyleşi için oradaydı. Bir gün cafe'sinde oturup bir şeyler yemek, bir de müze mağazası'ndaki tasarım yüzüklerden edinmek gerek.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

easy

iftar saatine az kalmış. telefonun ucundaki ses "senin dediğin yerde değilmiş mekan, sen bostancı dolmuşuna atla gel" der. mesafe çok değildir ama dolmuş kuyruğu çoktur. neyseki çabuk ilerler ama bu sefer de trafik çoktur, beklersin. dolmuşa binersin, inersin, buluşursunuz. mekanı sorarsınız bir bakkala "aaa burada değil ki der".


bir taksiye atlayıp, doğru yere gidip, iftara yetişmeye çalışırken, yukarıdaki fotoğrafın önünden geçersin.


dersin ki "ben burayı göreyim diye olmuş bu terslik,
bir de dolmuşçuyla muhabbet edeceğim varmış.."
foto:fener stadına doğru giderken.

23 Ağustos 2011 Salı

Çiya.

Üsküdar'da , Kadıköy'de hatta Pendik'te duruşmalarım oldukça mutlaka Kadıköy Çarşı'da bir şeyler yaparım. Beyaz Fırın'dan ıspanaklı sarma ve Ankara'ya götürmek için gevrekler alırım, Baylan'da kup griye yerken mest olurum, Şekerci Cafer Erol'dan annemle babamın favori küçüklük şekeri jöle şekerlerden stoklarım, Şampiyon'da çeyrek midye yerim, manavlara bakarım, balık fiyatlarını kontrol ederim.. Kadıköy Çarşı'da gezmeye bayıldığımı bilen çok sevdiğim arkadaşım Nihan da bana neredeyse 1 yıl önce söylemişti, "Merve Çiya'ya mutlaka gitmen gerek" diye.. Bir kaç gazetede de karşıma çıkmıştı ve hep aklımdaydı gitmek..

Derken bir cuma akşamı Bahar işten çıkamayınca ve iftar saati yaklaşırken ben Kadıköy'de olunca, Kürşad da telefonun ucunda, "Merve Çiya'da yer ayırttım iftar için, hadi gidiyoruz" deyince, başka çarem kalmamıştı.


Çiya'ya gelince; aslında mekan açılırken kebap ve lahmacun yapmak üzere yola çıkılmış ama açıldıktan 11 yıl sonra Çiya Kebap'a bir de Çiya Sofrası eklenmiş.Bu Sofra'da Anadolu Mutfağı'nın en güzel yemekleri pişirilmiş, 2001'de ise ikinci bir Çiya Kebap açılmış ve hepsi Kadıköy Çarşı'nın içinde 20'şer metre aralıkta arz-endam etmekte.

Biz bu sefer Çiya Sofrası'na gidiyoruz. Kapıdan girer girmez, solda o günün menüsü, tencerelerde, kazanlarda bize selam veriyor, sağda birbirinden harika mezeler bizi karşılıyor. Hani mutluluktan başı döner ya insanın , bana olan da öyle bir şey.. Çünkü bir kere ne olduğunu bilmediğim bir sürü yemek var ve bir de birazdan onları yiyecek olmanın heyecanı..





Yemeklerin arkasındaki usta sabırla, herkese, tek tek , hangi yemeğin ne olduğunu ve içinde yer alanları anlatırken, bir kağıda yiyeceklerinizi not ediyorsunuz..Ama biz zorlanıyoruz. Çünkü hepsinden yemek istiyoruz. Çaresizliğimizi gören, süper yardımcı garsonumuzun da desteğiyle harika bir sofra kuruluyor önümüzde.




Ayran aşı çorbasıyla başlıyorum. Harika bir humus, muhammara, içli köfte, küllübaşotu, kısır, vişneli köfte, patlıcan dolması, hünkar beğendi , türlü, perde pilavı derken ne yediğimizi de unutuyorum sevinçten.


Yan masalarda görünce karadut şerbeti de içiyoruz.Tatlıyı da seçmekte zorlanınca, kabak, domates, turunç, ceviz, patlıcan, zeytin tatlısıyla beraber, güllaç ve şöbiyeti, su gibi bir kaymakla afiyetle yiyoruz.

(



Evet hepsini ve hatta buraya yazmayı unuttuklarımı da yiyoruz. Benim için hayat bu. Benim için bir yer, içimde, sevdiklerimi de getirme isteği uyandırıyorsa, onlar da yesin bu efsane yemeklerden dedirtiyorsa, işte gerçekten çok güzel bir yer...



ve sadece yemekler değil sanki, orada insanı çeken bir şey var... Hedefimde ise tekrar gitmek ve kebapçıyı da ziyaret etmek.
Fotoğraflar biraz yemek telaşından biraz ayfondan dolayı dandiktir. İdare ediniz:)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Neyir'in Cafesi..

Neyir herkesin emeklilik hayalini gençken yaptı. Onu yıpratan işinden ayrıldı ve bir cafe açtı.
Niyetim İstanbul'a gitmişken ona sürpriz yaparak, aniden cafesinin kapısından içeri girmekti. Ama bulamam belki telaşı sarınca bünyeyi, yaklaşınca, "geliyorum been" diye telefon açtım.




O önce şaşırdı, çok sevindi sonra beni pembe motoruyla ışıklardan alıp, cafesine götürdü. (Uçak'da rica etseler; "düşüyoruz, pilotmumuz da devre dışı" deseler, neyir uçağı da kullanır.) Önce korktum motordan ama sonrasında hiç inmek istemedim.(Küçükken de bisikletin ön tarafına oturtturur, gezdirirdi beni, neyseki motordan düşmedik bisiklettte olduğu gibi)


Cafesinde leziz ev yemekleri + özel günler için kurabiye ve pastaları da var.


Bu da domates ve biber görünümlü patlıcan:)


Ve neyir çalışırken:)



Bir de keşke aynı şehirde yaşasaydık ya.


Özlemişim.


adres:karabük cad. no:1 cevizli/istanbul

16 Ağustos 2011 Salı

4.

"hayat bu işte" dediğim zamanlar oldu.



mesela; dilini bilmediğim bir ülkede, akşam üzeri, çok güzel bir sokağa çıktı yolum, renkleri harika çiçekler gördüm, boynumda senin sevdiğin renkte bir atkı, yanımda sevdiğim insanlar vardı, sonra bir köprü çıktı karşımıza, bizi, görüntüsü hala hafızamda olan bir meydana götürecek olan, ben o köprünün üzerindeyken, bir şarkı çaldı.. sana dair bir şarkı, ben orada senin olduğunu hissettim.



yine bir akşam, arka fonda tanju okan çalarken, senin sesinden dinlediğim istanbul sokaklarından birinde, denize bakarken, o anı kaydetmek istedim. işte tam da o anda, bu şarkı bana gelsin deyince, bizim şarkılarımızdan birini söylemeye başladı güzel bir ses. sen yine geldin, ben buradayım dedim.



özlemin biteceğini düşünmedim hiç ama aklıma gelmeyeceğin günler olacak sanmıştım, hiç olmadı. sesini de hala unutmadım.



seni özledikçe senin hatırlatan şeyler yapmaya devam ettim. iş çıkışı dükkana yürüdüm mesela, çayıma limon sıktım.



biz iyi ki o balkonda, o şarkıları dinledik. sen iyi ki bizimdin.



nur içinde yat.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

simple is the best

sabah evdekileri uyandırıp, onlar işe gidince biraz daha yattım. sonra telefon sesine uyanıp, evin diğer sakinine kahvaltı hazırladım. bayat pidelerden kruton yaptım. (bayat ekmekleri küp küp doğrayıp, üzerine biraz zeytinyağı gezdirdikten sonra, fırınlayın, çok kızarınca çok güzel oluyor) bunu yaprken sürekli "just pide" diye mırıldandım. evi topladım. meyva tabağındaki üzüm, erik ve armuttan karışık bir komposto uydurdum. (önce erikleri suyla doldurduğunuz orta boy bir tencereye alıp, ocağın altını açın, su kaynamadan, ısınmaya yakın, bir su bardağı şeker ekleyin, kaynadıktan sonra halka hakla doğradığınız armutları ekleyin, o da bir taşım kaynadıktan sonra üzümleri de atıp, kısa bir süre de onu fokurdatın. Soğuduğunda buz dolabına alın.)patlıcanları közledim. biraz kitap okudum. bir iki güzel şarkı dinledim. çamaşırları topladım. camları açtım.

hayat bazen çok basit ve çok güzel.

14 Ağustos 2011 Pazar

naber çikita.

çimlere kareli bir örtü sermişiz. uzanmışız, gökyüzüne bakıyoruz, dünyanın nasıl oluştuğu konusunda neye inandığını anlatıyor bana. ben de dinliyorum. arada ben ona soruyorum, arada o bana soruyor. anlatıyor, anlatıyor.sonunda da beğendin mi diyor. onaylanmak isteyen küçük bir çocuk gibi.kimsenin görmediği çocuğa diyorum ki "çok güzel anlattın".

bize dair bir şey düşününce aklıma gelen en güzel kare, yine bir çim çamur içindeyken çocuk ayağımda terlik var diye beni kucağına almış, ben o arada ne anlatıyorum bilmiyorum ama gülüyor, çok gülüyor ve diyor ki, güldürme düşüreceğim seni. ve güldüğü için kollarında ben ağırlaşıyorum. yere yaklaşıyorum ama düşürmüyor beni.biz hep o andaki gibi kalalım. iyi ki doğdun çocuk. seni seviyorum.



bu yazı 21/06/2011 de yazılmıştır.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

sütlaca doğru.

Ben bir yerde şarkı söylüyor olsaydım ve gelip beni dinleseydin karşıma oturup, kesinlikle Bu şarkıyı söylerdim.

Gitmek hep güzel. Küçük bir kızken ben ve geceleri arabayla eve dönerken, eğer yolda bir varan otobüsü görürsem duygulanırdım. tepemden geçen uçakların içinde olmak isterdim hep. istanbul'a giderken otobüste ikram edilen çokoprense bayılırdım. hiç trene binmemiştim ama halamı tren garından uğurlamak için can atardım. büyüdüm değişmedi. hala sabah erken bir saatte, bavulunun tekerleğinin asfaltta çıkardığı ses en sevdiğim ses.
ama bazen gitmek daha güzel. pijamanın, havlunun, diş fırçanın olduğu, gidemeyeceğin sandığın, içinde çok özlediklerinin olduğu, evim diyebildiğin bir yere gitmek daha güzel.

hoşçakalın.

12 Ağustos 2011 Cuma

taktak.

iki elin sahibinin de aynı olduğuna inanmak baya güç!



bahar istanbul'a gidince kıyafet blogu hayal oldu , o halde ben de takılarımı koyarım.en sevdiğim takı yüzük. aynı model, ince yüzükleri işaret ve orta parmağıma takmaksa favorim. bu sene bronz/rose takılara bayılıyorum.




bu yüzüğün gümüş rengini uzun süredir beğeniyordum. dükkanda bronzunu görünce dayanamadım aldım. parmaklarım kısa ve bu yüzükle tombik gözükse de sağ elimde ilk fotoğraftakiler sol elimde buyüzüğüm gayet ahenkli oldu bence..

dükkanımıza beklerim.




ulus iş hanı d blok no:7.