27 Aralık 2018 Perşembe

merve mektup 2018 (yanıtlı versiyon)

hello merve. bitiyor 2018 neler yaptın?
geçen seneki mektubunu açıyorum şimdi önüne.
canım mervecim,
bir dükkan bul kendine haydi yolun açık olsun. demişim.


çok baktım dükkan. ama bir türlü cesaret edemedim. sonra da galiba vazgeçtim. yeterince iyi olup olmadığımı sorguladım, benimle , benden sonra yola çıkanların ilerleyişine baktım, canımı acıttım. sonra da bıraktım. kendine bunu yapma dedim. hala bu işi yapıyorum. hala insanlardan güzel yorumlar alıyorum ve çok güzel iki yerde markam yaşıyor. ömrü uzun olsun.

spor konusunda nasıldım?

6 ay çok iyiydim. ama bir ara arayı çok açtım. 112 kez antreman yapmışım. ki buna saatimi takmadığım günler değil. ama beslenmede epeyce sapıttım. olsun kız. iyi yedin. 2019 da yemezsin.

seyahat etmek yine önemliydi. 

Çok güzel seyahatlerim oldu. bozburuna 2 kere gidebildiğim efsane bir yıldı. italya tatili unutulmazdı. berlin ve londralar sadece seyahat değildi, konuştuklarımız, güldüklerimizle kendimize de bir yolculuktu.hala fasa gidemedim. ürdün, antep, japonya planlar dahilinde değil. ama sicilya seyahatini planladım bile. aferin. 

bu yıl yeni neler denedin? neler öğrendin? 
medistasyona başladım. bence devam edeceğim. yoga da kendimi geliştirdim. dil öğrenme konusunda hevesim yok. ama ingilizcemi bol kullandığım bir yıl oldu en azından.antalya maratonuna gidemedim. ama istanbul maratonunu atlamadım.iyi de bağış topladım ve babam ve baharla katıldım.

sağlık kontrollerimde başarılıydım. 

kalbimi ve jinekolojik muayenelerimi aksatmadım. geçen yıla göre bir artı aferin. dişle ilgili sıkıntım olmasa da kontrole gitsem iyi olurdu. seneye inşallah. 

kedileri de 2018 e yazsam mı? demişim. 
ve evet bir kediyi evimde ağırladım, evinde ziyaret ettim. aferin kız. 

çocuk işinde ne durumdasın? yapacak mısın? çocuksuz musun? evlat mı edineceksin? netleş demişim.

bu konuda netleşemedim. ama kendimi akışa bırakmaya karar verdim. düşünmeyeceğim çok. ve simay bülbülle tanışacağım, seyrantepedeki mekanını ziyaret edeceğim. 

bu yıl bir konuyu iyice öğren istiyorum. ister kurtuluş savaşına çalış, istersen japon kültürüne yoğunlaş ama bilgilen mervecim. canımı sıkma demişim. 

love and sex belgeselinde japonların aşk ve seks hayatına yüzeysel bir giriş yaptım, o sayılmaz değil mi? yok bu madde hiç olmamış. otur sıfır.

instagramı çok azalttın aferin demişim. 
bu yıl yine çok vardım oralarda. nasip.

yardım işlerinde fena değildin ama düzenli bir fayda sağlamaya kafa yor. demişim.

ve yordum. düzenli iletişim içerisinde olacağım bir arkadaşım oldu ayrıca yine düzenli fayda  konusunda süper ötesi bir sistem kurmuş birine en azından her ay destek oldum.

daha çok müzik dinle. demişim. 
dinledim. çok dinledim. hatta bunları yazarken çok güzel bir şarkı çalıyor.

maneviyatını güçlendir, bu konuda daha çok eylem bekliyorum senden. 

hımm bu konuda ne yaptım bilemedim. neyse önümüze bakalım.

Bu yıl neler istersin?

yüz yogası yapayım. 
vitaminlerimi, omega 3 lerimi aksatmayayım.
daha az konuşan, daha çok dinleyen ve daha çok yürüyen biri olayım.
meditasyonda yol alayım.
spora devam, sağlıklı beslenmeye başla. ama insanları çok darlama bu konuda, kendin de dahil.
çok okudum bu sene, daha da çok okuyayım. good read uygulaması çok güzel.
dingin biri ol.
akışa bırak kendini, endişelerle anı kaçırma.
bol bol esne.
iyi biri ol. 




özetle;
seni hala seviyorum merve. ama daha çok sevmek isterim.
seni bu yıl biraz daha tanıdım. seninle konuşmayı, kafanın içindeki şarkıyı hala seviyorum.
neşeni kaybetme.
kendi kafanı yaşa.
sevdiklerin hep seninle huzurla sağlıkla yanında olsun.


16 Kasım 2018 Cuma

ervah-ı ezelden

nurcanın sarı pırasa saçları, burnunda çilleri var. yüzünde kocaman bir gülümseme. hep gülen bir yüzü var. sanki o gülümsemenin ardında üzüldüğü şeyler var. ama geçer be nurcan. geçmez mi?
nurcanın tertemiz kalbi var. sen nereden biliyorsun? hissedersin. avukat nurcan, ama seramik yapar. buluşalım deriz buluşamayız. bir akşam acıklı şarkılar açmışız. hani fazla aşk acınız var mı dedirten cinsten. hani soğuk bir tepeye çıkıp, yere çömelip, üşüyerek, üşüdüğünün farkına varamayacak halde olmayı istemek. derken haber geldi. nurcan gitmiş. al sana acı. al sana göz yaşı.

sonra bu çaldı;

Dünyayı sevenler veli değildir,canım değildir 
canı terkedenler deli değildir 
insanoğlu gamdan hali değildir 
her birini bir efkara yazmışlar 

13 Kasım 2018 Salı

paralel evren

paralel bir evrende benimle olduğunu bilsen, ama bu dünyada ben seni tanımasam, hatırlamasam, peşime düşer miydin, beni arayıp bulur muydun dedi. o spordayken bunu düşünmüş, peşime düşermiş, ama korkmayayım diye bunu hemen bana söylemezmiş. fakat beni tanıdığı için, benim sevdiğim şeyler yaparmış. beni sushi yemeye götürür, kitapları, resimleri, müzikleri sevdiğimi bildiğinden o konularda sevdiklerimden bahsedermiş. ben de dermişim ki kürşad bey beni ne kadar iyi tanıyor:)

yemeğe gittiğim, çok da tanımadığım adama bey diyorum diye epeyce güldüm.
ama bu tatlı bir konuşmaydı.
unutmak istemedim.


30 Ekim 2018 Salı

öpsem öpsem ellerini

Akşam muhabbet nereden bizi oraya getirdi bilemiyorum. Bryan Adams'a ne oldu geyiğine başladık. Bir kaç eski şarkı dinleyip, Ghir Enta'yı sonra da yoututube'da Soud Massi'nin canlı performansının olduğu bir video açtık. Son günlerde okuduğum bir kitapta, kaybettiğiniz sevdiklerinize, gün içinde anlar armağan edebilirsiniz minvalinden bir öneri vardı. Ben de şarkının başında çalan ud taksimini dedeme hediye ettim. Dinlerken ellerini düşündüm, ellerini öperken duyduğum sabunla karışık taze limon kokusunu, ellerinin o hafif pütürlü halini, rengini. Hediyem ulaşır mı, ulaşmaz mı diye düşünmeden, o melodiler beni onunla keyifle müzik dinlediğimiz anlara götürdü. 

Bu sabah metro merdivenlerinden çıkarken birden gitar sesi duydum. Hasret çalıyor. Dedem hediyemi almış, bana yeni bir hediye etmekte de hiç gecikmemiş bile.

7 Eylül 2018 Cuma

eylülün istanbulu

eylülün istanbulunu çok severim.
çünkü bir eylül burda güzel geçerse bütün eylüller sana onu anımsatır.
eylülün istanbul'unda, kürşad işten erken çıkar,  haribyede buluşuruz, dolmuşla beşiktaşa iner, ordan bembeyaz bir motora atlar, akşam güneşinde üsküdara geçeriz, hava ne soğuk, ne sıcak, manav tezgahlarını dolaşırken bana bir file alırız. içini kadıköyde doldururuz. çarşıdan yokuşu çıkar, beyaz fırının tezgahlarına, papağandaki kuruyemişlere bakarız. fazıl bey'den gelen kahve kokusunu içimize çeker, çiya da yemek yeriz.

mandalina kokusu

mandalina kokusu beni mutlu ediyor. kafamda anılar canlanıyor.
okuldayım. maltepe'de. büyük bir sınıfta küçücüğüm.
hava kararmış. florasan ışıklar aydınlatıyor sınıfı. kaç yaşındayım?
8 belki 9. ama 10 değil. çünkü baharla aynı okulda olduğum yıllarda olduğu gibi abla abla hissetmiyorum henüz.
sınıf mandalina kokuyor.
ben evimizi düşünüyorum.
evimizde de hava karardı mı? annem ne yemek yaptı?

mandalina kokusu huzur veriyor.
evdeyiz bu sefer,  hava soğuk mevsim kış. gülüyoruz. ertesi güne bir sınav, ödev  yok. tv açık. turuncu battaniyenin altında uzanıyoruz. belki soğuk parmaklarımız baharla birbirine değiyor. annem mandalina getiriyor, babam soyuyor.

6 Eylül 2018 Perşembe

haydar haydar

ışık almayan odanın ortasındaki beyaz duygusuz masada karşılıklı oturuyoruz.
oturduğum yerden sokak görünüyor. masadaki bilgisayardan hafif bir klasik müzik geliyor.
handel olabilir mi? olabilir. sarabande olabilir mi? neden olmasın? ikimiz de müzik dinlemekten keyif alıyor gibi yapıyoruz. Sizli bizli, hanımefendili, beyefendili yalandan konuşmalar. Keyif falan almıyoruz aslında, ben şuradan kendimi sokağa atsam, gözlüklerimi geçirip, yokuşu çıkarken, doya doya bir ağlasam diye geçiriyorum içimden. Karşımdaki ne düşünüyor acaba? Apartmanın sokağa çıkan merdivenlerinde el sıkışırken beni aşağı itmeyi mi?

Uzun süredir kafesimin dışında kalan insanlardan uzağım. Kafesimde ise dertler benzer. Dövizin yükselişi, alınan kilolar, paranın yetmeyişi, İstanbul'un insanı bitirişi, konuyu en fazla "bu hayat nereye götürüyor bizi"ne kadar getirip, akşam yine dizlerimizi çekip uyuyoruz. Bizleri uykusuz bırakacak dertlerimiz yok çok şükür.

Kafesimin dışına çıkmayı unutmuşum. Oysa erkenden beyazlamış saçlarımı, yüzümdeki o hüzünlü kırışıklıkları dışında geçirdiğim günlere borçluyum.

Görüşmemiz bitiyor, sokağa çıkıyorum, kimse beni merdivenlerden aşağı atmadı, ben de ağlamadım.
Taksi bulamıyorum. En sonunda içinde yolcu olan bir taksi, müşterisini az ileride indirip beni almayı teklif ediyor. Kabul ediyorum. Arap müşterileri Nusret'in önünde indiriyoruz.

Taksici başlıyor anlatmaya, kızı özürlüymüş. ama ağır değil, hafif derecedeymiş, Mecidiyeköy'deki okula gitmesini istiyormuş, okul otel gibi tertemizmiş. Kızını bir görsem benden bile güzelmiş,  alımlıymış, dışarıdan gören kimse onun özürlü olduğunu düşünmezmiş. Ama o kızının özrünü kabullenmiş bir babaymış. Bugün beni bıraktıktan sonra, geçen sene onu kabul etmeyen okula kızını tekrar teste götürecekmiş.Eşi bu duruma çok sevinmiş, baba olarak kızıyla ilgilenmesi hoşuna gitmiş. "Ne iyi bir babasınız" diyorum. "Benim gibi baba olmak da ne var, asıl eşim çok iyi bir Anne, o olmasa ben kızıma bakamazdım" diyor. "Olsun" diyorum, ne babalar var, bu durumda eşlerini terk edip giden.

Taksiden iniyorum, kafesime doğru ilerlerken düşünüyorum, bir yerlere para göndermekle, hediyeler almakla olmaz. birbirimize karışmamız, birbirimizi dinlememiz, derdimizle dertlenmemiz, hal hatır sormamız gerek. ama nasıl?




27 Ağustos 2018 Pazartesi

these streets will never look the same


Strazburg caddesi başında araçtan iniyorum. Her zaman yaptığım gibi düz devam etmeyip, bu sefer sağa kıvrılıyorum. Ankara sıcak. Topuklu ayakkabılarımla hızlı hızlı yürüyorum. 13 yıllık ciddi bir avukatım ben. O kadar topuk olacak. Sokağın sonuna doğru bir iş hanına giriyorum. 3. Kata kadar yürüyerek çıkıyorum. İçeri girip görüşeceğim kişilerle tanışıyorum. Karşımdaki kadın “ne kadar da genç bir meslektaşımızsınız, çok mutlu oluyorum böyle gençleri görünce” diyor. Çok da genç sayılmam aslında. Sonrasında benden 3 yaş küçük olduğunu öğreniyorum. Bizi yaşlı gösteren yüzümüzdeki çizgiler değil, tavrımız olabilir mi?
İşim bitince tekrar sıcak sokaktayım. Sıhhiye’ye doğru yürüyorum. Köprü altındaki çarşıya giriyorum. Soldaki telefoncu kapatmış, sağda bıçak satan dükkan yerinde. Burada bıçak satılır, gece yarısı biri diğerini, bu dükkandan aldığı ile bıçaklar köprü altında. Bunu düşününce sabah İstanbul’dan yola çıkmadan, Ayazağa’dan yokuşu çıkan, açık camdan eve dolan, sabah ezanıyla bıçak gibi kesilen kadın erkek çocuk çığlıklarını hatırlıyorum.
Çarşıdan çıkıp, soldaki merdivenlerden köprü üstüne çıkıyorum. Merdivenlerde sadece fişler, izmaritler yok. Bayan Açelya’nın numarası da var. Bayan Destina’nın  kartını görünce değişikliği fark ediyorum. Kartlar da “Bayan” ların fotoğrafı yok, meşhur kartlar da zamanla muhafazakarlaşmış olabilir mi?
Köprü üstünden Abdi İpekçi parkına bakıyorum.  8 yıl süreyle her sabah selamlaştığım ağaç orada.  O zamanlarda aklımdan geçenleri hatırlıyorum. Ben hep bu yoldan mı yürüyeceğim ağaç? Ben bir gün buralardan yürümezsem beni hatırlayacak mısın?
O parkta tanıştığım açlık orucundaki öğretmenler, kot kumlama işçisi Ahmet ağabeyi anımsıyorum.
Parkın ortasında Metin Yurdanur’un gökyüzüne açılmış elleri. İçimin dolu dolu olduğu, gözyaşlarımın donup kaldığı bir iş günü, o ellere çıkıp, 3 gün orda yatıp, grev yapmak istemiştim de, kısmet olmamıştı.
Köprüden inip, Dış Kapı otobüsüne atlıyorum. Çünkü eskiden, Cumaları öğle tatillerinde dükkana gelirdim. Sağımda Dil Tarih. Bazı öğlenler dışarıda yiyeceğim deyip, yemek yemeden oturduğum banka bakıyorum. Kocaman bahçede hala sere serpe yatan biri yok. Minik bankım da dolu.
Sonrası Olgunlaşma Enstitüsü, Ankara Radyosu, Resim Heykel Müzesi.
İller Bankası’nın artık olmadığı yere gelince, kafamı camdan içeri çeviriyorum.
Ulus’ta iniyorum.
Dükkandan gelen helva kokusu. Bugün dedem gideli 11 yıl olmuş.
Yürüdüğüm yollara soruyorum, Dedem de geçti buralardan. Onu hatırlıyor musunuz?






cherry i hate

her yazın bir şarkısı var. bu yazınki cherry. chromatics'den.
Cherry
Tells me some things I don't want to know
And I can't see
A light at the end for us anymore
But I can't keep crying
All of the time
No, I can't keep crying
All of the time
Cherry
Can be very sweet when she needs a friend
But it's only
A mask that she wears so she can pretend
And I can't keep running
All of the time
No, I can't keep running
All of the time
Cherry
I hate

iskeledeyim. ıslak mayomu 2'den sonra değiştirmemişim, üzerimde kurumuş. saçlarım, tenim, kitabım, tuzlu ve sıcak. neşeliyim. güneş batmak üzere. denizin üzerindeki tatlı ışığı seyrediyorum. müzikle uyumlu, kıpır kıpır. şarkı bitiyor. iskeleden denize atlıyorum. güneş şimdi kaybolmuş. dalgalarda ışık yok. lacivert bir kadife. ağır ağır yüzüyorum. dünya çok güzel.

30 Temmuz 2018 Pazartesi

araya mola-bir temmuz günü

yazılara devam edecek miyim?
bilmiyorum.

sıcak bir temmuz günü.
metroyla şişhane'deyiz.
sokaklar eskisi gibi mi? ben mi öyle görmek istiyorum?
metrodan çıkıp peray'a doğru yürüyoruz.
müzeye geldik.
istanbul'da deniz sefası.
çok duygusalım.
istanbul'un şimdisine ağladım biraz.
sonra film izleyeceğiz.
sonsuzluk ve bir gün.
film başladı.
"dedeme göre zaman bir çocukmuş ve sahilde iskambil oynarmış"
eleni karaindrou'dan eternity and a day çalmaya başladı.
ben de ağlamaya başladım.
filmin sonuna kadar da ağladım.
filmden çıktık.
üşümüşüz.
sıcak iyi geldi.
şişhaneye doğru yürüdük tekrar.
yürürken iki ergenlik tartışıyor. diyor ki gözü yaşlı olan "ben seni sorguluyor muyum böyle bir filmde nasıl ağlamadın diye?"
ben kocaman gözlüklerimin ardında kırmızı gözlerimle geçtim yanlarından.
divan'a çıktık.
manzara ne güzel.
sonra indik.
yedik.
kiliseye gidelim dedim.
olur dedi.
bir mum yaktım, semih abi için.
tutmadı dilek.
sabaha erken saatte haberi geldi.
konyaya gittik.
üçümüz bir uçakta en son ne zaman bir yere gittik?
ağladık, üzüldük. geri geldik.
uçakta kırmızı aya bakıyorum.
yanımdaki yanındakine soruyor.
ölümden sonra kavuşmak var mı?


18 Temmuz 2018 Çarşamba

day 3-19/06/2018


Day 3

Sabah kahvaltısı leccenin en eski pastanesinde Cotognata Leccesede bütün hamur işleri çok leziz. İçerisi bağıra çağıra konuşan İtalyanlarla dolu. Oturmadan barda kahvelerimizi içip cornettolarımızı yedikten sonra istikamet yine istasyon. Sıradaki durak salento bölgesinin Osmanlı izleri taşıyan otranto'su.

Eski şehre iner inmez, doğruca Otranto katedralindeyiz. Rivayete göre  8 Temmuz 1480’de 128 parçalık Osmanlı donanmasıyla Otranto açıklarında görülen Gedik Ahmed Paşa 18 bin kişilik bir kuvvetle İtalya çizmesinin tam topuğunda yer alan şehri kuşatmış. İki hafta kadar dayanan şehir nihayet 11 Ağustos’ta ele geçirilince,  Paşa daha önce fethettiği hiçbir yerde yapmadığı kadar şiddet uygulayarak, 800 kişiyi din değiştirmeleri için zorlamış. Rivayete göre aralarından bir terzi teklifi reddedince Türkler de 800 kişiyi kılıçtan geçirmiş. Hatta ilk öldürülen terzi başsız bedeniyle infazın sonuna kadar ayakta kalmış,  yıkılmamış. Bunu gören Türk askerlerinden biri de dayanamayarak Hıristiyan olmuş ama hemen çarmıha gerilmiş.

Bu hikaye kilisenin duvarlarında ayrıntıları ile resmedilmiş, kilisenin iç kısmında da o tarihte öldürülenlerin kafatasları mevcut ve oldukça ürkütücü.

Kilisede gezerken, yanımızda bir İtalyan yaklaşıyor, hikayeyi biliyor musunuz diyor, kürşad da evet üzücü bir hikaye diyor, İtalyan adam istanbul’dan geldiğimizi  duyunca resmen dehşete kapılıyor.

Sonrasında Kürşad bu vahşeti araştırmak için kendini adıyor ve yabancı bir çok kaynaktan konuyu araştırıp, öldürülenlerin 2013 yılında vatikan tarafından aziz ilan edildiklerini öğreniyor, İlber hocamız da araştırmalarımızı destekler şekilde görüş beyan etmiş. Şöyleki; Papalık Ortodoks inancına sahip olan bölgede halkı Katolikleştirmek için çaba sarf ediyor ancak bir türlü tam başarı sağlayamıyormuş,  Vatikan’ın gönderdiği piskoposlar bölgede kabul görmemiş. Çok sayıda isyan çıkmış.   Otranto seferi ise 1479’da imzalanan Osmanlı-Venedik barış antlaşmasının hemen ardından, Papalığın düşmanı Floransa hâkimi ünlü Lorenzo de Medici’nin teşviki ile gerçekleşmiş. Dolayısıyla Osmanlı’nın Otranto’da bahsedildiği gibi aşırı şiddet uygulamasının akılcı bir nedeni olmamakla birlikte öyle gözükmesinin Papalık açısından faydası olduğu kesin. Çünkü ortada her dönemde olduğu gibi bir ‘din siyaseti’ varmış.

Konuyu tüm boyutlarıyla araştırıp, görevimiz sona erince sahile iniyoruz, iki şemsiye bir şezlong kiralayıp, bu sefer de Ortanto'da denize giriyoruz. Kaleden sahile inerken daracık sokaklardan geçiyoruz.

Deniz aşırı temiz olmamakla birlikte keyfili vakit geçirmemize yetiyor.
Dönerken yol üstünde tesadüfen rastladığımız bir yerden sandviç ve cips alarak otobüsle tekrar Lecce'ye dönüyoruz.

Akşam evimize varıp, giyinip süsleniyoruz.
Üzerimde kırmızı bir etek var ve Kürşad sürekli herkesin bana baktığını söyleyip,Lecce’nin İspanyolu geldi diye benimle dalga geçiyor. Bu akşam dün gelemediğimiz Torre de Merlino’dayız. Kürşad 4 peynirli harika bir pizza yerken benim tercihim makarna.

Yemeğin üstüne ise tekrar Alvinodayız ve lecceselerimizi içiyoruz.
Roma anfi tiyatrosunun duvarlarına oturup gelene geçene bakıyoruz. İçimden bir ses lecceyi özleyeceksin diyor.




27 Haziran 2018 Çarşamba

Day 2-18/06/2018



Day 2

Bundan tam 16 yıl önce bugün üniversite sınavına girdiğimi hatırlıyorum. o gün hangi üniversiteyi kazanacağımı, ne iş yapacağımı bilmiyordum. sınavım da oldukça kötü geçmişti. cashmere de arkadaşlarımla, efkarlı şarkılar eşliğinde dansederken, gelecekten tek beklentim, yanımda sevdiklerim dünyayı gezmekti. o anı dün gibi hatırlıyorum. 16 yıl sonra dileğimin yıl dönümünde dünyanın hiç görmediğim bir yerindeyim.

Sabahtan dün çok beğendiğimiz doppio zerodayız, Kürşad peynirli omletli bir kahvaltı tabağı alıyor, ben kruvasan, tereyağ ve reçel yiyorum, birer cappucino ile taçlandırdığımız kahvaltımızı Gallipoli'ye gitmek üzere sonlandırıyoruz.

Lecce’de biletileri alıp trenin nereden kalkacağını anlamaya çalışıyoruz , ikimizde ayrı yönlere gitmişiz, o sırada trenitalia üniformalı gençten bir çocuk karşıma çıkıyor, nereye gitmek istediğimi anlasa da bana nereden gideceğimi bir türlü anlatamıyor, sonrasında elindeki valize aldırmadan, benimle trenin kalkacağı yere kadar yürüyüp gösteriyor. İtalyanların bu yönü bizden farksız, dilini konuşamasalar da sonuna kadar yardımcılar.

Sonrasında Kürşad'ı buluyorum ve rayların üzerinden geçerek treni beklemeye başlıyoruz.
Tren geldiğinde o da ne? Bu mazotla çalışan adeta ilk tren diyebileceğimiz eskilikte bir çılgın ulaşım aracıJ

İçine bindiğimizde dışının içinden daha yeni olduğunu görüyoruz, koltuklar deri, turuncu perdeleri bile var ve tabi ki klima yok, bütün yol bunaldıkça kafamızı camdan dışarı çıkartıyoruz.

Trenin içinde ise herkes adete bir roman karakteri.

Kulağımda harika müzikler , etraf çok güzel, bazen bir istasyonda uzun uzun bekliyoruz ama bunlar bile bizi çıldırtmıyor. Bir günde sanki İtalyan olmuşuz, bu çılgın yavaşlığa anında uyum sağlıyoruz.

öğle saatlerinde Gallipoli'de trenden inip, eski şehir merkezine yürürken çevremiz tam bir hayal kırıklığı sanki, ne zamanki balıkçıları görüyorum, işte o zaman gözüme güzel görünüyor.

Yine de buralar turist kaynayan klasik İtalya’dan çok farklı. Deniz kenarına ulaşınca İtalyan ailelerle ve genç arkadaş gruplarıyla karşılaşıyoruz. Bu sefer de aklıma "olağanüstü akıllı arkadaşım" kitabı geliveriyor. Kendimce bir lenu, bir solara ailesi buldum bile. İskelenin yanında gördüğümüz şezlongların ne kadar olduğunu öğrenmek isterken adam ücretsiz diyerek bizi şaşırtıyor, deniz inanılmaz temiz. Plaj hafta başı olduğundan kalabalık değil ve kendimi dünyada minicik bir nokta gibi hissediyorum.  Dönerken ara sokaklarına dalınca karşımıza bir dolu meyve sebze arabası ve sünger satan tezgahlar çıkıyor. Her yerde acı kırmızı biberler asılı, üzerinde viagra yazıyor. Dünyanın her yerinde önemli konular ortakJ Zamana aldırmadan, sırayla denize giriyor, güneşleniyoruz.

Uzun uzun acele etmeden, telaşlanmadan ve saate bakmadan zaman geçirmeyeli çok olmuş. Zamanı yöneterek zamanı doğru kullandığımızı düşünürdüm ama burada yetişilecek saatler olmayınca tam tersi zamanı çoğalttığımı düşünüyorum. Dönüşte bu sefer otobüsle tekrar Lecce'deyiz. 

Giyinip kuşandıktan sonra ne kadar acıktığımızı fark ediyoruz. Aklımızda bir akşam önce torre de merlino’da gördüğümüz pizzalardan yemek var. Aklımızdakini okumuş gibi duran garsonsa pizza bugün yok yarın var diyor. Peki nereye gideceğiz? İstikamet doğru osteia degli spiriti. Bu mekanı michelin kitabında görmüşüm, gezici günlük de okumuşum, üzerine odamızı kiralayan çocuk da önerince aklımıza daha iyi bir ihtimal gelmiyor. Mekan oldukça şık ve dolu, rezervasyonumuz yok ama şansımıza mutfağın karşısında  2 kişilik bir masa boş, güler yüzlü garsonumuz bizi oraya oturtuyor, tepemde harika seramikler, solumda çok güzel bir tablo var. Mutfağın içine kaçamak bakışlar atmak ise benim için harika bir fırsat. Burada güzel bir burrata, üç çeşit balıktan oluşan nefis bir carpaccio yiyoruz, benim doymak bilmeyen ruhum, pirinç/patates kroket ve lecceye özel hamur kızartmalarından da isteyince masamız bir şölen yerine dönüşüyor. Üzerine ben patlıcanlı domates soslu ve yıllık ihtiyacımı karşılayacak kadar peynirle dolu spagettimi yerken, kürşad bölgeye özel orreccihettisini deniz mahsulleri ile yiyor. Uzun süredir yediğim en güzel yemek bu olabilir ve mekanda harika müzikler çalıyor. Kalktığımızda çok tok ama çok mutluyuz.

Şehir de bir iki tur atıp, kahve içmek için alvinoya gidiyoruz, birer espresso içip, yoldan gelen geçeni izliyoruz. Puglia bölgesinde sevmediğim tek şey, kahvenin yanında plastik minik bardakta gelen su olabilirJ Kahveden sonra Kürşad beni "mutlaka dondurma yememiz gerektiği" konusunda ikna edince, yine yeniden nataledeyizJ Bugün bir de harika bir tasarım dükkan keşfettik. İsmi Vico dei Bolognesi. Ama Euro karşısında dükkan çok pahalı kalıyor, ben de gördüklerimi içime çekmekle yetiniyorum. Odamıza doğru yürürken, tiyatro binasının önünde tatlı bir kalabalık var, merdivenlerine oturup onları seyrediyoruz. Herkes oldukça şık ama en güzeli herkesin gösteri sonrası tebrik çiçekleri. Tüm eller dolu dolu, kiminin elinde tek bir ortanca, bazılarında kuru çiçekler. Ama hepsi çok kibar. Biz de bir sanatçıyı tebrik etmek ister gibi onlarla bekliyoruz. Bazen bir yerli olabilmek ne kadar kolay.

26 Haziran 2018 Salı

Puglia/Salento Gezimiz. Day 1.

Uzun süredir bu kadar kalbime dokunan bir seyahate çıkmamıştım. Unutmamak için yazmak istedim. Toplam 6 günü yazmayı becerebileceğimden emin olmasam da , bu niyetle başlıyorum.


Day 1-17/06/2018

Uçak yolculuğunda rötarda olmayınca havalimanından bindiğimiz trenle yaklaşık 15 dakikada bari merkezdeyiz.
Lecce'ye gidecek trenin saatini kontrol edince yaklaşık 2 saatimiz olduğunu fark ediyoruz.
İstasyondan biraz ileri yürüyüp bir pakta oturuyoruz, ama sabahın erken saatleri olması sebebiyle etrafta tekin olmayan tiplerden rahatsız olunca bir yarım saatin sonunda yine istasyona dönüyoruz.
İstasyondaki cafede bir şeyler içip, gelene geçene bakarken, İtalyanların bağırış çağırış muhabbetlerini dinlerken, trenimiz geliyor.
Günlerden Pazar olunca, tren, üzeri bikinili mayolu gençlerle dolu. Özellikle monopolide plajcılardan inen çok oluyor.
Yol boyu zeytin ağaçları ve üzüm salkımlarını seyrederek, ara ara da denizi görerek Lecce’ye varıyoruz.
Yol bizi yormamış olacak ki kalacağımız yer 20 dakika uzaklıkta görününce hadi yürüyelim diyoruz.
Yürürken karşımıza not ettiğim doppio zero çıkınca hemen kapının önündeki masalardan birine oturuyoruz.
Burada fish and chipsli ve breseolalı güzel bir salatayı paylaşıp, tarallolarla da ilk kez tanışıyoruz. (bey pazarı kurusundan daha az yağlı gevrekimsi krakerler) ekmek sepetindeki foccaciaları da zeytinyağına batırarak affetmeden yiyoruz.
Sonra diyoruz ki birer Leccese içsek mi( badem sütü ile yapılan puglia bölgesinin meşhur kahvesi-ve sonradan burada içtiğimizin en kötüsü olduğunu anlıyorum) dedikten sonra , kahveler de bitince tekrar yola koyuluyoruz. Sokaklar bomboş, herkes siestada, ama lecce beni garip bir şekilde etkiledi bile.
Şehrin bir ruhu ve rengi var.
Yürüye yürüye, ter içinde kaldıktan sonra kalacağımız yere ulaşıyoruz, tatlı bir İtalyan bizi bir saat beklemiş, aramış, görmemişiz ama sıfır trip, bizi hemen yukarı taşıyor, kredi kartımız çekmiyor, ama adam yine sinirlenmiyor, sonra hallederiz deyip bize odamızı gösteriyor. Odamız eski şehrin hemen sonunda güzel bir apartmanın içinde. Beklediğimizden çok daha düzgün ve temiz çıkınca, seviniyor ve siesta saatinde İtalyanlara uyup, uyumak üzere panjurlarımızı kapatıyoruz.
Akşam olup da uyanınca yemek için Trattoria di Nonna Tetti’deyiz. Öğlen önünden geçerken 2 kişi geleceğimizi söylemiştim, garson da tamam demişti hiçbir yere not etmeden. Mekan kalabalık. Masamıza geçiyoruz. Başlangıç olarak 5 tabaktan oluşan antpastiyi seçiyoruz, kabak carpaccio, kızarmış patlıcan, burrata peyniri harika.

Üzerine bölgenin meşhur nohutlu makarnasından yiyoruz, içinde erişteyle beraber, kızarmış hamur parçaları ve nohut var. Sadece bir adet söylemişiz ama ikimize de fazlasıyla yetiyor. Şimdi 2 greeddy italian bizimle olsa bu yemeğin de fakirlikten çıktığını tatlı tatlı anlatırdı diyorum.

Yemekten sonra istikamet ; Natale, dondurmaları bir yana sadece külahları ve üzerine taktıkları minik waffle için bile gelinir. İçerisi oldukça kalabalık. Kürşad 3 ben 2 topla kapanışı yapıyor ve dükkanın önünde geçenleri seyrederek yiyoruz.

Lecce’de sokaklar çok keyifli, akşam kalenin oradan başlayıp, tekrar şehrin kapılarına, romaa nfi tiyatrosuna kadar turluyoruz. Basilico di santa corsa biz ordayken tadilatta, ciesa di san marco, piazza del duomo, colonna di sant'oronzoyu haritada armanıza gerek yok. yürüdükçe birer birer önünüze çıkıveriyorlar. ama bunlardan da güzeli  sokakların kesinlikle bir ruhu var, renkler çok güzel. Ferzan özpetek filmlerinin etkisinden mi bilmiyorum ama Lecce bana çok başka geliyor. Hiç ayrılmak istemiyorum. Aklımda İllaria'nın tavsiyeleri, kürşadla, onun sokağından geçiyoruz. "açılabileceğin birkaç arkadaş bul... seni istemeyen binlerce insan arasından seni sevecek birini bul." 

7 Mart 2018 Çarşamba

kuşlar.

çocukluğuma dair en güzel anılardan biri (hatta gençliğme dair);sabahın erken saatlerinde uyanıyorum, kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor, bu bir işaret. sanki bu hava güzel demek, sanki bahar demek, sanki kısa çorap giyebilirim, sokakta oynayabilirim ya da gökyüzü mavi demek.
bir sürü şey demek ama sevindiğimi hatırlıyorum, çok sevindiğimi.

istanbuldaki evimizde ilk senemizde, henüz yatak odamızın baktığı tarafta inşaat başlamamışken bir kuş vardı.
uykulu gözlerimi açtıktan sonra gülümsememe neden olan ama orada kuşun ötüşü herhangi bir işarete bağlanmamıştı. kuşun sadece ötüşü güzeldi. mutlu eden oydu.

şimdi onu da duyamaz olduk ama bahar gelirken ve yolda yürürken tatlı tatlı öten bir kuşla karşılaşmam bunları yazmama neden oldu.


27 Şubat 2018 Salı

yaşar

Yaşar doğuştan engelliydi.
Biraz zihinsel, çokça bedensel.
Ama çalışkan biriydi Yaşar.
Mendil satarak geçimini sağlardı, Yaşar dilenmezdi, elinde sadece bir mendille gezmezdi, büyükçe bir çantanın içinde sermayesini taşır , pırıl pırıl üstü başı, güler yüzü ile mendile ihtiyacınız var mı derdi.
Ben çantasının içinde her şey olan kızlardan olmadım belki hiç, ama mendilim hep vardı, hep Yaşar'dan aldığım mendil paketlerim vardı.
yaşar şikayet etmezdi, arada gelir dükkana otururdu, laflardık.
Yaşar en fazla ülkenin hali, ekonomi ile ilgili birkaç bilindik laf eder ama günümüzde herkesin muzdarip olduğu söylenme hastalığının belirtilerini göstermezdi.
Yaşar sanırım kendine acımazdı, ben de hiç ona acıyarak baktığımı hatırlamam.
Karşılıklı çay içtiğimiz bir gün kanser olduğunu öğrendim.
Tedavisinde de ara ara kaşılaştık.
İyi gibiydi, iyi olacak sanmıştım.
Kendine acımadığı gibi kendini dinlemeyen ve hastalığını ayakta, çalışarak geçiren Yaşar , yaşar sanmıştım.
Şubat ayında Yaşar'ı kaybettik.
Bir süre sonra onun adını kimse hatırlamayacak.
Belki ben bile unuturum.
Unutmamak için yazdım işte.
Bu dünyadan bir Yaşar geçti.
Gittiğin yerde her şey güzel olsun.