30 Nisan 2010 Cuma

Ördek

Spor yapma hedeflerim var. Ben aletli spor yapamam. Çok kalabalığa karışamam. Yürüyüş dizimi ağrıtıyor, pilates de belimi. Yogayı da bıraktım. "E dizini otur kır sen de yapmayı ver" dediğinizi duyar gibiyim ama çok ayıp. Tüm bu yukarıda saydıklarımı eleyince geriye tek bir alternatif kalıyor; "yüzme". Bir kere seviyorum, iyi hissediyorum, mutlu oluyorum ama tek bir problemimiz var, havuza üye oluyorum ama gitmiyorum! Acaba şimdi üye olsam düzenli gider miyim, yüzmek işe yarar mı, beni manken gibi yapar mI? Biri bana böyle bir ördekli simit alır mı?Falan filan?

29 Nisan 2010 Perşembe

Bu bir "ders al" yazısıdır.

Şimdi efendim. Yukarıda fotoğrafını görmekte olduğunuz çorapları çok severim ben. Genelde ondan giyerim; siyah eteklerime, elbiselerimle, balon eteklerimle falan güzel olur. Bacaklarım da böyle olmasa da , en azından lö bloğ dö betininkilerden daha güzeldir. Dizlerim minik falan yani en azından. Neyse konumuz da bu değil.
Bu çoraplar öyle dayanıklı değildir, konumuz bu. Bir kere giy yıka, ikinci kez giydiğinde kaçmazsa kurban kes çoraplarıdır bunlar.

Geçen gün de ben tam kurbanı kesecekken gün sonuna doğru ufak bir delik meydana geldi kenarında.”Bacağımın içinde kalıyor ne de olsa, çıkarken bir çorap alırım sosyete pazarından” dedim üzerinde durmadım. O anda vefakar çalışma arkadaşım Demet Hanım yedek çorabı olduğunu söyledi. Bir poşetin içinden burgu burgu bir şeyi bana doğru uzattı. Sekreter masamız , wcmizin yakınında olduğundan ve orası da İhsan Bey’le görüşme sırası bekleyen bir takım şahıslarla dolu olduğundan, o kadar adamın arasında, içeride çorabımı değişirken, dengemi kaybedip, kafamı kapıya vurmak suretiyle müvekkillerimizi ürkütmeyeyim dedim. Ofisimizde çalıştığımız meydan dışında sığınabileceğim her ortam dolu olduğundan,masanın altında bir çırpıda Demet Hanım’ın yedek çoraplarını giyiverdim. Ama o da ne? O çoraplar benimkinin yüz katı kaçık olmasın mı? Bu sefer yine puanlı çoraplarıma geri dönme kararı alıp, akrobatik hareketlerle eski çorabıma döndüm ki, o anda da bileğimden kafama kadar yırtılan çorabımla kalakaldım.

Bu sefer de Demet Hanım bana siyah üzeri mor çiçekli soket çoraplarını verdi ki, diz üstü bir etekle ne de güzel olacağını düşünüp, epeyce güldük.

Peki ben bu yazıyı neden yazdım?
Lütfen yedek çorap taşıma alışkanlığı kazanalım, kazandıralım.
Esen kalın.

Foto.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Que Ganaste

Bugün mutsuzum, bugün efkarlıyım. Ne bahçemizi misler gibi süsleyen çiçeklere gülümsedim bu sabah, ne de neşeyle yürüdüm yokuş aşağı. Bir gün de sizi bulutların üzerine çıkaran hayalleriniz, ertesi gün poponuza bir tekme atarak , hayalinizin kırıklarını da başınızdan boca etmek suretiyle sizi yüksekten düşürebiliyor.
Böyle bir durumda fon müziği olarak bana Julio Iglesias'ın "divorcio" albümü eşlik ediyor.
Bir yandan da nedense işe gitmediğim yaz günlerini sıkça düşünüyorum bu ara. Sesler olur olmaz çağrışımlar yapıyor.Denizim geldi, gitmiyor.
Bahar bir kek yapmış, ye ye doyulmuyor. Sahi siz hala bizim bir yemeğimizi yemediniz mi?

27 Nisan 2010 Salı

fit@work

Hillside city club'ın ücretsiz olarak sunduğu, masa başında yapılacak egzersizlerle formda kalmayı vaadeden bu bilgisayar programını bu linkteki formu doldurarak bilgisayarınıza yüklüyorsunuz.

Daha sonra 3 boyutlu sanal eğitmeniniz Denizle birlikte, kısa süreli egzersizleri yapabiliyorsunuz.

Faydası olur mu bilmem ama, biz bugün 3 masa yanyana bu hareketleri yaparken ve dışarıdan gelen çalışma arkadaşımız şok halinde bize bakarken, yan odadaki diğer arkadaşımız da fotoğraflarımızı çekerken epeyce güldük.

En azından denemeye değer:)

26 Nisan 2010 Pazartesi

Geliyor düğün alayı..


Şu geline bakın. Dünyanın en tatlı gelini. Tokası süperdi. "Duvak takma" dedik. Takmadı. Makyajını Sezar yaptı. Gelinliği de ona çok yakıştı. Düğünde ne kadar çok oynadığımızı tahmin edemezsiniz. Halaylarda bir o yana bir bu yana savruldum ama yine de eskiye nazaran daha başarılıydım. Damat halayında doğaçlama takıldım.Ankara havalarında nispeten daha iyiydim. Falan filan işte. Çok duygulandım yine. Ama düğün işi zor iş. Evlenin gelirim, ama benden düğün beklemeyin, rica ederim. Canım yazmak istemiyor. Bu kadar olsa yeter mi? Şu 3 günlük tatil dedikleri bitti mi? Ben ne anladım bu tatilden? Bugün çok şaşkındım. Yarın allah bana akıl filir versin. BU yazıyı güzelleştirecek tek şey yukarıdaki fotodur. Siz de böyle güzel bir gelin olun, ya da böyle bir gelinle evlenin inşallah. Esen kalın.

23 Nisan 2010 Cuma

Kim bilir?

23 Nisanlarda etrafta daha çok yabancı çocuk olmaz mıydı? Özellikle ben Ankaray ve metroda sabah akşam ailelerin yanında bir 23 Nisan ziyaretçisi görürdüm. Ben mi denk gelmiyorum artık, yoksa gelen giden mi azaldı bilemedim.
Ah o ziyaretçilerden ben ne de çok isterdim bu da ayrı bir konu. Tabii o zamanlar bu isteğimin altında dilimi geliştirmek, başka bir kültürü tanımak gibi ulvi niyetler var mıydı bilemiyorum. Tahminen eve civciv alma hevesimle eş değer bir istektir.Ya da yeni bir macera. Ama ne çok istedim.
Özellikle 23 Nisan Şenlikleri bitip de , misafir çocukların eve dönme zamanı gelince trt'de tren garında geçen bir uğurlama sahnesi olurdu hani. Gidenlerin arkasından yaşlar sel olur akardı. Ben onu hiç kaçırmak istemezdim. Arkasından bu kadar ağladığın şey ne de güzel bir şeydi kim bilir. Belki de bundan özenirdim.
En çok da o trenle uzak yerlere gidilebilme fikri heyecanlandırırdı beni. Uçak ütopik bir şeydi, havaalanı acaba neredeydi? Ama İstanbul'dan gelen halamı karşılamaya gittiğim gardaki trenlerlerle nereleree nereleree giderdim ben. Kim bilir?

22 Nisan 2010 Perşembe

Bahri.

Dün günlerdir canımızın kebap ve türlü zaralı şey çekmesi üzerine, işten bir türlü çıkmak bilmeyen kız kardeşim Bahriyle kavuşur kavuşmaz soluğu Bestekardaki Mangal'da aldık. (adı bu muydu?) Yedik de yedik. Evet biz orayı seviyoruz, beğeniyoruz. Neyse mesele bu değil.
Mesele şu ki; yemeğin sonunda hesap istendi, hesap tabi ki ablanın, yani benim önüme geldi.
İşte o anda olan oldu, Bahar hesabı önümden çekti, elime vurdu, ve bana maaşıyla yemek ısmarladı. Ben 22 yıllık bir abla olarak çok duygulandım efendim. Kardeşim büyümüş de beni yemeklere götürürmüş, kendi parasıyla gezdirirmiş falan.Dün tarihe geçsin bu nedenle.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Mektup.

Merhaba Canım,
Yazamadım epeydir. Kusura bakma. Yoğun ve de yorgunum bu hafta. Duruşmalar stresli, kurabiye siparişleri çeşitli. Bahar alerjim yolunda gidiyor. Beni bu sene pek üzmeyecek gibi. Geçen hafta da siparişleri yetiştirmekle, anneme kermes de yardım etmekle, işyerinde ona buna yetişmekle geçti.İstanbul’dan Kürşad geldi.
Pazar biraz saçlarımı kestirdim. Ama görsen anlamazsın. “Şu yaşa geldim kakülün bana yakışmadığını yeni öğrendim” dedim, “hı kaç oldun 23 mü?” dedi Caner Abi. Sağ olsun beni mutlu etti.
İşte daha dün pazarken bugün Çarşamba olmuş. Ben iyiden iyiye yaşlılar gibi konuşmaya başladım.
Yarın Pınar’ın kınası, Cumartesi düğünü var. Bu nedenle 3 günlük bir tatil yok. Yine bol bol koşturmaca var.Dans etmek var, gülmek var.
Yine yazarım.
Fotoğraflar da gönderirim.
Hasretle kucaklar, gözlerinden öperim.

18 Nisan 2010 Pazar

Pinikonun Kınasına.

Bu hafta sonu da geçti işte.
Efendim? Kurabiyeleri mi?
Bahar ve ben yaptık.

16 Nisan 2010 Cuma

uç uç.


Uçurtma olsam, ipim olmasa. Rüzgar nereye eserse oraya gitsem. Düşünmesem bile yönümü.
Ya en azından deniz görsem. Kızlarla ben de Antalya'ya gitsem.
Olmaz mı?

Okuma.

Telefonun mu çaldı?
Acelen mi var?
Geç mi kaldın?
Karşındaki şımarıklık mı yapıyor?
Azcık bağır, kapat yüzüne.

Kırmızı mı yandı sana arabandayken?
Yayalar yola mı fırladı yeşili görünce?
Acelen mi var?
Geç mi kaldın?
Ez onları.

Park yeri mi bulamadın?
Acelen mi var?
Geç mi kaldın?Koy bir garaj girişine.
Mağdur et insanları.

Birine bir iş verdin.
Sonra aynısını başkasına da mı söyledin?
Yine acelen var, yine geç kaldın.
Haber falan verme kimseye.
Herkes koştursun işinin peşinde.
Vaktin yok ki.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Altın Öğütler.


Biz 6 kızız. Altın kızlar serisi olarak.Serinin 4. Düğünü 24. Nisanda. Pinikomuz evleniyor. Bir de fantastic four serim var. Onun ilk düğünü de Selma.
Tahmin edersiniz ki sık aralıklarla düğünlere katılmak oldukça mesai isteyen bir iş.
E bunun kıyafeti, ayakkabısı, çantası, takısı, saçı,makyajı, serin olacaksa şalı var, kalkıp yorulmadan oynaması, ankara havası vaaar da vaaar. Ama bu kadar zamanda tecrübe kazanmadım da değil.

Mesela artık kısa elbiseleri tercih ediyorum. Ne aradığımı daha iyi biliyorum. Genelde straplez veya tek omuzlu elbiseleri tercih ediyorum. Uzun elbise denememden pek memnun kalmadım, artık uzunlara bakmıyorum.

Siyah renkleri direk eliyorum, grilere kapılmamaya çalışıyorum. Azıcık değişiklik arıyorum.
Çok seçenek olunca kafam karışıyor, o yüzden bir elbise için çok uzun süre gezmemem benim için en hayırlısı . Özellikle bir şeyler arayacak çok vakti olmayanlara Forever New 'ı tavsiye ediyorum. Çeşit çeşit elbise arasından mutlaka biri size olacaktır. Uzun, mini, şifon, saten gibi oldukça geniş bir ürün yelpazesi var. Aynı zamanda uygun fiyatlarıyla da cazip.30 liraya mükemmel gece çantaları olduğunu da belirtmek isterim.

Ayakkabı işinde ise bir siyah bir lame ya da dore ayakkabınız varsa, bir de rahatsa zaten her elbiseye ayrı ayakkabı almaya gerek yok. Ben genelde nine west veya enzo angiolini tercih ediyorum. Mutlaka kafama ama en çok da o minik ayaklarıma göre bir şeyler bulabiliyorum. Optimum outletten de nine west gece ayakkabılarını 40 liraya alırım, aklım kalmaz hepsini alırım:)

Düğünlerin bana öğrettiği bir kaç şeye gelince;
Yok efendim burnu yok, çok ince , bacağımı pürüzsüz gösteriyor demeyin, kısa bir elbise giyecekseniz, rica edeceğim çorap giymeyin. Sonuç güzel olmuyor.

O topuklu ayakkabılar, rahat da olsalar, gecenin bir saatinden sonra işkence ediyorlar, o yüzden elbiseye uygun bir babeti arabanızın bir köşesine sıkıştırın derim. Rahat edersiniz.

Saç konusunda büyük risklere girmeyin, sallanan telefon tellerine dönüşmeyin.

Altın, takı takacaksanız, benim gibi bi yerlere not edin. Amasra'da 3 kız olarak otelde unutmuşluğumuz vardır.

Dilerseniz gelini öpmeyin, illa öpecekseniz nazik öpün, öpenleri uyarın:P Sarılırken çok sarsmayın, duvağı elinizde kalmasın:)

Gelin-Damat yakın arkadaşlarınızsa sahneyi boş bırakmayın, oynayın da oynayın:)

O telaşede gecenin kahramanlarıyla fotoğraf çektirmek çok zor, ama yakın arkadaşlarınızsa erkenden yanlarında olun,bir sürü fotoğrafınız olsun.

Şimdiye kadar gördüğüm tüm damatlar şoktaydı, gelinler çok rahattı, damatları yadırgamayın, hor görmeyin, dalga geçmeyin.

Deli gibi oynayın dediysek de ayarı kaçırmayın, sırılsıklam olmayın, arada oturun nefeslenin.

Yavaç için, çok yemeyin.

Bekarsanız darısı başına temennisine sabır gösterin.

Gecenin bitişinde bir posta daha fotoğraf çektirin.

Duygulanın, eğlenin, tadını çıkarın:)

13 Nisan 2010 Salı

Enteresan.

Bazı günler eve gitmeye üşeniyorum resmen. İşte öyle günlerde iş yerimizde yatak da olmadığından olsa gerek, dükkana Annemin yanına gidiyorum, çünkü babam alıyor onu, ben de böylece arabayla belki çok daha uzun bir sürede olsa da, miskinlik yaparak dönüyorum eve.

Dün de planım buydu. Lakin Bahar Hanım saatlerdir bir doğumu fotoğraflamak üzere Güven Hastanesi’nde idi. Anne yüreği bu dayanamadı, canı da iskender çekmişti(annemin) ve Bahar’ın yanına gittik. Bahar’ı bulalım derken, yeni doğmuş minicik bir şey gördük, henüz elleri kolları açılmamış, bir kedi yavrusuydu sanki, doğum enteresan bir şey.

Yine Bahar’ı beklerken girişte, bir alkış koptu, baktık Ahmet Türk muayeneye gelmiş.Hastanede bir telaş, bir kargaşa..

Aldık Bahar’ı çıktık, gittik meşhur iskendere, yedik de yedik.
Tam kapıdan çıkıyorduk ki, telefon geldi, “doğum başladı” diye, sanki içimizden biri doğuruyormuşcasına koşa koşa hastaneye götürdük Bahar’ı..

Doğum tam da Bahar’la benim doğduğum katta gerçekleşti, Babam öyle dedi.
“Ben şurada oturup beklemiştim, anneniz şurdan geçti gitti” diye anlattı durdu.

E dedik madem doğum başladı bekleyelim biz de Bahar’ı..
Oturduk ezeli seyrettik girişte..
Bebek doğdu, gelip bize söylediler “gözünüz aydın” diye.
Çok güldük.

Sabah Bahar’ın çektiği fotoğraflara bakmaktan işe geç kaldım.
Her seferinde ürperiyor insanın içi.
Doğum enteresan bir şey.
Bahar’ın işi enteresan bir şey.
Doğduğun yerde fotoğraf çekmek de güzel bir şey.

11 Nisan 2010 Pazar

hayat beni neden yoruyorsun?


Bir hem dinlenmek hem de eğlenmek istediğimiz haftasonu macerasının sonuna sadece eğlenerek gelebildik sayın seyirciler. Evet olmuyor, insan hem deliler gibi uyumak, evde miskinlik yapıp, koltuklara yayılmak istiyor, hem de arkadaşlarını görmek sosyalleşmek, geç saatlere kadar oturup muhabbet etmek, sonra erken kalkıp kahvaltıya gitmek, gün geçmeden pazar da coşmak, eğlenmek istiyor, istiyor da olmuyor.

Günler sanki çok hızlı geçiyor, biz arkasından koşuyoruz, ya da birisi arkamızdan itekliyor. Bilmiyorum.

Cuma günü Bahar'la cidden yavaştık. Siparişlerimizi yaptık ama nedense bir yıprandık. Yine de netice güzeldi.

Cumartesi sabah, siparişler teslim edildi, annemle dükkana gidildi. Sonrasında bir Utku ve Selma oturmasının ardından eve geçip, Didemler'e gitmek üzere hazırlandım.

Bütün kızlar toplanmıştı, Efe henüz eve varmamıştı ve mükemmel yemekler yaptık bir anda;kremalı patates, bazlamalı tavuk, kırmızı biber ve havuç salatası ve daha neler neler pişirdik ve deli gibi yedik.

Pınar'ın bekarlığa vedasını nasıl yapsak dedik, aklıma acaba hamamda olur mu sorusu geldi. Hamam öneriniz varsa alabiliriz. Ben hiç hamama gitmeyen biri olarak sever miyim, sevmez miyim bilmiyorum ama bir günde sanırım incilerim dökülmez:)

Gecenin bir saati "hadii bekarlığa vedanı şimdiden yapalım" dedik, çıkardık Didem'in gelinliğini Pınar'a giydirdik, bu arada hepimiz Didem'in dolabından türlü türlü gece kıyafetleri giyerek Pınar'a eşlik ettik. Efe erol atar misali fotoğraflarımızı çekerken ve Yudum "yaşımızın insanı değiliz" naraları atarken, ben anladım ki Pınar dünyaya gelin olmak için gelmiş, bir insana gelinlik bu kadar mı yakışır. Tabii sırasıyla gelinliği hepimizin tek tek giydiğini söylememe de sanırım gerek yok.
Derken yine gecenin bir yarısı wii oynamaya başladık ki , işte o bittiğimiz anmış benim haberim yokmuş. Yudum büyük ihtimalle sakatlandı, ben tenis oynarken ayağımı doksan derece açtığım fotoğraflarla tenis tarihine geçtim, Pınar raketi sürekli sallayarak, rakiplerini oturarak bile yendi ve Didem bol bol outlara itiraz etti. Hepimiz yorgunluktan serilmiş bir yana savrulmuşken, Pınar kendi kendine tenis oynuyordu. Kendi kendine napıyorsun dedik, itiraz etti Chris'le oynuyormuş:) Tabii Efe'nin boksta onu yendim diye, üzüntüden Uygar'la içmeye gittiğini de söylemek isteriM:)))
An itibariyle ben saçını toplayamayan, sıvı sabuna basamayan bir Merveyim. Tutuldum. Acaba wii ile form tutulur mu?

Kafamızda bütün bu sorular, bir pazar sabahını daha Odtü'ye giderek değerlendirdik. Yapılan sınavdan haberimiz yoktu:) Çatı'da kahvaltı bence her zamanki gibi güzeldi. Onca kalabalığa rağmen. Ben bir kozalak seçtim kendime, şekli çok tuhaftı, Kürşad "olsun bu çok orjinal" dedi. "Peki "dedim.
Kürşad işine gitmek üzere aramızdan ayrıldı, İncek'e konser provasına giden Efe de bizi Panora'ya bıraktı. Didem'e düğün için elbise alındı. Mehmet 'le Bahar geldi. Reco'yla hasret giderildi.

Gezildi gezildi. Eve gelindi. Geldik ben Bahar'a Ankamall'e mi gitsek dedim, bahar "neereyeeeee nereyeeeeeeeeeee seni duyamıyorum" dedi. Ben gitmeyeceğimizi anladım.

Akşam eski bir cd'de yüzlerce fotoğraf ve video bulup, Bahar'la geçmişe gittik. Tespitlerimiz; üzgünüm ama hepimiz daha zayıfmışız. Artık benim için büyümek=şişmek oldu. Allahım bir de bir videolarımız var bir odanın içinde, benim odam kırmızı, yeri gelmiş halay çekmişiz, yeri gelmiş horon tepmişiz, rock şarkılarında kafa sallamışız ve deli gibi zıplamışız falan, bir de not düşmüşüm ara ara, saat gecenin 3'ü falan diye. Acaba o zaman bitmeyen enerjimiz sebebiyle mi bu kadar fitmişiz? Ben zayıflamaya niye bu kadar taktım, neden bu kadar şiştim?

Neyse konu dağıldı koptu, yazı burada bitsin. Bu hafta da cumaya kadar ancak dinlenmekle geçer. Hoşçakalın:)

8 Nisan 2010 Perşembe

Fortune Cookie.


Şu an Bahriyle oturmuş cumartesi günü için aldığımız siparişlerimizi nasıl yapsak diye fikir alışverişi yapıyoruz. Aslında pek karşılıklı denemez çünkü Bahar ne zaman bir şey düşünmemiz gerekirse başka şeyler düşünür. Şimdi de bir yerde fortune cookie gördük, "a nasıl yapılır acaba"derken o birden onun tariflerini falan aramaya başladı. Yani böyle tipler vardır, bilirsiniz. Yapmanız gereken bir iş vardır ama o tipler, ona konsantre olamadığı gibi, gider başka birşeyi deli gibi araştırmaya başlarlar. İşte Bahar da tam o tiplerden. Hayır biz fortune cookie yapmak zorunda olsak eminim o gider ve ginger cookielerle ilgili bir araştırma yapardı.Kalıbımı basarım ki.


Ve ben Bahar'a heyecanla birşeyler anlatırken, o da "bizim bir müşterimiz var hard diks" diyor dedi. Ben de ona "nerden aklına geldi ki" dedim. O da "biraz önce riks dedin" dedi. Ben sanırım beş yüz kere arka arkaya risk, hard disk, ve şarj dedim. Yan, riks, hard diks ve şarz dememek için tabii ki.


Bu yazının sonu bir yere varmaz ama umarım aklımıza güzel fikirler gelir. Hoşçakalın.

Biraz önce bir fortune cookie videosu izledik ona bir bakın lütfen ve sakın evde denemeyin.

burda hayat şöyle böyle.

Şimdi bana telefon açsanız, desenizki "Merve bize kurabiye yap, şu şekilde, bu renkte olsun". Nasıl mutlu olurum. Saatler boyu, yüzlerce fotoğrafa bakabilirim. Yapabilirim. Desenizki "Merve, al sana bu izin, bu zaman, bu da bilet, hadi git gel, gez, sev oraları, dönünce anlat bize"koşarak giderim. E kim gitmez ki zaten değil mi?
Şimdi Onur'un tavsiyesi üzerine stacey kent dinliyorum. En azından çalıştığın yerin bu sesle dolması güzel. Ben bir gün fransızca şakırcasına şarkı söyleme ihtimalini de sevdim zaten.
Mahinur Teyze havuçlu kek yapmış bize. Ben de yaparım da böylesini yemedim. İçine incir koyduğundan olabilir mi acaba?
Konsantre olmak neden bu kadar zor ve çilekler bu sene sanki daha güzel değil mi?

7 Nisan 2010 Çarşamba

davet.

Bahri seni akşam pişirmeye davet ediyorum!

6 Nisan 2010 Salı

Okumasan da olur yazısı.

1-)Günler hızla akıp giderken ben hiç durmadan kitap okuyorum. Ayarım yok işte bazen kaptırıyorum.Dün yapamasam da bugün bir kaç canuz tavsiyesine de göz gezdireceğim. Kendisi bu yıl kaç kitap okudun diyerek bir yılbaşı akşamı beni bu konuda gaza getirmiş kişidir.
2-)Dün starbucksda kahve alırken, önümde lise son sınıfta aynı dershanede olduğum bir kız vardı. Bir kere bakınca hatırladım onu. Ama o beni çıkaramadı. Yanındaki arkadaşına "ya bu kızı nereden tanıyorum acaba" dedi, güya sessizce, kız da dönüp bana baktı. Ama hiç sesimi çıkarmadım. Sevmediğim bir tipti. Utku burayı okursa kesin hatırlar adını. Hani böle miroğlu tarzlı bir sevgilisi vardı:) Kız da burayı okuyormuş meselaa:)))
3-)Ben her gün incecik giyinen bir benim ama iki gündür hastalığımdan mütevellit çok tuhaf giyiniyorum. Siz güneşi görüp soyunmuş olabilirsiniz ama benim boynum her daim bir şeylerle sarılı falan.
4-)Bugün Kürşad'a minik bir sürpriz yaptım. Çok komikti. Gerisini anlatamam.Kürşad bir sakız versene:))
5-)Bugün icrada Aynur Hanım'la boy gösterirken, icra memuru, "avukat hanım kardeşin mi, çok benziyorsunuz" dedi Aynur H'a. Aynur Hanım gayet benden 20 cm uzun, renkli gözlü, beyaz tenli bir insandır. Ben de yarı boyunda , diğer özelliklerin zıttı bir tip:) "Ay bunu da ilk defa duyuyorum" dedim, ""en daha güzelsin ama" dedi, adamın üstüne sanırım kustum.
6-)Yarın hava çok soğuk olacakmış. Sürekli hava durumuna bakarım ben. Annem de öyledir. Yarın ahva çok soğuk, duşunu akşam al dedi:)
7-)Biz ofisçe bir operaya, ya da cso konserine gideceğiz , tavsiyeniz var mı?

5 Nisan 2010 Pazartesi

1 Nisan 2010 Perşembe

Penguenler.


Durup etrafıma bakıyorum bazen o karanlık binada. Meslektaşlarımı, giydiğimiz cüppelerden olsa gerek, bazen penguenlere benzetiyorum, e tabii ben de bir penguen oluyorum bu durumda. Bir o yana bir bu yana dağılmış bir sürünün parçaları gibiyiz.

Yüzlerine bakıyorum penguenlerin. Sanki hepsi hoşnut halinden. Mutlu gibiler. İşte o anlarda, yaptıkları işle övündüklerini hissettiğim zamanlarda,eğer birazcık da karanlık bir ruh halindeysem derin bir hüzün kaplıyor içimi. Sonra aklıma içimdeki boşluk geliyor. O boşluk ki zaman zaman içimden çıktığı ve uzun süre yerine geri dönmediği de oluyor, ama ben onu hiçbir zaman elimle tutup yakalayamıyorum. Kavrayamadığım o boşluğu avucuma alıp bir yere fırlatamıyorum, ya da çizmemden destek alarak biraz uzağa fırlattıktan sonra bir tekme savuramıyorum.

Ama en azından boşluk olması, hiç olmamasından iyidir, öyle değil mi?
En azından hiçlikten iyidir.
Bir gün içini doldurabileceğiniz bir bavulunuz olduğunu bilmenin hissettirdikleri, bir gün gelip de çok istediğiniz o kitaplarla karşılaştığınızda koyacak bir torbanız bile olmadığı gün hissettiklerinizden çok daha iyidir bence.

Sahi siz seviyor musunuz yaptığınız işi?
Yani her gün sevmek mümkün mü acaba?