24 Ekim 2009 Cumartesi

Şov!

Yiğitin doğum günü için Özlem pişirdi, biz de süsledik, iki arada bir derede:)
Ben en çok iki araları bi dereleri, süslemeyi, püslemeyi seviyorum.
İki gündür rüyamda sürekli denizdeyim. Bol bol, keyifli keyifli yüzüyorum.
Rüyalardan biri klasik denizin ortasında gözlerimi açmama dair.
Kıyıya giderken türlü türlü insanla karşılaşıyorum, bana yardım ediyorlar. Bu rüyamda da bana yardım için iki yaşlı çift gönderilmiş, onlara bakıp, içimden "tüüh ya çok da yaşlılarmış nasıl yüzeceğim karşı kıyıya bunlarla "diye hayıflanırken, yaşlı çiften erkek olanı "başarabilirz"diyor bana ve ben de tam o anda denizin sol tarafında bir kıyı keşfediyorum, yüzmeye çalıştığım karşı kıyıya kadar uzanan bir sahili olan. Derken o yakın kumsalın beyaz kumlarına ayak basmamla rüya son buluyor.
Bu sabahsa yine denizdeyken, bir iki yatın arasında deniz yatağımla keyif çatarken su da bir karaltı görüp "bahriiiiii"diye bağırarak uyandım:) Allah hayırlara getirsin.
Bugün cumartesi. Dün Aynur Hanım "yarın Ticarete sen gider misin" dediğinde bugünün cuma olduğunu sanmıştım, masanın altına doğru kaymış, bayılacak gibi olmuştum ama yanılan oymuş, evet bugün Cumartesi.

22 Ekim 2009 Perşembe

İstanbul'a Selam...

İki hafta üst üste, toplam 4 kere, denizin kenarında, boğazda, güneşli havalarda, kavurmalı yumurtalı, ballı kaymaklı, nutellalı, kahkalarla ve arkadaşlarla, bol çaylı kahvaltılar etmeye alışmış bünyem bu haftasonunu yadırgamaz mı?

Ben biraz fazladan İstanbul'a gidince neden orada yaşadığımı sanıyorum?

Ben İstanbul'u yüksek dozda alınca, niye hasretim dineceği yerde kat kat artıyor da daha çok özlüyorum?

İstanbul'u orada yaşamadığım için, sadece en güzel yerlerinde gezip tozduğum için mi bu kadar çok seviyorum?

Söylene söylene hazırlansam da, bütün hafta uyuklasam da , deli gibi yorulup, parasız kalsam da,
sana değer..

Neden hep kahvaltı fotoları? En sevdiğim öğün olduğundan..

Elma Değil Ayva!

Facebookta şaşırdıklarım var.
Bugün burada bir kaçına tanık olacaksınız! Lütfen dikkkatle okuyalım, beni şaşırtanları uyaralım.
1-)Şimdi evlenip, çoluk çocuğa da karışmakta olan sürünün bir kısmı "biz bir fidanın güller açan dalıyız, bir elmanın iki yarısıyız" misali tek bir profili paylaşmakta!
Misal; Ali&Fatma Ç. Ali'nin ya da Fatma'nın ayrı ayrı bir profili yok!
Ben buna kılım. Siz iki kişisiniz arkadaşlar!
"Sanane , facebooku bu kadar ciddiye alma da" diyebilirsiniz, haklısınız ,bana ne de, ama gıcığım işte.
2-)Kendi kendine bir statü yazıp, akabinde 1 saat geçmeden buna bir commentle yine kendi kendine eşlik edenler var.
Misal; üşüyorum soğuk gecelerde... yazıp 10 dakika sonra ... alışırım yokluğuna ... şeklindeki bir commentle kendi kendine konuşan arkadaşlar mevcut .(Tamam bu kadar arabeskleri sadece benim aklıma gelir)
Bunların bir üst kademesini de kendi fotosunu beğenenler ve kendi duvarına yazanlar oluşturmakta.Yanlış anlamayın,size gıcık falan değilim, sadece sizden korkuyorum.
3-)İstediği kişinin gözüne sokana kadar 3 saatte bir statüsünü güncelleyenler.
Bu arkadaşlar, birden "attan düştüm, ayağım çok fena" yazarlar.Yüzlerce geçmiş olsun vb. commentle desteklenmeleri yetmez, her gün güncellerler o statüyü. (Tamam hide yapmayı biliyorum, ama beni o raddeye getirmeyin lütfen)
Çık git facebooktan dediğinizi duyar gibiyim, ama asla!
Şikayetlerim devam edecektir. Beni izlemeye devam edin...

19 Ekim 2009 Pazartesi

This is İstanbul, This is Sultanahmet!

Cuma gecesi 8 kişi kalktı, düğün için Ankara’dan İstanbul’a yola çıktı.Her şey sıcak bir tren yolculuğunda, Finlandiya sauna şampiyonasını andıran bir gece ile başladı. Gecenin galipleri tabii ki o ortamda, kuşetli vagonumuzda uyumayı başaranlardı.

İstanbul’a ayak basar basmaz Haydarpaşa’nın merdivenlerine dizilip, “ulen İstanbul alacağız senden intikamımızı “ da dedik, (bunu niye dedik bilemedim), fotoğrafımızı da çektik. Sonra baktık elimizde onca eşya bizi kimse bir taksiye almayacak, bir dolmuşçuyu kandırdık,doldurduk dolmuşu tam kapasite(İstanbullular minibüs mü der?)

Kuzguncuğa gittik. Arada neden şimdi buraya gidiyoruz diyen erkek seslerini itinayla bastırdık. Bizim hatıralarımız vardı orda, andık geldik.

İsmet Babanın mekanının yanına düşen banklarda denize günaydın dedik. Annemi anımsadık.Beşiktaş’a geçtik Üsküdar’dan. Beş dakikada. Otellerimize dağıldık. Bizi kırmızı ceketiyle” oda yok size” diyen deli kadını sallamadık, ağzından girdik burnundan çıktık ve odalarımızı aldık.

Yudumla kuaför keşfine çıktık, Yudum fönde kol kası, topuzda narin eller olmalı dedi, üç beş kuaför gezdik, “en iyi kuaför en yakınıdır” dedik, otelimizin karşısındakini seçtik. Yanındaki kuru temizlemeciye ütülerimizi verdik. Kırıntı da deliler gibi yedik, nişantaşında gezdik, süslendik püslendik, acele etmeden , geç bile kalmadan düğünümüze gittik. Neyirimizi gördük, duygulandık, heyecanlandık ve evlendirdik:)

Düğünde efendi efendi oturalım çok oynamayalım dedik. Kimsenin sahnede olmadığı bir anda üç kız deliler gibi dans etmeye başlayıp, gecenin sonuna kadar sahneden inmedik. Düğünden çıkıp gece gezmesine de gittik, o kıyafetlerle güneş gibi parladık Longtable da:)

Oteli gecenin bir yarısı yorgunluktan ölmemize rağmen kahkahalarımızla inletip, yağmurlu bir güne uyandık.

Hisar Lokma’da kahvaltımızı ettik, sahilde yürüdük doya doya. Taksim, tünel, Asmalımescit, Mercan, Saray, İnci, Cihangir derken birden “aaa saat beeeş koşuuun” dedik, kaçırmak üzere olduğumuz servise yetiştik.

İki katlı otobüsün üst katına çıkarken artis artis, alt kattaki o pek güldüğümüz masalı koltuklarda oturacağımızı öğrenip, yine dumur olduk, yine çok güldük. Ankara’ya geldik.

Kavga da ettik, dırdır da , ama pembe kuvars bileziklerim sayesinde genelde bir sevgi çemberinin içindeydik, sarılma terapisi bile yaptık tramvay beklerken. Aklımda ise sadece çok çok güldüğümüz, çok güzel yemekler yediğimiz kaldığına göre, nice yolculuklara diyebilirim.




Ve şimdi 17/18 Ekim İstanbul Gezisi “En”leri….

En Gelin/ En Damat; NEYİR& CİHAN (Cihanda böyle yanıyor yansın, Neyiir Salla:))

En İstanbullu/En Olgun; BAHAR (Bizlerden 4-5 yaş küçük olmasına rağmen, hepimizi itinayla idare edip, ablamız gibi arkamızı topladığı için, aramızda bir İstanbullu olduğunu hissettirdiği için)

En FedakaR/En İçten ; EFE (ayakkabılarını çıkarıp, çıplak ayak yürüyen Bahar’a hayattaki en değerli şeyi; gri çoraplarını verdiği için; o esnada “Kemal Amca kızlarıma sahip çıkamadın demesin ama” dediği için, taksiden inip etrafa bakınıp “Bahriiii nerdeeee” diye panik yaptığı için)

En Deli/En Alışverişkolik;DİDEM (Gecenin bir yarısı ettiği laflar, inanılmaz yorumları,, iki arada bir derede, bir tayt bir babet alıp, bizleri ezmeyi de ihmal etmediği için)

En Komik/En İ-Pod; CANDAN (Durmadan bizi kahkaha krizine soktuğu, en olmadık yerlerde en bomba lafları ettiği için, içi dışı bir olduğu için)

En Sabırlı/En Organize ;MELİH (Bizim gibi bir dünya deliyle oradan oraya savrulurken, hiçbirimizin kalbini kırmadığı için, bize çok güzel bir otel ayarladığı için)

En Havalı/ En Artist (Erkek); KÜRŞAD (Gözünü açıp güneş gözlüklerini taktığı ve kıyafetleri , tarzı ile konuştuğu, konuşturduğu için)

En Havalı/ En Artist (Kadın);YUDUM (İstanbul’un o havalı ortamında bile, seksi elbisesi ile göz doldurduğu, saç modelini soranlara Ankara’da kestirdim diyerek hayal kırıklığına uğrattığı için)

En Özlenenler; MEHMET ve BURÇAK (Gezimize kısa kısa katılıp, hasret giderdiğimiz için)

En Uzakta Kalanlar; PINAR ve TAYLAN(Ayrı ayrı konakladığımız, ayrı ayrı döndüğümüz için,yine de hep kalbimizdeydiniz:)

Hepinizi seviyorum. Hala birisi ölmediğine, kimsenin bir yeri kırılıp, kanamadığına göre siz de seviyorsunuz. Melih’in de dediği gibi ”organizasyon yapmadığımız anlarda, neşeli insanlarız” .Bu iki günden sonra yüzümde kocaman bir gülümseme var, siz de iyi ki varsınız. Esen kalın.

Başlık; Bizi çılgın bir tur ekibi olarak gören Burçak tarafından yapılan bir benzetmedir.

16 Ekim 2009 Cuma

Falcı

Bazen okumadığım, birinin elinde gördüğüm bir kitabı alırım elime, kaparım gözlerimi, bana bir şey söyle derim ve gözüme çarpan ilk satırı başlarım okumaya, bir işaret beklerim.
"... başka bir alternatif de geldiği yolu tekrar geri dönmekti ki buraya kadar gelmesi yarım gününü almıştı. Başladığı noktaya kadar gelmesi yarım gününü almıştı. Başladığı noktaya dönene kadar gün biterdi. Böylece tüm günü boşa harcamış olurdu...."
syf:192 "Yoklar" isimli kitaptan.
Teşekkürşer kitaP:)

Ekimlerden yaz yap bana..

"İstanbula taşınıyorum" demişti, gerçek gelmemişti.
Gerçekten gitti. Alıştık mı yoksa birşeyler değişmedi mi , bilmiyorum.
"Evleniyorum"demişti, gerçek gelmemişti.
Gerçekten evlenecek yarın. Alışacakmıyız, yoksa birşeyler değişmeyecek mi, bilmiyorum.
İnsanın çok yakın bir arkadaşının, hatta "ablasının"(didem olsa çok kızar) evlenmesi değişikmiş. Sadece benden bir yaş büyük olduğu için değil, bana bir çok konuda ablalık ettiği için "abla" o.
Mutlu olsun çok, hiç üzülmesin, delilere güldüğü gibi, hep deli deli gülsün inşallah.
Güzel gözleri kadar güzel bir evliliği olsun.
Benimle dünyayı gezmeye devam etsin, bıraktığımız yerden:)
Seni çok seviyorum pasham.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Gülüne Su Ver, Unutma!

Neyir evleniyor! Sadece 10 gün sonra. Ve ben iki hafta üst üste İstanbul'un kollarındayım. Bu hafta sonu kına, sonra da düğün.Neyir'in evlenişinin bünyemde hasıl olduğu hissiyatlarsa bir başka yazının konusu...
Gidiyorum!Sanırım en çok da gitmeyi seviyorum. Her gidişimde üşenmeden not defterlerine 48 -60 arası götürülecekleri not ediyorum. Bir yere gittim mi ne eksik ne fazla kalıyorum. Siz otobüste, uçakta çantanızda ne arıyorsanız, otel odasında bavulunuzu talan edip de neyi unuttum diyorsanız; o bende!
Aslında çok düzenli ya da titiz bir insan olmama rağmen, belki de seyahatleri çok sevdiğimden, gidişlere üzerinde çalışarak ve netice de eksiksiz hazırlanıyorum. El kreminden, uyku gözlüğüne, dikiş setinden, ayaklarımın otobüste üşüme ihtimaline karşı yanıma alacağım çoraplara kadar herşeyi not ediyorum.( Tatil listelerimin;günü birlik, deniz tatili, kış tatili şeklinde çeşitleri olmakla birlikte, yine de benim favorim sıfırdan yazmak ve eşyaları toparlayıp, yanlarına tik atmak .)
İş hayatında da böyleyim, notlarla yaşıyorum, , renkli kağıtlarım, kalemlerim, defterlerim yoksa ben bir hiçim.
Gitmeyi mi yoksa daha çok kırtasiyeyi mi seviyorum, onu da bilmiyorum.
Ama geçen hafta iş için Çubuk'a giderken bile kendine yolluk hazırlayıp(brownie,meyva suyu, sakız,mp3,kaşarlı mini sandviçler ve sudan oluşan) yola çıkan ve oradan üşenmeyip turşu alan bir insan olarak seyahati uzun kısa diye ayırt etmiyor, ciddiye alıyorum.
Hasret kaldığım İstanbul'a biraz erken kavuşmak için , didottiyle Cuma geceden gidiyoruz. Didem'le kuşadasından sonra yine başbaşayız:) Bekle bizi İstanbul, özledik seni..

4 Ekim 2009 Pazar

Çevirmeden korkasaydık, trene binmezdik...

Üniversite yıllarında, hukuk okumanın talihsizliği sebebiyle gece hayatına vize sonrası ve final sonrası olmak üzere nadir günlerde dahil olurduk. Tabii bu nadir günlerde de Ankara’nın suyunu çıkarırcasına gezer, gece dört beş mekanı turlamadan rahat etmezdik.

Üniversite sonrası zorunlu staj döneminde ve ondan sonrasını izleyen bir yıl boyunca da haftanın 3-4 gününü dışarılarda gezerek geçirmiştik.

Sanırım amacımız "çalışıyoruz ama hayatımız bitmedi, çok eğleniyoruz" diyebilmekti. Ama perşembeleri murphysler, hafta içi Bienler, haftasonu sabahı bulmalar derken bi yerden sonra tükendik. Gece deli gibi dans ettikten sonra, incecik kıyafetlerle Ankara ayazında arabaya yürümenin, bas bas müzik çalarken, bas bas bağırarak konuşmanın, duman altı mekanların bünyemizi etkilememesi kaçınılmazdı. Akabinde paramızın ne de çabuk bittiği gerçeğiyle de yüzleşmemizin ardından bu hızlı hayatı biraz daha yavaşlattık.
Sosyalleşmek yerini tek mekanlı gecelere, güzel yemeklere, ev partilerine bıraktı.

Bu Cuma akşamı içinse plan inna(?) konserine gitmekti. Ama günlerden cuma olduğu anda o kadar yorgundum ki, planım sadece uzun süredir göremediğim utkuşu görmek ve 10 gibi eve dönmekti. Derken utku aradı, mehmetlere uğrandı,evine hayran kalındı, on üstünden on verildi, "evde kahve içmek de ne güzel, amanda aman" derken, mehmet dışarı çıkmam buyurdu, utku ve ben çıkalım dedik, kapıdan çıkarkense 3 kişiydik ve birden kendimizi flat de bulduk, havanın üşütmeyen haliyle orada hoş beş edip, görmediklerimizi görüp iki lafın belini kırdıktan sonra, biene geçtik. Flatin karanlık ve bebelerle dolup taşan ortamından sonra biende keyiflendik. Konuştuk, dertleştik, hayaller kurduk, dünyayı kurtardık, "10 sene önce bu zamanlar tanışmıştık" dedik, şaşırdık.Aslında hep birlikte birşeyler yapıp biryerlere gitmemize rağmen, bu seferde çekirdek takılmanın keyfine vardık.
Kapıdan çıkarken "e hoksa da gider miyiz ki" dedik, iki bilindik şarkıda salındık, hoksun lounge kısmını da gördük beğendik, hoksta arkadaşların arkadaşları ile karşılaşmanın ve “zeki bar” a gitme muhabbetinin ardından da, yıllardır adını duyup da gitmediğim efkar mekana ulaştık. Gecenin ilerleyen saatlerinde içeri giren her tipe şaşkın şaşkın baktım, dışarıya “gözükmek, kesmek, kesilmek” için çıkmış havasında olanların ağırlıkta olduğu, ama her türden tipin bulunduğu bir ortamda, efkar şarkılarla kendinden geçme ayini yapıldığını kavradım, iki üç şarkıda bende katıldım. Ve saat 3 ü geçerken eve ulaşınca gece çıkmama rekorumu yitirmiş bulunmaktaydım.Mehmet ve Utku; iyi ki varsınız:)
Cumartesi ise erkenden odamı toplamak için uyanıp, tüm o yorgunlukla ulus'a , oradan tunalıyagidip, baharla İstanbul misali bir gün yaşadık. Vitaminde sosili yedik, filamingo da takıldık, foto çektik, fotolarımızı görenler "aa burası istanbul mu" dedi, güldük.
Akşam bitanecik arkadaşım taze evli Candan'a gidip , lezizz mi lezizzz yemeklerinden yedik, yeteneğine hayran kaldık, sen artık " olmuşsun" dedik, çok güzel ağırlandık, hasret giderdik, evini de çok beğendik.
Pazar teyzem de uyanıp, baharla koşarak yatağına atlayarak uyandırdık onu, livada güzel bir kahvaltı ve alışveriş yapıp eve geldik.

Uzun süredir asosyel gibi takıldığımdan olsa gerek bu haftasonu yorulmuş olsam da çok, iyi geldi.
İş çok yoğun, birikenler, yazılacaklar, duruşmalar, toplanmış, toplanamamış eşyalar derken, hepsini üst üste koyarsam tavana değerler...
Neyse ki havalar güzel:)

Fotolar: Geçen cumartesi Erdoğan düğmede çekildi. Burası çılgın bir yer olmuş , aşmış kendini.İki haftasonra evlenecek Neyroşumun kınası için süs püs alındı. Bir de kürşad bana oradan hello kittyli çıkartmalar aldı, kafalarında aşçı şapkası varmış , sonradan farkedip, mutlu oldum.

1 Ekim 2009 Perşembe

Doğur dedin bana kurabiye gibi çocuklar..

Bir şarkı vardı.
Sonbahar gelince dinlerim. Hep dinlerim.
Bahar bir şarkı koyunca geldi aklıma.
Bu da benden olsun.

"Sofrandaki kırıntılar kadar bile mi olamadım?"