22 Kasım 2012 Perşembe

dostlar alışverişte görsün.


Giyim bir ihtiyaç mı? Yoksa zevk mi? Benim hobilerimden biri alışveriş idi. Ama artık herkese övüne övüne söylüyorum, “ben alışveriş orucundan sonra duruldum, eskisi gibi alışveriş yapmıyorum”.Bu bazen doğru bazen yanlış.

  Ama eskisi gibi “ay ne kadar ucuzzz” diyerek hemen alacağım iki üç babeti sakince yerlerine bırakıp, daha çok ihtiyacım olan çizme fiyatının ¾ üne denk gelecek bir harcamadan kurtuluyorum.

Ya da sanki bir şarkıcı sanki bir celebrity edasıyla her daim göz süzdüğüm çeşitli gece kıyafetlerini artık denemiyorum. Bu alışkanlığım yıllarca düğünlere giderken kurtarıcım olmuş olsa da gerek yok.

Bir diğer taktiğim “düşünüyorum” Evet söylemesi ne kadar basit ama uygulaması benim için bir o kadar zor olan eylem. Eskiden alışveriş: “aa ne güzelmiş” iken şimdilerde; “buna ihtiyacım var mı” “bunu neyle giyerim” lere dönüştü sayılır.

Bir de ucuz şeylerle dolabımı doldurmak yerine, belki biraz daha pahalı, ama daha dayanıklı şeyler alıyorum. En azından tek sezon giymiyorum. Aldığım kıyafetin nerede üretildiğine bakıyorum.Tabii arada bir kanıyorum.  

Bir kıyafeti farklı gün ve birden fazla sefer giyerek aslında onu almama gerek olup olmadığını da test ettiğim doğrudur. Cidden işe yarama hatta bir hevesini alma, yok aslında orası da pek güzel değil durumu yarattığı oluyor.

Son zamanlarda her yeri simler, pullar bastı ki bu da “merve modası” dediğim süsün püsün içine rahatça girebilme özgürlüğü demek.

Peki bu gariban alışveriş mağduru son zamanlarda neler aldı? Tasarım parçalar değil ama işte güçte beni kurtaracak bir kaç sey:
herry den bir elbise.
elbise benim kurtarıcım. ben sırt tarafını öne gelecek şekilde de giydim. güzel oldu. i love fiyonk çünkü.

massimodan ceketimsi bir hırka.
sıcacık.

 yargıcıdan pullu etek.
her eve lazım.
benimki gümüş rengi.


 ve yine massimo duttiden simli kazak elbise.
bunu alalı aslında epeyce oldu ama siyah opak çoraplarla da giydiğim doğrudur.


19 Kasım 2012 Pazartesi

bir sen bir ben beş bebek

çook yakın , her daim görüştüğüm 6 kız arkadaşım var benim. Bunlardan biri benim gibi  bekar ve çocuksuz, ikisi hamile, 3-7 aydır da üç tanesi çocuklu. yani toplamda bir kız iki erkek üç bebek var meydanda. iki hamilenin bebekleri de yolda. şu son bir yıl içerisinde çok şey öğrendim. çocukların altını değiştirmeden tut da, banyo yapmasına, bir günlük bir bebeği veeeeeer bana diyen annesinden tırsıp kucaklama ve türlü çocuk şarkılarıyla ilgili hafızamı zorlayıp, çığırtkanlık yapmaya kadar değişik tecrübelerim oldu. bu arada gazlı bebekler, uyuyan bebekler, dişi çıkan bebekler, farklı tonlarda ağlayan bebekler tanıdım, öyle ki annesi bile aa ege ağlıyor derken, o ege değil tuna diyebilecek kıvama geldim.

iki kere iki dört, ben çocuklarla iyi anlaşırım, onları severim. ama yolda milletin güzel bebeğini görünce önünü kesip sevecek kadar fanatik de değilim. lakin işin diğer yanı ben çocuklardan da bir o kadar korkarım. birden kırılıvereceklerinden, boğazına bir şey kaçmasından, uzaylılar gibi ilk adım atışlarından, tuhaf bakışlarından, ağlayıp katılmalarından, onları tutmaktan, düşürmekten, üzmekten korkarım.

hayat çok değişik. 13 yaşında evde bana fizik çalıştıran neyirle şimdi oturup, saçma sapan şeyler yaparken bir de zeynep var. kafama demir kalem kutu fırlatıp, kaşlarına kelebek tokalar takan çılgın candan, şu an harika bir anne. habersiz bize geldiğinde mutlaka evde nohut yemeğiyle karşılaşan ve bizi sadece nohut yiyor zanneden didem de artık egenin annesi.

bunları kavramak biraz güç. ama arkadaşlarım anne olunca başka insanlar olmadı. panik/sahiplenici/titiz/korkak değiller. beni kasmıyorlar. etrafı da. ama anne olmak zor. ben çocukları sadece seviyorum, şarkı söylüyorum.bazen  dans ediyorum.  onların yaptıkları işlerde sadece yanlarında bulunduğum bir tam günde dahi sanki taş taşımış gibi yorgun oluyorum.hiç bir şey yapmadığım halde. onları düşünemiyorum. uykusuzluğa, yorgunluğa karşı bir güçleri var.

bu hayatımın çocuksuz ve bekar ama bir o kadar çocuklu dönemine bir not.
ben hala onların cesaretlerine , güçlerine şaşırıyorum. kendimi anne olarak hayal edemiyorum.
 etrafta sonsuza kadar seveceğim arkadaşlarımdan bile tatlı üç insan var, ikisi de yolda ve ben bir ömür onları onların büyümelerine tanıklık edeceğim. senin kakan da çok pis kokardı be, senin saçlarını halil sezai gibi tarardı annen, senin sağından soluna döndüğün günü bilirim falan diyeceğim. hayat gerçekten çok garip.  


14 Kasım 2012 Çarşamba

14 Kasım.


Bugün anneannemi kaybedişimizin 13. yılı.
Bundan 13 yıl önce, şimdilerdeki gibi çokça bilinmeyen, adı geçmeyen bir hastalıktan kaybettik anneannemi. Alzheimer.

Anneannem bu hastalığa yakalandığında ben 10’lu o ise 50’li yaşlarındaydı. O zaman için anneanne olacak kadar yaşlıydı benim için, ama bu yaşımda, onun 62 yaşında öldüğünü düşündüğümde ise çok genç.

Unutuyordu anneannem,;sorduklarını, yediklerini, yemeyi, giyinmeyi, isimleri, sokakları. Her şey birer birer siliniyordu kafasından.

Ama bizi hiç unutmadı anneannem. Ne dedemi, ne annemi,teyzemi, dayımı, Recoyu,Büş’ü,beni,Bahar’ı… Unutmadı.

Biz kocaman bir aileydik. Bu hastalığı birlikte tanıyan, her şeyi birlikte yapmaktan vazgeçmeyen.

Birlikte tatillere gittik. Güzel yerlerde yemeklere gittik. Denize baktık.

10 Kasım 99’da, okulla gittiğim Anıtkabir ziyaretinden yanına koşup gittiğim gün, başını dizlerine koyup yatarken, saçlarımı okşadığını hatırlıyorum. Deprem olduğu gün kötüleştiğini, deprem paniğiyle herkes sokağa atmışken kendini, bizim evin içinde oturuşumuzu hatırlıyorum. Herkes deprem anında koşarak merdivenleri inerken, koşarak merdivenleri çıkan dedemi.

Hatırlıyorum. Özlüyorum. 

12 Kasım 2012 Pazartesi

9 gün.


Cumartesi: Ege’nin diş buğdayı ve Kürşad geldi.
Akşamına bir siyah beyaz gecesi+aspava
Pazar:Kahvaltı, yemek pişirmece. Akşama doğru Günaydın Burger kaçamağı+bolca muhabbet.
Pazartesi: Okul. Okul sonrası biraz iş, biraz soya soslu makarna.
Salı: İstanbul. Mavi Marmara duruşması kalabalığı+yağmur+ şimdi’de güzel bir yemek+anneme ve bahar’a kısa süreli bir kavuşmadan sonra çok sallanan bir uçak yolculuğu.
Çarşamba:Yine Ankara. Erken biten bir duruşma sonrası öğle tatilinde Van Gogh alive sergisi+ Divan’da güzel bir öğle yemeği ve d&r muhabbetinin ardından bu sefer de güzel bir akşam yemeği.
Perşembe: Afyonkarahisar, Kürşad’ın da gelmesiyle şenlenen bir yolculuk+yağmur+ Tarihi İkbal Lokantası’nda enfes yemekler, tatlılar.
Cuma:Yine Ankara.Yorgun kafalar ve bedenler. Bitki çayları, meyveler.


Cumartesi:Neyir ve Zeyno’nun gelmesi sebebiyle Didem’de toplanmaca.Bol bol bebek sesi+kokusu ve onları sevmek.Akşam Bien+aspava
Pazar:Tarihi Şengül Hamamı’nda ilk hamam deneyimi+biraz kahvaltı+biraz öğle yemeği ve AŞTİ’de ayrılık.

Ben otobüslere gülerek el sallıyorum uzun süredir.
Geçen haftaya inat bugün çok güneşli bir pazartesi, kalbim biraz bulutlu.
Haftamız güzel geçsin!