10 Aralık 2014 Çarşamba

praiano

Bitiyor işte 2014. Kendime karşı acımasızdım biraz ama kolay bir yıl da olmadı. Kız hep halaya çekmezmiş ben dayıma çekmişim diye benzemekten keyif aldığım dayım gitti bu yıl. Çok zor geldi. Hala çok zor.

Biraz kilo aldım. Biraz bıraktım kendimi. Biraz hep yapamadıklarıma odaklandım. Biraz kayboldum.
Çok güzel yerler gördüm..
Unutmayacağım film karesi gibi anlar yaşadım. O anlar benim için çok önemli.

Nerden esti bu kadar yürümek diye kendimize kızarken, şezlongların kaldırıldığı ve hatta kuma gömülü şemsiyelerin sular altında kaldığı bir plaj gördük yolun aşağısında, binlerce merdivenle kıyısına inerken nasıl geri tırmanacağımızdan endişeliydik, ama indik, sonra o plajda dalga seslerinden birbirimizi duyamadığımız bir anda, sadece ikimizken, etrafta kimsecikler yokken, ben çok güzel bir kitabın sonuna geldim. O kitabın sonunu yanımdaki adama okudum. Onun gözleri doldu. Benim gözlerim onun gözleri doldu diye doldu. Tam o anda bir kayanın üzerine tek başına bir martı kondu. o martı benim çok özlediğim ya da onun çok özlediği biriydi ya da ikisi birden.
Dönerken merdivenler bizi hiç zorlamadı çünkü bazı anları yaşamaya değer.

Şimdi bazı şeylerden eskisi gibi keyif alamıyor muyum acaba diye düşünürken hatırlamak iyi geldi.

Ama bu bir 2014 yazısı olamadı.

4 Aralık 2014 Perşembe

kahvaltı rüyası

dün serviste başladım ağlamaya.
sonra eve geldim susturamadım kendimi. sonra da boşver dedim bıraktım kendimi. evde kimse de yoktu. sonra uyumuşum. rüyamda dayım gelmiş mehmetle beraber. bizim mutfak, bizim ev. kahvaltı hazırlıyorum. dolabı açıyorum. sarı bir ışık mutfağa dolmuş.çok üzgünüm yeniden. bazen başa dönüyor insan. geçer tabi.

24 Kasım 2014 Pazartesi

sahilde.

sahildeydik. güneş batıyordu. Uzakta bir adam vardı. Elinde çantası. Pazar günü olmasına rağmen üzerinde şık bir ceket, içinde koyu mavi bir gömlek. Adamın çantayı tutuşu, adamın boyu, tarzı, tavrı. Adam uzaktaydı. Benim gözlerim uzağı çok seçemez yine de yüzüne bakmadım, çünkü bir an için onu dayım sandım, sadece ben değil hepimiz öyle sandık,öyle kalsın istedik. Dönüp dönüp baktık. sonra da yürüdük gittik...

20 Ekim 2014 Pazartesi

kahverengi takım.


günlük hayatta taktığımız maskeler var ve kimse her daim özlemini dinlemek istemez. ve sen de günlük hayatına dönüyorsun tabii. zaten zaman geçse ve acın aynı kalsa dayanamazsın. ama o kadar üzgünüm ki hala. 

o yüzden sadece buraya yazıyorum. zaman geçip de geriye döndüğümde hep içimde taşıdığımın kendime bir işareti olsun istiyorum ve hep içimde kalsın.

yine rüyamda gördüm dayımı. hiç öyle bir takımını anımsamama rağmen ve dayım renklerle çok barışık olmasına rağmen, her rüyamda kahverengi bir takımla görüyorum onu.
bu sefer yüzü o kadar netti ki. ve çok parlak çok ışıklı.
bu da kendime not olsun.

16 Ekim 2014 Perşembe

beyler hanımlar.

toplu taşımada uzun süre telefonla konuşamıyorum. utanırım. kendim insanları çok dinlediğimden de olabilir çünkü hiç tanımasam da uzun bir telefon konuşması bana o insanla ilgili bir sürü bilgi verebilir. Hele serviste uzun uzun görüşmeler yapmak , sevgilimle düzenli kavga etmek, dedikodu yapmak için bir arkadaşımı aramak da bana göre değil.

Ama bir kız var serviste , adı Z., çocuklarının, kocasının adını, annesinin dün arkadaşlarıyla falcıda olduğunu biliyorum mesela. Çocuğunun doğum günü teması Frozen olacakmış. Bakıcısına bir salata yapıver demiş o da aa yaparım tabi demiş. Pazar kayınvalidesine hava aldıralım demiş, balık yemişler. Neyse işte dinliyoruz her sabah her akşam.

Bir de servis şoförüm var. N. Bey. Tatlılığı içinde gizli bir insan. Sevdiklerini geç kalsa da bekleyen, onlara telefon açan biri.

Bu sabah , D. Hanım'ın evinin önündeyiz. D. Hanım kırk yılın başı "hastamız nedeniyle" der, geç kalır. Kırk yılın başı hariç servisi asla bekletmez. Bugün durakta olmayınca, N. Bey kapadı kontağı başladı beklemeye. Z. hanım darlandı, "N. Bey" dedi, "D. Hanım gelecek mi de bekliyoruz?" N. Bey cevap vermedi. Ondan başka kimse homurdanmadı. D. Hanım gelmedi. Biz de gittik.

Ama biz bir gün bile dinlemek istiyor muyuz da konuşuyorsun car car her gün demedik.
O da demeseydi. İyiydi. Hastaları var zaten D. Hanım'ın.

1 Ekim 2014 Çarşamba

incecikten bir kar yağınca da sen geleceksin.

unutmamak için yazacağım buraya . bugün okudum bir yerde.
"mayası cennet olana cennet dilenmez o cennetin ta kendisidir. giderken öğretene de elveda denmez, çünkü o aslında hiç gitmez."

2002 miydi yoksa 2003 mü. uzun bir aradan sonra denize gitmiştik. akşam 5 belki 6. günün en güzel saati. birlikte denize girmiştik. keşkelerim gözlerimin arkasında ıslak ıslak, biraz da boğazımda kaldı.

25 Eylül 2014 Perşembe

yazdan sona.

sonra biz çok güzel bir yere gittik. limon bahçeleri gördük, uzansak bulutlara değecek kadar tepelere çıktık, dalga seslerinde bitirdik kitaplarımızı, hiç yüzmediğimiz sulara atladık. hadiseler aleminden hatıralar alemine geçince oralarda dayıma rastlarım sandım. rastlayamadım. bir ben var için için her şeyin yoluna girdiğini düşünen geçecek işte diyen, bir de ben var günleri sayan ve özleyen. 40 günü geçtik. 39 ateş söndüde biri hep içimizde.

ve sonunda dün rüyamda gördüm dayımı. sımsıkı sarıldık. sımsıkı.

mevsim eylül.

hayat bir çok güzel bazen hiç değil.


4 Eylül 2014 Perşembe

yüzbinkerehayır.

Sakince soruyorum caddeden bindiğmiz sarı dolmuşun şoförüne; “daha çok bekleyecekseniz biz inelim.” “Yok” diyor, “inmeyin, şimdi taksiye binseniz en az 60 lira tutar. İsterseniz o parayı bana verin, ben kimseyi almadan götüreyim sizi”. Ben cevap vermiyorum. Kürşad “biz taksim’e gitmeyeceğiz abi” diyor. Bir ışıkta 4 kere kırmızının yandığına şahit olduktan sonra yavaş yavaş ilerliyoruz. Dolmuşlar hızlı giderken onları durduramaz mıyız biz diye düşünüyorum. Ankara’da hızla geçen dolmuşları hep görür, hep durdururduk . Ama esat dolmuşları da dura dura gider, pardon giderdi. Artık ne yaparlar? Bunları kürşad’a anlatmıyorum. Sadece düşünüyorum. Şöför sigara yakıyor. Sigara kokusu bana bir sürü farklı şeyi hatırlatıyor. İnsan hiç sigara içmese bile o kokunun çağrıştırdığı binlerce anısı mı oluyor? Sanki soğuk olsa daha çok şey hatırlayacağım ama hava sıcak. Koku biraz babam, biraz kış, biraz iş, biraz annemin teyzeleri.Bira da böyle bir şey. Hiç içmesem de kokusunun çağrıştırdığı bir dolu şey var.Dolmuştan inip taksiye biniyoruz. Benim aklıma yine dayımın öldüğü geliyor. Son zamanlarda neden onu çağırmadım diye bir acı saplanıyor içime. Taksiye biniyoruz. Taksi de barış manço çalıyor. Ben biraz ağlıyorum. Kürşad ne oldu diyor ben ona “barış manço dinlemeyeli yıllar olmuştur” diyorum. O anda taksici radyoyu kapatıyor. İdo’nun albüm tanıtımının yer aldığı bir billboard önünden geçerken aklıma birden, anneme “dayımda gelse keşke bayramda o da bizde kalır” dediğim geliyor. Annem bunu dayıma söylemiştir değil mi? söylemiştir. Biraz içim rahatlıyor. Merdivenleri çıkarken kürşad, ben aslında barış mançonun o şarkısını hiç duymamıştım diyor. Ben de aldatılan barış manço yazmış sanki o şarkıyı deyip “hayır hayır yüzbinkere hayır” şarkısını söylüyorum. Barış mançoyu çok sevip öldüğünde çok üzüldüğüm geliyor aklıma. Sonrasında şarkılarını çok fazla dinleyip barış mançodan bıktığımı hatırlıyorum. 99 ‘da ölmüştü diyor kürşad. “Evet” diyorum. “Aylardır konuşmayan anneannem öldüğü gün tv’ye dokunup iyi adamdı demişti”. Kapıyı açıyoruz. Ev temizlenmiş, balkona çıkıp çiçekleri suluyorum. İnsan bazen birini ne kadar sevdiğini tahmin edemiyor, sevdiğini biliyor da ölçüsünü bilemiyor.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

a mano

anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki.keşke filmi olsa diyorum bazen yaşadıklarımızın. izleye izleye tüketsek hissedilenleri ve izleye izleye kavuşsak. o kadar göresim var ki. iki çift laf edesim.21 gün oldu.boğazım düğüm.

21 Ağustos 2014 Perşembe

hayat işte

Ölümle yakın münasebete girdiğim her durumda olduğu gibi bu sefer de hayat birden hem çok anlamlı hem de çok anlamsız gelmeye başladı. Oldum olası zamanımızın az olduğu hissiyle yaşayan bir insan olarak şu an yine bir 30 yıl sonra emekli olmak üzere neden çalıştığımızı sorguluyorum, bazen alışveriş yapan insanlara (sanki hiç onlardan biri olmamışım gibi) uzaylıymışçasına bakıyorum. Neden ev aldığımızı, neden para biriktirdiğimizi ve bir gün bu dünyadan gittiğimizde arkamızdan üzülecek ya da üzülmeyecek (bence her ikisi de aynı derecede kötü) çocuklar dünyaya getirirken nasıl bu kadar kendimizden emin olduğumuzu falan düşünüyorum.


Sonra geçiyor, daha çok deniz kenarına gideyim diyorum, yeşil ağaçları görünce çam kokusunu içime çekiyorum, dayımın böyle güzel şeyler gördüğünde sevinçle ve heyecanla beni aradığı geliyor aklıma, onu aramak istiyorum. Ama onun telefonu bizim elimizde artık. Şarj ediliyor ve kapanmıyor. Biz istediğimiz sürece açık. Bazen karşıdan heyecanla neşeyle yükselen “Ahmet sesi”ne, onun burada olmadığını söylemek biraz zor oluyor ama hayat işte. Bugünlerde en çok bunu söylüyorum; hayat işte! Hayat neyse?

13 Ağustos 2014 Çarşamba

ya ahmet yebne gülsen

dayım gitti. aniden. pat diye. ya da kuş gibi. evet kuş gibi. uçarak. içim acıyor. inanamadım. inanamam diye onu görmek istedim ve gördüm ama yine de inanamadım. o kadar güzeldi ki. her gün acısı biraz geçecek biliyorum. ama acının bir parçası hep orada kalacak.  kocaman bir aile olduğumuz için her gün şükrediyorum. ama bir yandan da zor. çünkü zaman acımasız ve o kocaman ailenin bir parçası olan sevdiklerin seni bırakıp gidiyor.
aslında tüm bu olanları bahar'ın 4 kelimesi özetledi; dayım gittiyse herkes gidebilir. ama giderken o kadar çok işaret, hikaye, anı ve alınacak ders , okunacak kitap, öğrenilecek şey bıraktı ki  yapılacak çok iş var.
bana aldığı fırında ona yemekler pişirecektim daha. ve bana aldığı tencerelerimi  kullanmaya kıyamamıştım,o gelince yeni gözüksün diye. ama zaman beklemiyor.
dayım gitti. içimde kocaman bir acı. her gün biraz geçecek ama zor.

25 Haziran 2014 Çarşamba

ben beni kendi içimde bilmem ararsam bulur muyum?

Şimdi salonda pc açık oturmuş akşam eve getirdiğim işleri tamamlamaya uğraşıyorum. kürşad'ın belgeseline kafam gitmesin diye kulaklığımı takıp açtığım klasik muzikler içimi iyiden iyiye sıkıştırınca aklıma okul zamanları da içim sıkılınca dinlediklerim geldi. yolda yürürken bestekarda kaldırımda satılan üzerinde bir şey yazmayan cd yi aldığım güne gitti aklım. eve gelip de dinleyince ne kadar sevindiğim, içinde yüzlerce şarkı olmasına akıl erdiremediğim sonra dinleye dinleye bitiremediğim o cd. nerde acaba şimdi?

yazın ankara özlenir mi? bazen özleniyor. aklım çok eskilere gidiyor. hele regl öncesindeysem içimdeki uyuz pek hüzünlü. üzerimde dev bir gecelik taş balkonu yıkarken ayaklarımın ıslanmasını bile özlüyorum. bu durumda karpuzlu, kızartmalı, tanju okanlı ve abdullah beyli akşamları özlememek mevzu bahis dahi olamaz.

o zamanlar bir de sezen aksu var. hep üzgün. hep aşık. hep onun başına gelmiş. şimdilerde beni etkilemesi çok zor ama o zaman uzanıp tutuvermiş elimi ve her şey bana onun sayesinde hatırlatıyor kendini hala.

ağlayasım var bugün. sebebim yok. bugün özlediklerim sadece insanlar değil. taş bir balkon, ayağımı yakan bir halı, sabaha karşı çalan bir telefon, mutfaktan gelen bir ses, beni öpünce boynumu kızartan bir sakal balkonda otururken başımdan aşağı dökülen bir şişe su falan.

şimdi kürşadın yeni bir taktik öğrendim diyerek doğradığı soğusun diye dolaba koyduğum karpuzu yiyeceğim. muntazam kesilmiş. leride bir gün bugünleri de özleyeceğim.uzak bir anı olacak hepsi.çok tuhaf.

8 Ocak 2014 Çarşamba

ok, bye.

bahar blog yazmış. ondan özendim. önceki yazımda bahsettiğim işe girdim. neredeyse 3 ay olacak. önceki işimden oldukça farklı. genel olarak öğrenmeye çalışmakla geçiyor. işe girdiğimden beri geceleri dişlerimi gıcırdatan bir insan oldum. umarım geçer. üniversite yıllarımın bitişiyle geçmişte kalan gece sayıklamalarım yeniden gün yüzüne çıktı. herkesin stresle başa çık(a)ma/ma hali birbirinden farklı. yeni yılda hedeflerim var mı? var galiba. biraz fazla huzurlu ve her şeyden daha kolay mutlu olan bir insan olmaya başlamam yaşlılık alameti olabilir. istanbul'u sevdim mi? zaten çok seviyordum. trafiğini de çekmediğimden nefret edemiyorum. ama metrobüse bindiğimde ya da bilmediğim bir metro hattında başka bir şehirde olduğumu fazlasıyla hissediyorum ki her semti başka bir şehir. bir bütünlük sağlayamadığım yazıma son verip, işe dönüyorum, öptüm bye.