28 Şubat 2009 Cumartesi

Lulu..

Bütün bir hafta koşturmacayla geçti.Didemin düğünü konseptli çok tuhaf rüyalar görmeye devam ediyorum. Mütemadiyen her gün çok uykum vardı ve kızsal güne geçiş yapmakta zorlandığım sancılı bir haftaydı.Canım hiç iş yapmak istemedi. Donuk gözlerle etrafımı seyrettim. Şiş bir balon gibiyim.İnşallah patlarım.Dün akşamda slumdog millionere i izledik kürşadla. Gerçekten de eğlendik izlerken. Ama bu kadar oscarı hakediyor muydu bilemedim. Müzikleriyse süperdi.Filmin esas kızı ile oğlanının ise gerçek hayatta sevgili oluşlarına inanamadım. Kız esas oğlan uğruna nişanlısını terkettiğine göre çocukta benim göremediğim bir cevher olmalı.(hoş nişanlısını da görmedim ki, beterin beteri olabilir, ama böyle değince de şekilci bir insan gibi algılanmayım, öle değilimdir, sadece kız fazla güzeldi, bu da nasıl bir parenteezse??) Filmde karakterlerin küçüklüğünü canlandıran çocuklaraysa bayıldım. O nasıl bir yetenektir öyle?
***
Sinemadan çıkıp eve geldiğimdeyse, istabuldan teşrif eden Neyir kapıdan girer girmez uyuyalım dediğinde ne kadar sevindiğimi anlatamam. Hoş o uykuya geçmeden yine bıcır bıcır birşeyler anlattı ama bana masal gibi geldi. Sabahsa ben gözlerimi açmış gerinirken ayağıyla elime tekme atıp; "aa o kadar uyuduk saat daha 9 "dediğinde bu onun beni artık uyutmayacağın sinyaliydi.Bense onu laptopımda görmediği fotoğraflar ve bir kaç albümle oyaladıktan sonra "çok acıktım" nidalarına dayanamayıp saat 10 da yatağı terketmek durumunda kaldım. Annemin güzel kahvaltısı ve tv de 5 kere 5 eşliğinde güzel bir sabah..
Şimdiyse Baharla Neyir dışarda. Odaları topladım. Gece Didemin bekarlığa vedası. Hazırılıklar ve geceden karelerle yarın buradayım. Beni izlemeye devam edin.
Foto:Efe askerdeyken didemle yaptığımız kurabiyeler.

26 Şubat 2009 Perşembe

Yemeyin O Cipsi

Biraz önce izlediğim patos reklamını şiddetle kınıyorum. Hayır öyle feminist bir karakter de değilim. Ama o nedir allah aşkına?
Hani Kavak Yelleri'nin esas oğlanı Deniz'in oynadığı, yolda iki kızla karşılaşıp kararsız kaldığı, akabinde her türlü karasızlığını ikisi bir arada konseptli bu cipsi yiyerek attığı reklamdan bahsediyorum.
Ve teklif ediyorum. Bu reklamın aynı senaryosunun bir de esas kızlı olan versiyonu çekilsin. Kız yolda karşılaştığı Sarışın ve Esmer iki çocuk arasında kalsın, derken fermuarı çeksin çocuk tek bir kumrala dönüşsün, sonra yolda yine benzer bir karasızlığı bu fermuar çekme işlemiyle hallediversinler ve derken akşam ne olsun? Kız oğlanın fermuarını indirsin ve iki oğlan mı olsun?
Nedense bu versiyon rahatsız edici ama kızları çiftlemek pek makbul. Sinir oldum. Kalksın bu reklam.Çok başarısız.

22 Şubat 2009 Pazar

Rizeli Hemsehri...

- Adınız Temel olduğuna göre sizinki tipik Karadenizli bir aile mi?

- Aslında benim doğduğum yıllarda, ki 1959 doğumluyum, pek kullanılmıyordu bu isim. Adımın Temel konması biraz enteresan... Annemin bir erkek çocuğu ölmüş doğar doğmaz. Sonra benim ikiz kardeşim ölmüş doğumda, bir de ablam rahmetli olmuş.Yani sekiz kardeş olacaktık ama şu anda üç kız, iki erkeğiz. Teyzem de benim ismimi Temel koymuş, 'temeli sağlam olsun, yaşasın' diye. Karadeniz isminden ziyade sebebi budur. Tabii Temel fıkraları çocuk yaşlardayken enteresan oluyor...

- Peki siz Temel fıkralarıyla yaşamayı, bunlarla eğlenmeyi öğrendiniz mi?

- Çocuk yaştayken hoş olmuyor, onu söyleyeyim! Fakat ben çok okudum, Michigan'dan mezun oldum.Türkiye'de çok fazla Michigan mezunu da yoktur, ondan sonra Temel popüler bir isim oldu benim için.

Demek ki, neymiş? İsminizle ilgili kompleksiniz varsa çok okuyarak aşabilirmişsiniz.
Ya da havalı bir yerde okumuşsanız bunu olur olmaz her lafın arasına sıkıştırabilirsiniz.
Siz bilirsiniz.

Röportaj buradan.Kişi:THY Genel Müdürü Kotil.

Gelidonya Feneri

Cumartesi sabah tüm huysuzluğumla; Bahar'ın bir projesi için D&R'ın o katından bu katına giderken, hiç alışveriş yapamazken ve kendi kendime Didem'in saç provasına gideceğimi sanıyorken,Utku aradı. "Akşam Gelibolu Fenerine yemeğe gidelim mi?" dedi. Pardon pardon, doğrusunu anlatmak gerekirse,Utku "Gelidonya Feneri" dedi ama ben Gelibolu anlamıştım.Hoş Selma da benimkine benzer bir şekilde Geldonya diye bir yere gidiyoruz sanmıştı. Ama olsundu, Utku demişti, gitmemek olur muydu?Bu iki kız Utku'yu sorgulamamayı çok küçükken öğrenmişti.

Her ne kadar tüm gün üzerimde lastik botlarım ve taytımla oradan oraya salınırken tipiye maruz kamış ve hafiften yıpranmış olsam da akşam onlarlaydım. Ege yemeklerine ilişkin kültürüm sadece laternadan ibaret olmasına rağmen bu yemekte Utku ve Banu, meze ve balık çeşitleri, türlü türlü yemek isimleriyle ege mutfağı konusunda sınıf atlamama oldukça yardımcı oldular. Ve gecenin sonunda ben; güzel mezeleri, hoş ortamı,tapteze balıkları olan ve duvarında sık sık asılmış çerçeveler içinde biribirinden güzel resimler yer alan, bu loş ışıklı tatlı mekanı çok
sevdim.
Yandaki fotoğraf ise onların özel tatlısı. Bize servis yapan beyefendi; "laternadan da bilirsiniz" dedi ama ben orada böyle bir şey yememiştim. Tadı kesinlikle annemin bir zamanlar yaptığı,üzerine muhallebi dökerek servis ettiği, elma tatlısına benzemekteydi. Ama elma olamayacak kadar yumuşaktı. Utku ise tahminini "incir" diyerek yaparken, Kürşad;yeni dünya diyerek beni benden aldı. Sonuç ise sadece burada!!
Mervejsutagirl'den başka hiç bir yerde bulamayacağınız cevap!! Bu tatlı patlıcan'!!(Eğer bize verilen bilgi doğruysa:))Üzeri sakızlı ve frambuazlı muhallebiyle servis edilen enfes bir tatlı.Eminin egeliler biliyor ve şu an bu yazıyı okurken bana gülüyorlardır ama, benim için oldukça ilginç bir deneyimdi.Tabi bence siz yine de bu tatlının yanında fırında helvada söyleyin. O muazzam lezzetten de mahrum kalmayın.Gecenin sonundaysa kahvelerimizi yudumlarken, ben yine "işte hayat bu" dedim.Kapanışı tıklım tıkış olmayan nadada yaptık ve güzel musiclerinde salındık.Son olarak bu güzel gecenin mimarı, mekan seçme ustası Utkucuğuma teşekkürlerimi sunar, gelişiyle gecemizi güzelleştiren ve beni Eskişehirden bol bol okuyan Banucuğuma sevgilerimi gönderir, Banu'nun çılgın kardeşi Beyza'ya da selamlarımı göndermeyi bir borç bilirim:)))
Dip Not:Fotoğraflar şuradan alınmıştır.

19 Şubat 2009 Perşembe

Kıracağım O Anteni!

Şimdi bizim uydumuz bozuk efendim. Bu da ne demek oluyor? Biz genelde bu türk dizilerinin falan avrupa yayınlarını seyrediyoruz. Ancak dikkatimizi toplayabilirsek. Çünkü türk kanallarımızın avrupa’ya yayın yapanlarında reklamlar bizimkinin üçbinikizyüz katı uzunlukta. Adeta oscara aday bir film gibi. Hani ilk başlarda izlerken komik geliyor, gülüyorsun falan da bir yere kadar yani. Bense bu güzide Perşembe akşamı, tvnin karşısında yayılıp kaldım ki, genelde yapmadığım bir şeydir. ( Ben deniz Tv seyretmediği iddiasında bulunacak kadar entel bir insan olmasam da, bünyem dikkatini herhangi bir aktivite de uzun süreli olarak toplamaya müsait olmadığından iyi bir izleyici değilimdir.)

Ama bu akşam o kadar yorgundum ki yatağıma gidecek gücü bile bulamadım kendimde.Koltukta yığılıp kaldım ve gezmeye başladım kanalları..Kanallar da kanal olsa hani doğru dürüst hiçbirinde sinyal yok.

Trt gözüme çarptı önce;Kosova’nın bağımsız oluşuna dair belgesele benzeyen, gerçekten de güzel gözüken bir program vardı. Ama ben kavrayacak yetenekte değildim. Sadece Kosovalı kadınların güzel olduğunu düşündüm; koroda hep bir ağızdan şarkı söyledikleri sahnede.

Daha sonra şöyle bir kanal d’ ye geçtim ,orada da “çok güzel hareketler bunlar” a rastladım. Yılmaz Erdoğan’ı sevmiyorum. Birisi ona mikrofonu ağzına dayamadan konuşmayı, pardon mikrofonu ısırmaması gerektiğini öğretmeli. Barış Manço’ya çıkmış çocuklar gibi. Bu programı da hiç sevmeme rağmen; bekarlarla ilgili çok güzel bir skece denk geldim. Çok da beğendim. Yazanlardan birinin liseden arkadaşımız Zeynep olduğunu duyunca da daha çok sevindim.

Sonra hangi kanal olduğunu hatırlayamadığım bir kanalda annesiyle barışma ümidiyle stüdyoda bekleyen bir kadına rastladım. Ben deyim 40 siz deyin 50 yaşlarında olan bu teyzemiz şarkıcı olmak için evden kaçmıştı ve annesi ona küsmüştü. Aman tanrım ne acıklıydı. Bu arada süper şarkıcı Doğuş araya girip Teyzeyi genç kızlara kötü örnek olmakla suçluyordu. Ama doğuş yanılıyordu zira teyze ancak kendi gibi teyzelere kötü örnek olabilirdi.Derken diğer sunucu araya giriyor ve annesine kavuşmak isteyen hanımefendiye can alıcı soruyu soruyordu. “Şimdiiii, sen bak gözümün içine, amaaaa bana doğruyu söyleee”,“ben sana şimdi desem kiiiii anneni mi istersin, yoksaaa sana kaset çıkartalım desem onu mu tercih edersin” Kadınsa tüm saflığıyla “annem ölmedikçe nasıl olsa bulurum onu vallahi kaset isterim” dedi.Derken stüdyodan bir amca “anneler çok mu..???!!!” diye birşeyler çemkirdi bense dayanamadım.

Yani doğru dürüst hiçbir kanalın hali hazırda çıkmadığı tvmizi izlemeyerek aslında hiçbir şey kaybetmiyorum. Bu gece izlediklerimde rüyama girmesinler yeter.

Rüya demişken dün gece rüyamda Didem’in düğün günü. Benim ayarladığım makyöz gelemiyor. Panik olmuşuz. Ama kafamda bir anda ampul yanıyor ve diyorum ki “ay üzülme mac’den bronzing powder almıştım onu süreriz süper olur”. Yapıyorum makyajı, Pek olmasa da didemi avutmatya çalışıyorum, o anda da saçlarını tepesinden toplayıp bak şimdi saçın yapılsın gelinliğini bi giy o zaman gösterecek makyaj” gibi bir şeyler zırvalıyorum. Akabinde saçları bonus bir grup Nijeryalı da düğüne davetliymiş ve Didem halayı bunlara senöğreteceksin diyor. Ama ben halay çekmeyi bilmiyorum.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Bişi.

Çok şey öğrendik.
Ama büyüyemedik hiç..
Çözdük sandıkça
Çözüldük aslında.
Bir bütün olmak istedik.
Sadece tek bir parça.
Uğraştıkça daha çok parçalandık.
Doğrular fırlattılar gökyüzüne.
Yakalayamadık hiç birini.
Kafamıza gözümüze çarptı bazıları.
Canımızı acıttı.
Uzakta bir kalabalık vardı.
Belli bir yöne giden.
Ve tam tersinde de başka bir grup
Aksine yürüyen.
Bizse öylece tam ortada kaldık.
Hangi yöne gideceğimizi bilemeden.
Ve sonunda rüzgara bıraktık kendimizi.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Ben ben ben...

Usta yazarın kaleminden ben için; tık tık.

Banu Güvenle derdim var..

Kesinlikle bir suratsız. Onu ilk defa izleyen birisi canının o gün çok sıkkın olduğunu bunu da istemeden haber sunuş şekline yansıttığını düşünebilir. Ama sonra bir izler iki izler anlar bu kadında bir tuhaflık olduğunu.
Ki ntvnin haberleri güzeldir. İzlettirir kendini, dinlettirir. Ama Banu Güven suratını asmaktan kelimeleri telafuz ederken o kadar çok hata yapıyor ki, bir süre sonra yeter dedittirir.(
Birisi çıkıp bu kadına ciddi olmakla, suratsız olmak arasındaki o ince nüans farkını anlatmalı. Hadi o ben oldum.Biri de çıkıp o kadın yerine benim kuzenim Gülsimayı spiker yapmalı! O kim olacak acaba?

I want A Blythe...


Bana benziyorlar. Minicik cüsseleri üstünde salınan büyük kafaları, kocaman gözleri ve baygın bakışlarıyla kesinlikle beni andırıyorlar.Ben onlardan bir adet istiyorum. Ama bir tane olunca eminim bir tane daha isteyeceğim ve sonra bir tane daha. Sabahın bir ekinde rastladım onlara, tam da şurada . Adları Blythe.Ama bildiğimiz oyuncak bebeklerden oldukça farklılar. Evet belki onlarında barbieler gibi türlü aksesuarları, çeşit çeşit kıyafetleri var. Ama onlar başkalar. İlk üretildiklerinde çocuklar tarafından sevilmeyecek kadar korkunç görünen bu bebekler, Amerikalı bir fotoğraf sanatçısının
keşfi ile büyüklerin favorisi bir oyuncak haline gelmiş.

Bugünse Alexander McQueen’in kreasyonu tanıtmak için model olarak kullanacağı kadar dikkat çekiciler.

Şu an sadece Uzakdoğuda bulabileceğimiz ikoncan bebeklerimiz koleksiyonerlerin gözdesi durumunda. Buradan da görebileceğiniz üzere, Louis Vitton çanta gibi yüzlerce aksesuarları var ve herkes çıkacak yeni modellerin peşinde.

Bende onlardan bir adet edinmek, onlara makyaj yapmak, saçlarını boyamak, macden aldığım takma kirpiklerle, süzüp durdukları gözlerine vurgu yapmak istiyorum. En havalı Blyhte benimki olsun, ben de ona kızım diye sesleneyim istiyorum.Sesimi duyun.

15 Şubat 2009 Pazar

Dudaklarımda Bir Ateş/Avuçlarımda Alevsin...

Sevgililer günü üstüne bir yazı yazamam ki ben. Hele bitmiş gitmişse hiçç.
Ama yılbaşı gibi bu sevgililer gününün de kırmızısına, kalbine, süsüne,püsüne bayılırım.
Ki böyle şeyleri mutlaka karşı cinsten almam da gerekmez, kendi kendime alarak da bünyemi rahatlatabilirim. Yani bu güne ne övgüler yağdırabilirim ne de yerin dibine sokabilirim.
Quick China da somut olarak başarısız ama soyut olarak oldukça keyifli bir yemek yedik.

İlk göz ağrımız, park caddesi şubesinin bariz bir biçimde gölgesinde kalmakta. Yine de bir ümit bunu, sevgililer günü yoğunluğuna vermek istiyorum.Söylemezsem de çatlarım; çin mantısı ve California rolllarımız hariç, ana yemek ve tatlılarımız gayet başarısızdı.Ama onlar girişe kocaman bir kalp koyma, fotoğrafımızı çekip gecenin sonunda bize verme, o gece orada çalan güzel şarkıları fortune cookielerle süsledikleri bir cd de hediye etme gibi türlü numaralarla gönlümüzü aldılar.

Gecenin ilerleyen saatlerinde teşrif ettiğimiz Copper Club’ı ise sevip sevmeme konusunda net bir karar veremedim. Yaş ortalamasının hayli yüksek olduğu mekanda kesinlikle kaliteli ve güzel müzik var ama ya ben henüz bu tarz eğlenceler yaşıma terfi etmedim ya da dün pek genç ruhluydum.

Yarınsa en sevdiğim gün pazartesi. Bahar’ın okulunun da açıldığını göz önünde bulundurursak; sabah evden çıkma yarışında hızlı olmak gerek. Ben haftaya kendimi Elmadağ yollarına vurarak başlayacağım. Bu gün panaroya giderken gördüğüm dağlar Elmadağ ise eğer bu orada epeyce kar olduğunu göstermektedir.

Hakkımda hayırlısı olsun diyor, yazımı burada bitirirken kendime çok güzel bir gece ayakkabısı aldığımı da cümle aleme duyuruyorum.

Sizi tanımıyorum, ama seviyorum.Gözünüzü açıp kapayana kadar günlerden Cuma olsun inşallah.

(Dip not 1:Fotoyu Bahri çekti.Çikolatalar süperdi. Cd ise dinleyebileceğiniz en güzel fado örneklerine haiz mükemmel bir kayıt olarak Kürşad tarafından alınmıştır.)
(Dip not 2:Bahri ve Kürşad bu blogda sürekli isimlerinin geçmesini isteyen iki kişidir.)

7 Şubat 2009 Cumartesi

Bugün orada da Cumartesi mi?

İşe gitmek zorunda olduğum için değil, uykumu aldığım için açılmış gözlerimin tadını çıkarıyorum.Bugün cumartesi. Anne işe gitmiş, Baba işe gitmiş. Baharla güzel bir kahvaltı etmeli. Patatesli omlet mi yapsam acaba?Aslında canım nasıl da pancake çekti. Üşendim ama yapmaya...

Derken kalktım. Dolabı açtım. Annenim işe gitmeden hazırladığı pancake karışımını görüp havalara uçtum. Anne seni çok seviyorum. Daha ben uyanıp ne isteyeceğimi bilmeden sen onu tahmin ettiğin için...

E bahrinin süper düper portakallı reçeli de varsa daha ne istersiniz?Yavuzun bize gönderdiği koca bir paket kurabiyeden bahsetmiyorum bile.
Hayat bize güzel bugün. Buyrun bir gün bize gelin size de yapalım. Tarifini istemeyin. Söylemeyiz:P

Hepinizi öperiz..Daha paralı günümüz var, oraya gideceğiz:))

6 Şubat 2009 Cuma

You never know what's comin' for ya. ..


Dinlediğim en gerçekçi masaldı.

Çok sevdim.

Uzun filmlere tahammülüm olmamasına rağmen gözümü kırpmadan, oflamadan, puflamadan izledim.

Bana göre hepimizin aslında "kendi hikayesini yaşayan yalnızlar" olduğunu vurgulayan bir film olmasına rağmen hiç de kederlenmedim. Filmi mütemadiyen yüzümde bir tebessümle seyrettim.

Filmin "hadi canım ya olur mu öyle şey"denecek türden bir konusu olmasına rağmen, hiç bir yerinde öyle dedirtmeyişine şaşırdım.

"The Curious Case Of Benjamin Button"

Mutlaka izleyin.


5 Şubat 2009 Perşembe

25 maddede Merve.

1-)Hayatımda hiç kibrit yakmadım. Bunu küçükken kibrit yakmaya çalışıp elimi yakmış olmam türünden bir hikayeye bağlamak istiyorum. Ama o tarz bir anım da yok.

2-)Eğer stresliysem geceleri hep sayıklıyorum. Mantıklı mantıksız durmadan konuşuyorum.

3-)Kulağımda mp3lerim varsa, akşam eve dönüş yolunda hafiften kırıtmaya başlayıp, bahçeden apartman kapısına kadar bildiğin çılgınlar gibi dans ediyorum, şarkı söylüyorum.

4-)Eğer tanıdığım biri ölmüşse kesinlikle tek başına uyuyamıyorum. Aynı şekilde çok üzüldüğüm bir şey olmuşsa da yalnız yatamıyorum. Tası tarağı toplayıp bahrinin odasına yerleşiyorum ve o bunu hiç sevmiyor.

5-)Yemek yapmayı ama en çok da insanların yedikten sonraki takdir dolu sözlerini seviyorum. Hayalim kalabalık kocaman bir evde tüm sevdiklerimi beslemek.

6-)Dedem öldüğünden beri onu çok özlüyorum. Rüyamda çok sık göremiyorum. Bazen onu hayatta sanıp, başım sıkıştığı anlarda arayıp “dedecim benim için dua et” diyecek gibi oluyorum.

7-)Kedilerden, köpeklerden, kuşlardan, kavanozda duran balıktan bile korkuyorum. Ama hiçbirinden nefret etmiyorum. Hepsini uzaktan çok seviyoruM:)

8-)Saatim sonu 0 ya da 5 ile biten bir rakamı göstermiyorsa kesinlikle yataktan çıkamıyorum. Misal saat 7:43 ise 7:45 ‘e kadar bekliyorum.

9-)Hayatımda hiç diyet yapmadım. Eğer diyet yaparsam daha çok kilo alacağımı biliyorum. Hiçbir zaman düzenli bir spor geçmişim de olmadı.

10-)En sevdiğim şeylerden biri de takvim yapraklarını koparmak, denizci takviminde kırmızı kutucuğu bir sonraki güne ilerletmek.Zamanın geçmesini seviyorum.

11-)Gloria Jeans'te hiçbir zaman ne içeceğimi bilmiyorum. Starbucks da ise favorim nane aromalı chai tea latte.

12-)Yediğim yemeyi sevmişsem "mmmmm" şeklinde bir ses çıkararak yiyorum.
13-)Güneşe bakıp bakıp hapşırıyorum.

14-)En sevdiğim renk beyaz. Yaz kış beyaz pantalon giymek istiyorum. Beyaz giyme söz olur türküsünün bana yazıldığını düşünüyorum.

15-)Ayaklarım 35.5 numara ve çok komikler.
16-)Hayatımda hiç sigara içmedim.

17-)Bronz olma konusundaki takıntımı yenmeye çalışıyorum. Güneşlenirken mutlaka dakika tutuyor ve güneşe doğru pozisyon değiştiriyorum. Plajda 10 dakikada bir çalan telefonumun alarmıyla güneş etrafında benimle dönenleri görürseniz, korkmayın. İçimizden sadece biri deli.

18-)Evden çıkarken asla kahvaltı yapmıyorum.
19-)Saçlarımı hiç boyatmadım. Ama üniversite bitene kadar her türlü şekle giren saçlarımla artık oynamıyorum. Şu an uzun saçlı bir kızım.

20-)Avukat olduğumu söylediğimde "hangi alanda uzmansınız" denmesine sinir oluyorum.
21-)En sevdiğim yemek bezelye ve pilav.En sevdiğim dondurma algida-buz parmak.
22-)Sadece ece ajandası kullanıyorum ve defterime sadece siyah kalemle yazıyorum. Bir önceki yılda girdiğim duruşmaları fosforlu sarıyla çizerek, kazandığım davaları pembe tik atarak işaretliyorum. Kaybettiklerin mi dediniz..??
23-)Kendimden büyük çantalarla geziyorum. Bir adaya düşersem yanıma 3 şey almama gerek yok. Hepsi çantamın içinde.
24-)Ortaokuldan beri aynı parfümü kullanıyorum. Ralp Lauren-Romance. İnsanların çok güzel olmuşsun yerine, ne güzel kokuyorsun demelerine bayılıyorum. Mest oluyorum.
25-)En sevdiğim oyuncağım lego. Hala Zeyneple oynuyorum.

1 Şubat 2009 Pazar

All The Single Ladies...

Altın kızlar olarak durumumuz üçe üç. Candanımız da nişanlandı.
O kadar güzeldi ki.
Geceden aklımda tatlı balonlar, süper yemekler bir de Candan hapşırdığında Melih'in ona odanın öbür ucundan , tüm kalbiyle der gibi “çok yaşa” deyişi kaldı.
Ha birde Efe'nin dansımsı diye tanımlayabileceğim çeşitli hareketler esnasında dirseğiyle leğen kemiği çevremde oluşturduğu morluk kaldı bana bu geceden:)

Altın kızlar serisinin o gece nişanlananı hariç hepimiz
Neyolarda kaldık. Bütün gece neyirin inanılmaz arşivinden bluetoothla şarkı alıp, saçma sapan gülüp eğlendik. (Bu esnada uyumayı başaran Yudum'a tebrikler)

Sabahsa yine Neyir'in telefonunda çalan "all the single ladiees" eşliğinde, kızların uyuduğu oda da çılgın taytımla yatağın üzerinde zıplarken kafamı avizeye çarpmam neticesinde ağır yaralandım. Çarpma o kadar şiddetliydi ki, yarı uykulu Didem, tencere elimde, kapağıyla çalıyorum zannetti. ( O da yapmayacağım şey değildir.)

Ardından süper bir kahvaltı edip, “hepsini yiyemezsiniz, niye bu kadar çok söylediniz” diyen garsonu her şeyi silip süpürerek şaşırttık.Evlenme telaşı sarmış Dido bizi erken terk ederken, ablasıyla çeyizleri paylaşmak üzere, Pınar da aramızdan ayrıldı.

Biz bekarlar olarak Neyir'i İstanbul'a uğurladıktan sonra, Yudumla kaldığımız yerden devam ettik. Yine kendimize yeni hedefler koyduk. Yarın yüzmeye geri dönüyoruz.

Limonata gibi bir hafta dilerim.
(Foto sol baştan:Yudum,Neyir, Candan, Merve, Pınar, Didem)