30 Aralık 2009 Çarşamba

2-0/1-0

Geçen sene bir arkadaşımı taklit edip, bir defter almıştım kendime.
İçine hedeflerimi yazmış, çantamdan da hiç çıkarmamaya gayret etmiştim. Tabii sürekli çanta değiştiriyor olduğumdan ara sıra fireler verilmiş, yıl sonunda da defter odamdaki çılgın çekmecemi boylamıştı.

Geçen hafta çekmecemden çıkarıp, okudum defterimi. Kısa hedeflerime göz attım.
Gerçekleştirdiklerimi görünce mutlu oldum.

Yeni bir ülke görme, yemek kursuna gitme, Ales’e girme gerçekleşen hedeflerimden bir kısmı:)/İnsan Ales’e gireceğim diye bir hedef koyar mı kendine demeyin, benim için sınava girmek de büyük bir başarıdır, zaten başlamak da bitirmenin yarısıdır:)

Tabii birkaç ütopik olanı gerçekleşmemiş ama olsun, ben onları da ısrarla az sora alacağım yeni bir deftere not edeceğim.

Bu seferse çantamdan hiç çıkarmayacağım ki, zaman zaman “ben gerçekleşmemiş bir hayalinim” diyerek,gözüme çarpsınlar motive etsinler beni.

Benim gibi gelecek konusunda plansız, oldukça da “hırs”sız ama hayatı anı anına güzel yaşama konusunda planlı olan herkese öneririm.

Ve geçen seneki yazımda da dediğim gibi yeni yıl hepimizin ortak doğum günü bence.
Bir yıl daha yaşlanıyoruz dememeli ama,yaş alıyoruz, güzel yollar da alalım inşallah:)

Sanki zaman geçtikçe daha huzurluyum, daha sakin, daha ne istediğini bilen.(belki de sadece bugün bir dava kazandığımdan mutlu da olabilirim)
Ya yaşlanıyorum, ya da başka bir şey.

Güzel yemekler pişirmek istiyorum yine,güzel şeyler yemek, yepyeni yerler görmek, denizin kenarında, içinde, dibinde, üstünde daha çok daha çok olmak, istiyorum. Kimse hastalanmasın, uzaklara gitmesin, işler hep yolunda gitsin,paralı,neşeli, hoş sürprizlerle dolu bir yıl olsun istiyorum.Bunları da hepimiz için diliyorum.

Bir de nedendir bilmiyorum, iyi olacak her şey hissediyorum.

Baksanıza Adı bile güzel bu yılın.
2-0,1-0.
Sanki maçları hep kazanacakmışız gibi.
Hepinize iyi seneler.
Fotoyu: Bahar'dan çaldım. Ama bu kurabiyelerin tıpa tıp aynısının yine, yeniden piştiği gerçeğini değiştirmez. Hele hele şu an masamda bir kutunun içinde mevcut olmadıklarını ve gelene gidene ikram edilmediğini sanıyorsanız, gerçekten yanılıyorsunuz.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Biraz Avatar, biraz Julie&Julia...

Ben Titanic’i seyretmedim. Yüzüklerin Efendisi serisini, Harry Potter’ı da bilmem.Matrix’ i bir İngilizce dersinde izlemiştim ve belki 4. sünü arkadaşlarım o gün ona gitmek istedi diye seyretmiştim.Twilight’ın kitabını okuyup, illa bir şeyler okuyacaksam daha faydalı şeyler okumaya karar vermiş,seriye devam etmemiş, New Moon’a da Kürşad tutturdu diye gitmiştim.

Ne“hasılat rekorları kıran filmlere gitmem” ne de “ben entelim sadece sanat filmleri izlerim” gibi bir iddiam yok. Ya denk gelmedim bunlara, ya da konuları ilgimi çekmedi. Heyecanı ve macerayı sevsem de, aklımın almadığına inanamıyorum sanırım.

Beklide hayal gücüm çok zayıf ve ben somut gerçeklerden hoşlanıyorum.Biraz da basit şeylerden.
Ama itiraf ediyorum. Avatar’a hür irademle gittim. Merak ettim. 1994 bu yana teknolojinin gelişimini bekleyen bir yönetmenin ortaya ne çıkardığını görmek istedim, 3d izlemek de ayrı bir heyecandı tabii. Netice de ben de pandoraya vuruldum, Kızılderililere benzettiğim navilerden olmak istedim, türümüz yenildi diye, sinemada, onca kalabalıkla birlikte, ben de derin bir “oh” çektim.2154 yılına bir gittim, sonra geri geldim.

Gerçekten sıkılırım böyle filmlerde, sürekli saate bakarım, ama bunu gözümü kırpmadan izledim.

Filmin %60’ının , özelliklede navilerin animasyon olduğuna inanmak oldukça güç.

Tavsiye ederim.İzleyin.

Diğer taraftan Pazar günü öyle bir film izledim ki, moralim bozuldukça seyredebilirim.

Konusunu anlatamam, beceremem zaten ama o filmde Bahar ve ben vardık, hayallerimiz, bir de tutkumuz vardı. O kadar söyleyeyim.

Çok güldüm, gerçek bir hikaye olması daha da çok sevmeme neden oldu.

Sadece Julie, Julia’yı sevmiş mi sevmemiş mi onu merak ettim. "Keşke karşılaşsalarmış" dedim.
İkisi de kahramanım oldu benim.

Bu filmi de izleyin. İzleyin.

Öperim.

25 Aralık 2009 Cuma

Bu Bir İyi Ki Doğdun Didem Yazısıdır!

Vee Didotti’nin doğum günü yok sandınız ama yanıldınız sayın seyirciler.O da doğdu bir kış günü, güzel bir kız çocuğu olarak.

Arkadaşlığımız onunla da altın kızlar serisinin bir çok üyesiyle olduğu gibi, 10 yılını devirmiş çoktan. Düşününce dünyanın en klasik lafı belki ama her şey daha dün gibi. Ne zaman bir okul çıkışı bize gelse evde kuru fasulye ve pilav+irmik tatlısı olduğu günler; üstünden çok geçmemiş bir zaman diliminde yaşanmış sanki.

Çok güleriz biz didottiyle, çok da kavga eder, küseriz.

Daha doğrusu o çok güler bana, ben ciddi ciddi bir şeyler anlatsam bile güler.
Bir de hep o küser bana, ben ona küssem bile o, ona küsmüşüm diye küser.

Ama yine de biliriz, arkadaşlığımızın hiçbir şeye değişilemeyecek kadar değerli olduğunu.

Ben okulun merdivenlerinden "hoş geldiniz sayın seyirciler" diye inerken o vardı, matematikten anlamazken de (hala anlamıyorum zaten), babama ters düşüp, ailesiz ilk seyahatime doğru yola çıktığımda da. Bilkent’te bir söğüt ağacının altında otururken ve her ikimizde çok farklı duygular hissederken de yan yanaydık, mfö konserlerinde “ele güne karşı yapayalnız böyle de olmaz ki” derken de.

Her şeyden öte birlikte büyüdük biz, o küsüp gitmemeyi, ben öfkemi kontrol edebilmeyi takriben aynı yaşlarda öğrendik.

Birbirimizin hayatında çok şeye şahit olduk,çok şeyler paylaştık ve hayatlarımız sarmaşık oldu artık, dolandı birbirine.

Dışarıdan bakınca karışığız belki, aynı anda farklı sesler çıkarırız ve size gürültü gibi gelir zaman zaman ama kimse gelip kesmesin bizi didom, böyle karışık, dolaşık kalalım hep. Çok seviyorum seni. İyi doğdun huysuz ve tatlı Didem. (en az benim kadar)


Dip Not:Kimsenin(kendim de dahil) küçüklük ya da net olmayan fotoğrafları dışında fotoğraf eklememeyi prensip edinmeme rağmen, küçüklük halinin birebir kopyası olan Didem'in fotoğrafını bloguma koyarak bu kuralı ihlal etmiş bulunmaktayım.

24 Aralık 2009 Perşembe

L'uomo che ama...

Yıl sonu olması itibariyle işlerimiz coşmuş ve de aşmış durumda. Başımızı kaşıyacak vaktimiz bile yok, raporlar, duruşmalar hepsi üst üste. Bir de bol stresli davalar da eklenince bu maratona kendimi adeta final zamanlarındaki depresif ben gibi hissetmeye başladım. Gece uykularımda bir ayrı alem. Geç yatsam olmuyor, erken uyusam işe yaramıyor. Gece uyanmadan uyumayı beceremiyorum bu aralar ve bütün gün ölü bir ifadeyle oraya buraya koşturuyorum.

Peki hiç mi güzel birşey yapmadın dersen, yaptım tabii. Mesela bir sahnesinin fotoğrafını görmekte olduğun şu filme gittim. Sevdin mi diye soracak olursan, bilemedim yahu. Çok gereksiz uzun, bir de epeyce yavaş ve yavan geldi. Hani filmdeki yaşlı teyzenin ölüm ve ayrılık arasındaki o ince farka dair yaptığı hoş konuşmayı duymak, bir de ölme ihtimali olan bir hastanın ameliyattan çıkıp da kurtulursa, ölümle yüzleştiği bir dönemde hissettiklerini unutmamak adına kendine yazdığı mektuptan ufak ufak sebeplenmek istersen gidebilirsin. Yok yahu bunlar çok klişe geldi dersen de gitmezsin olur biter.
Film o denli yavaştı ki, izlerken üzerinde epeyce düşünme fırsatı da yarattı. Ve ben anladım ki aşk acısı benim dünyamda daha kadınlara özgü bir şey. Sanki dişilerin tekelinde. Üzülen erkeğe inanamıyor bünyem, "aman bee adamm sendeeee" diyesim geliyor. Tuhaf.
Öte yandan, adam terketmek istediğinde ve terk edilmek ile baş edemediğinde de bir depresyona giriyor ve fakat terk etmek istediğinde uykuları bölünüp dururken, terk edildiğinde uykulardan uyanamıyor. Ve merve düşünüyor, acaba depresyon belirtisi olan uyku düzensizlikleri, değiştirmek istediğimiz durumlarda uykudan uyanma olarak kendini gösterirken, değiştiremeyeceğimiz ama bir yandan da kabullenemediğimiz durumlarda sürekli uyuma isteğine mi dönüşüyor?
Merve bilmiyor. O da geceleri uyanıp duruyor zaten bu aralar, yapması gereken onca iş olduğundan olsa gerek.
Ve bir de ben Bahar'ın deneme süresinde olduğu işinde başından geçen komik maceraları kaleme almamak için kendimi zor tutuyorum. Bunu da belirtmek isterim.


Aslında aklımda ne çok da şey vardı.

17 Aralık 2009 Perşembe

Mushaboom

Her gece topuklularımla, bütünleştirdiğim bir kıyafet hazırlıyorum kendime ve alarmımı 6:45’ e kuruyorum.

Her akşam “yarın sabah 8’de , herkesten önce işte olacağım “diyorum. Daha çok çalışmaya, işleri toparlamaya dair hayaller kuruyorum.

Her akşamüzeri, midem kazındığında zararlı bir şeyler yememek için direniyorum.

Her öğlen; öğleden sonra iyi iş çıkaracağıma ve uyku bastırmayacağına dair kendimi motive ediyorum.

Her gün öğle yemeğine yakın, deliler gibi acıktığımda, hızlı bir kahvaltı etmeyeceğim ve yumurtalı, ballı tereyağlı bir menüyle tıka basa doyacağım” diyorum.

Ve bu aralar her sabah istisnasız olarak;

Önce tekrarlama modunu kapattığım alarmım çalarken uyanıyor ve o sustuğunda 7:45 ‘e kadar uzanan bir uykuya dalıyorum.
Uykuya daldığım esnada ; topuklularla işe geç kalacağımı düşünerek, bir gece önceki kreasyonumun altına yedek düz bir ayakkabı icat etmeye çalışıyorum.
Bu esnada kafamdaki kıyafetle çok üşüyeceğimi düşünüp, eğer uykum çok ağır değilse o anda ev ahalisinden birine yağmur yağıp yağmadığını soruyor ve netice de planlanan kostümü kafamda eliyorum.
7:45’de kalkan biri olarak sabah 8’de işte olabildiğimi düşünmüyorsunuz heralde?
Derken alelacele bir kahvaltı edip, evden fırlıyorum.
İşleri sıralara sokup, o sıralardan şaşıyorum.
Hep çok acıkıyorum, arada ipin ucunu kaçırıyorum.
Bu aralar biraz yuvarlanıyorum ve bir şeyi 40 kere de söyleseniz olmayacağını biliyorum.

Hoşçakalın.

13 Aralık 2009 Pazar

Su gibi aktı yıllar, deryada bir damla kadar...


Annem hep denize aşıkmış.

Babam Bodrum'daymış.
Yıl 1977.


Bahar o zamanlar da süslüymüş ve de yaratıcı.





Şimdiki formumuzu geçmişe borçluymuşuz.
Hep spor yaparmışız.
(sarı mayolu Bahar, pembe mayolu Merve.)


Mutluymuşum.
Ve de tarz:P









Recom'la Büşram'la çok eğlenirmişiz.


Bahar'ın ablasıymışım, şimdi ikiz olduK:)








11 Aralık 2009 Cuma

Friday.



Şimdi bu yukarıda gördüklerinizi bizim yapmamış olmamız, bunları yapamayacağımız anlamına gelmiyor biliyorsunuz değil mi?
Bahriciğim için çok mutluyum. Herşey istediği gibi olsun. Hayallerinden bile güzel.
Bazı bazı huysuzun tekiyim de, şu yağmurlu Aralık sabahında mutluyum diye bana kızmazsınız değil mi?

10 Aralık 2009 Perşembe

Broken Embraces

Bir filmin bana güzel gelmesi için, ispanyolca olması, penelopenin oynaması, pedro almadovarın çekmesi yeterli olduğundan bu filme "güzel, izleyin" dememi, tavsiyemi, subjektif bir izleyici olduğumu düşünerek değerlendirin.

Ama güzeldi yaa:) Pedro Almadovar'ın klasik tarzının biraz dışındaydı sanki, az biraz gerilim yaratmaya çalışan, ama germeyen, sürükleyici, merak uyandıran, seksi bir filmdi.


Güzeldi. İzleyin.

Bir odamın duvar rengini her gören güler ama, her ispanyol filminde bir oda (otel odası da olsa)bu renk olduğuna göre(bknz. foto.) belki de akdeniz beni çağırıyordur falan, olamaz mı?

***

Birde Bahar yenibiriş.com diyeyim ben size. Ayrıntılara girmeyeyim. Evimizde bir bayram havası.

Diğer yandan Recom, bir tanem, askerim, sütlacım, uzun dönem asker. Annem ağlar, hoş annem ne çıksa ağlar. Yeri henüz belli değil.28 Aralık'ta, Samsun'da yemin törenine bekleriz:)

İşte böyleee.
Sevgiyle...

9 Aralık 2009 Çarşamba

Pamuk.

Küçük tatlı pamuğumuzun, prensesimizin doğum günüydü dün.
Sürprizini de yapıp yazmak istedim.

Ama önce biraz bizi anlatmak gerek;
Bundan neredeyse 15 yıl önce, kalabalık bir okul bahçesinde koluma girmesiyle başladı her şey.
O günden beri, pamuk prensesim oldu, minik kuzum.Ortaokulu, liseyi, üniversiteyi bitirdik birlikte. Gülme krizlerine girdik, arabayı çarpıyoruz sandık, o anda direksiyonu bırakıp,birbirimize sarılmaya kalktık, ölmedik neyse ki:)Mavi meleğimizle dolaştık, kısa filmler çektik uzun uzuuun, evlerimizi mesken ettik, saatlerce giydik çıkardık, süslendik, maskeler yaptık.Netice de bir hayatı paylaştık; ilk işlerimize,nişanlara düğünlere şahit olduk yan yana.

Ve biraz da onu anlatmak gerekirse;

Çok zevklidir Pinikom, her şeyin en güzelini alır, yakıştırır, en güzel oda onundur, en süslü dolap da. Dokunduğu her şeyi güzelleştirir. Hep olumlu, neşeli ve komiktir. Ağlarken bile gülendir. Ağlayan birini bile güldürebilenlerdendir. Sevgisini gösterebilen, sarılarak, öpücüklere boğarak ifade edebilenlerdendir. Pinikom gerçektir, içi dışı birdir, kızarsa size asar yüzünü, küser konuşmaz, severse sizi, pamuklara sarar, yanınızdan ayrılmaz.

İyi doğdun bitanem, iyi ki varsın. Yeni yaşında ve nice yaşlarında birlikte olalım, buruş buruş teyzeler bile olsak hep böle kaynatalım, kopalım. Çok seviyorum seniiii!!!
****
Ve dün dedik ki, doğum gününü hafta sonu kutlayacak olsak da ona bir sürpriz yapalım. Mesela bir ayı alalım elimize, dikilelim kapısına:) Derken gidene kadar, ben Efe’yle, Efe Didem’le, Candan Melih’le, Yudum Efe’yle, ben Kürşad’la, deli gibi didişip, birbirimizi yedik, mucize eseri kazasız belasız Bilkent’e vardık.(Bu arada sanki uzun yola gidiyormuşcasına Efe ve Kürşad’ın iki kere yemek molası verdiğini söylemiyorum bile) Bir ayı değil ama tombik bir ördek bulduk, Pın’ın en sevdiği bella vistanın üzerine serpiştirdiğimiz mumlarla( çakmağımızın olmasa da, o anda Bilkent 3 ten geçen herkese sorarak ateş bile bulduk)Taylan’ın onu kapının önüne getirmesini bekledik.

Geldiğimizi çaktırmamaya çalışsa da ev ahalisi, telefon çaldığı anda sürpriz belli oldu. Pın bizi gördü şaşırmış gibi yaptıJ Kuzumuzun mutluluktan gözleri doldu. Bize çikolata ikram etmeyi unuttu diye hüzünlere boğuldu.İyi ki doğdu, pinikomuz oldu..

8 Aralık 2009 Salı

Music.

500 days of summer'ın soundtrack'ini tek geçiyor ve her gün her gün onu dinliyorum. Bad Kids favorim.Bu şarkıların içinde bir de dost kitap evinin fon müziği cafe de pera 7 cd'sinin nadide parçalarını serpiştiriyor kendimden geçiyorum.
Bunları dinleyin. Öneriyorum.
Müzik (özellikle de jazz aslında) loş ışık gibi, olduğum mekanı daha güzel gösteriyor. İş yerimiz daha bir güzel dolayısıyla, bu güzel melodilerle:)
Beni 500 days of summer'ın esas kızına benzeten Ezgi'ye buradan öpücüklerimi gönderiyorum:)
Hani gözlerim mavi bile değil ama bunlar ufak ayrıntılar değil mi?

Ben de esas kızımız misali belki biraz 60'lardan kalmayım ama, filmin gazına gelip saçlarıma kahkül kestirme isteğim geçmiş bulunmakta.

Çünkü bir defterim var benim, alakalı alakasız notlar aldığım, oraya mütemadiyen "kahkül kestirmeeeee" yazmışım.

İnsanın sürekli kendine yakışmayan bir şeyi yapmakta ısrar etmesi hoş değil ama , gereksiz yere ısrar eden bünyesini farkedip tedbirler alması övgüye değer.
Boş ve de bomboş bir yazının daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Esen kalın.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Recom Askerde...

Mehmet askere gitti.
Sütlacımız, tombiğimiz Samsun'da. 10'unda da uzunu kısası belli olacak.
Bir sıhhiyeci o.
Herkes gitti geldi arkadaşlarımızdan da, evden biri ilk kez gitti.
Hep "ayy mehmet de gidince naparıss"muhabetleri edildi edildi de sonunda gerçekten o da gitti.

Sadece özlüyorum. Merak ediyorum.Özlüyorum.

Merak ediyorum.

Bitti.

Canım hiç birşey yazmak istemiyor bu aralar:)

Sevgiler:)

1 Aralık 2009 Salı

kapkek.


Yudum'un doğum günü için yapıldılar.
Masmaviyi ben istedim.
Yudum yedi, oldu mavi .
Demek ki açık maviden şaşmamalı.
Bu aralar yorgun, hüzünlüyüm.
İstanbul'a gidiyorum.
Hoşçakalın.