31 Mart 2010 Çarşamba

zaman.

Ben bu gece dedemi gördüm rüyamda. Çıkmış, geri gelmiş işte. Biz teyzemle bir pasta yapıyoruz mutfakta harıl harıl. Korkarak soruyorum "ayağı nasıl oldu acaba" diye. Annem giriyor o sırada içeri. "Çok iyi" diyor. "Baya kapanmış yaraları". "Kurumuş sadece biraz ama çok iyi "diyor. Dedem akraba ziyaretine gidecekmiş. Hiç de sevmez ya öyle gezmeleri, rüya işte. Krem bir pantalon giyiyor üstüne, ben gömleğini ütülüyorum. Dedem hiç konuşmuyor. Keyfi mi yok acaba diyorum, gidip bir şeyler anlatmalıyım ona, ne kadar da çok şey var zaten, neler neler oldu o yokken.

Sonra uyanıyorum. Yeni aldığım lacivert eteğimi giyiyorum, bir de yeni aldığım puanluıı hırkayı. Her gün olduğundan daha özenliyim bugün. Mutfağa giriyorum saçlarımı da kurutunca. Annem "ne güzel olmuşsun" diyor, "deden olsa çok beğenirdi bu kıyafetini kesin!"


"Anne ben rüyamda dedemi gördüm bugün" diyorum.


Bir de bugüne planlanmış bir ileti yazmışım o da aşağıda.

Sen konsersin. Açık havada, tanımadığım onca insanla tek bir ses olup söylediğim şarkısın.

Sevdiğim yemeksin, közlenmiş kırmızı biber gibi, makarna gibi, içli köfte gibi.

İzledikçe yüzümde bir gülümseme yaratan filmsin.

Dondurucu soğuksun bazen, kış mevsimisin,kızıp durduğum, içten içe öfkelendiğim.
Sonra da yazsın, özlemle beklediğim.

Garaj girişine park etmiş arabanın sahibisin kimi zaman , çılgınca bağırıp çağırdığım, kavga ettiğim.

Sinirle bir tekme savurduğum taşsın, bazen de çizmemin çizilen burnu.

Çantam da her akşam aradığım anahtarsın.
Hayatsın işte.

30 Mart 2010 Salı

Gitsek?



29 Mart 2010 Pazartesi

take me home.

Cuma merdivenlerden düşüldü. Beynim nasıl patlamadı, şaşırıyorum hala. Terliklerimin uçtuğunu, bir de "kırıldı belim kırıldıı" diye bağırıp durduğumu, Bahar yanıma koşunca da güldüğümü hatırlıyorum. Sanırım bir şeyim yok. Sadece uyurken, otururken, kalkarken biraz inliyorum, yere eğilemiyorum. Ha unutmadan tabii ki mosmorum.

Cuma kurabiyeler yapıldı. Sipariş üstüne.

Cumartesi sabah erkenden siparişler teslim edildi. Dükkana gidildi. Tunalıya gidildi. Utku'ya Lo&Loud' da kahve içildi. Pardon ben yeşil şişesine vurulduğum free fly(!?)'dan içtim. Beğenmedim. Şişesini eve getirdim. Benim oldu. Akşam Teyzem ve arkadaşlarıyla yemek yendi.

Pazar Teyzem'de uyanıldı. Ama eve dönüldü. Aileyle kahvaltı edildi. Fotorğaf çekildi. Anne, kız kardeş çarşıya gidildi. Gezildi. Eşyaya tapınma ayini yapıldı.

Pazar akşam oldu. Fener bizi yendi. Her zaman olduğu gibi dilime fenerin bize söylediği olur olmaz tezahüratlar takıldı. Evin içinde itinayla babamdan kaçıldı.

İki dosya okundu.

Gece oldu yatağa yatıldı. Uyanamadı. Uyanamadı. Okan'a bakıldı.

Yien yatıldı. Hiç uyunamadı.

Ama sabah işe gelindi. Hafta sonu Bahar gelmişti. Bu gün yağmur yağdı. Bahar gitti.

26 Mart 2010 Cuma

Cook is busy.


25 Mart 2010 Perşembe

Wish.




24 Mart 2010 Çarşamba

Amatör Barcelona Notları.

Aşağıda okuyacağınız tüm bilgiler,yıllar yıllar önceYudumla yaptığımız kısa Barcelona gezisine gitmeden Yudum'un süper teyzesi "Elmas Teyze" tarafından bize armağan edilmiştir ve onun katkılarıyla yaban ellerde sırtımız yere gelmemiştir. Yine onun sayesinde 40 yıllık katalanlar gibi Barcelona da fink atmış, turla telef olanlar grubundan ayrılmışızdır. Bu geziye dair ufak notlar yazmak aklımdadır ve Selma'nın da 1 Nisan'da barcaya gitmesi vesilesiyle nihayet bugüne kısmet olmuştur.


La Rambla Barcelona'nın en hareketli caddelerinden biri ve akşamları hafiften tehlikeli ve ıssız bir hale bürünse de ilk gördüğümde beni gerçekten büyülemişti. Bu cadde üzerindeki Mercat De La Boqueira (Pazar Yeri) her türlü tropikal meyvenin satıldığı bir pazar olması itibariyle ilginç ve farklı tatlara rastlanabilecek bir yermiş. (Miş diyorum çünkü biz ordayken kapalıydı. Ama herşeyi korkusuzca deneyen ve alerjik reaksiyonlar veren ben deniz için belki de hayırlı olmuştur) Bu pazarın hemen yanındaki Patisera Escriba ise 1902 yılında Guell tarafından yapılmış. Şehrin en ünlü modernista tarzı dükkanlarından biri.Kek dilimini andırdan patatesli omletlerinden, kendi mamülleri olan çikolatalarından mutlaka yenmeli. Biz çok gezip, yorulduğumuz da sadece bir kahve içmek için bile buraya uğradık. Turist (sanki biz neysek!) kaynamayan mekanlardan olması itibariyle de favorimiz olmuştu.Hayalimde ki mekan diyebilirim.
Yine bu caddede ve sanki her yerde rastladığımız bir başka yeme içme alternatifide "Maoz"du. Vejeteryan mekan maoz bizim güzel ankaramızın dört bir yanını sarmış çiğ köfteciler misali barcelonada da heryerdeydi. Bir nevi vejeteryan fastfood konseptli mekanımızda ana yemek pideye sarılı nohut köftesi olup, oldukça lezzetliydi. Dilediğiniz tüm salata çeşitlerini bulabileceğiniz mekanda bir külahın içinde sunulan elma dilimli patates kızartmaları da pek güzeldi.
Ve yukarı daki fotoğrafta Yudum'u yemek yerken görmekte olduğunuz mekan da bence kesinlikle başarılı.Barcelona'nın her biri birbirine benzer sokaklarında orayı arayıp bulmakta zorlanmayın diye adresini de veriyorum:Cerveseria Catalana(Katalan Rest.)Mayorka Caddesi No:236.

Burada menüde yazmayan ama Elmas Teyzemiz sayesinde sipariş verebildiğimiz; Pan Con Toma(Dometesli Ekmek), Çipiron(Bebek Kalamar Kızartması, Solomilo(Ekmek üzeri biftek ve ağzınız burnunuz kan olmasın istiyorsanız çok pişmesi konusunda mutlaka uyarın), Pini Enta Del Padron(Kızartılmış dolmalık biber) yiyin, Yudum tarafından hafif ama lezzetli olduğu belirtilen Alman buğday birasından da için. Tatlı olarak da çilekli kremalı milföy tavsiye ederim. (Fotoğraflarını çekmişim, çok başarılı olmadıklarından koymadım)

Yine meşhur ispanyol yemeği paela nın da güzelini yiyebiliceğiniz bir mekan. Turistik bir yemek olması itibariyle her yerde satılan ve herkesin midesini bozan bu yemeğe dair sizleri uyarmayı da bir borç bilirim.

Barcelona gerçekten de her yerinden tarih fışkıran bir şehir. Özellikle "Eski Şehir" denilen bölge de adım başı bir tarihi esere rastlamak mümkün.Müzelerden kilise/katedral tarzı yapılardan anlamayan ve haz etmeyen bir kişi olmama rağmen ben bile mondernizm akımının öncüsü Gaudi'nin eserleri karşısında saygıyla eğildim.


Sagra da Familia'nın bir fotoğrafını bundan yıllar yıllar önce görüp, pek merak edip, hıdırellezde görülücek yer olarak gömmüşlüğüm bile vardır:)Tavsiye ederim:)

Modernizm akımına mensup saygı değer Gaudi'nin Casa Milası,Palau Guel ve Park Guel'i kesinlikle görülmesi gereken yerler. Picasso müzesi ise beni İstanbul'daki sergi kadar etkilememiştir. Ama yine de oralara kadar gidip de görmemek ayıp olabilir. Bir de çikolata müzesine gidiyordu herkes akın akın ama biz arayıp arayıp bulamayınca vazgeçmiştik.
Portvell ve yakınındaki Maremagnum Alışveriş merkezi ve içindeki akvaryum yine buraya gidip görülebileceğiniz yerlerden. Özellikle çoluk çocuk gidenler için keyifli. Aralık ayında bile 20derece civarında olan hava da deniz kenarında şekerli mısır yerken, sahilde yapılan canlı müzik eşliğinde takılmak oldukça keyifli oluyor.Denemedik dememek için tekne turuna da çıkılabilir. Ama ortaköyden çıkılan tekne turundan farklı olarak burada sadece çeşitli yük gemileri görülebilir.


Figueres ise Dali'nin Gala için yaptığı, herhangi bir kelimele tarif edebilmekte zorlandığım, ayrıksı sanatına yakışır evinin/müzenin yer aldığı minik bir şehir.Onca yolu gitmeye kesinlikle değer.Dali müzesindeki yağmurlu taksisine ya da Rüzgar Sarayı Salonu adı verilen odanın tavanında; tepenizde sallanıyor hissi uyandıran ayaklara bakıp şaşırmaktan öte bir şeydi benim için. Sagra da Familia'yı gördüğümde hissettiğim ürpetinin bir türünü de Dali de hissetmiş, hatta uzun süre etkisinden çıkamamıştım.

Figueres e giderken yol üstünde uğranılası muhtemel diğer bi şehir ise Girona. Ama bu şehre dair klasik fotğraf(hani şu yukarıda gördüğünüzbinaların yer aldığı, benim çektiğime hiç benzemeyen) biraz yanıltıcı. Belirtmekte fayda görüyorum.Yani ille de görmenize gerek yok. İki adımlık Girona'daki adını hatırlayamadığım butik çikolatacının fiyatlarının çok makul olduğunu hatırlıyorum. Hediye için güzel bir alternatif! Ha bir de Yudum'la o nehir boyu deli gibi koştuğumuzu hatırlıyorum, otobüsü kaçırmamak için.

Bunun dışında hırsızlığa karşı sürekli uyarıldığımız şehirde neyse ki başımıza tatsız bir olay gelmedi. Bir ara sahilde yayılmış otururken, alışveriş torbalarımızı kaptırıyorduk ki son dakika da uyandık. Onun dışında ben tatilimizin son günü fotoğraf makinemi starbcuksda unuttum, starbucksa oldukça uzun bir süre geçtikten sonra geri döndüm, dışarıda oturduğumuz masanın etrafında, iki yaşlı Alman Teyze'yi rahatsız etmek pahasına bir süre dolanıp durup, en sonunda makinemi sonbahar yapraklarının altında usulca uzanmışken buldum. Tabii sevinçle o teyzelerden birini öptüğümü de hatırlarım. Kendisi hafiften korkudan ölecek gibi olmuştu. Sanırım ingilizce de pek anlamıyordu. Benim çok mühim bir hatıramdır bu:)

İngilizce demişken, kimsenin bu dilden anladığını söyleyemem. (Tabii gençler dışında.) Hatta her gün bir sürü tip bize kendi dilinde birşeyler anlatırken, dillerini konuşamadığımızı söylediğimizde bile ne dediğimizi anlamıyor gibi bakıyordu.

Öyle ki bir gün yine metroda yanıma yanaşan yaşlı teyze'ye "ispanyolca konuşamıyorum dediğinizi anlamıyorum" tarzı bir şeyler dediğimde, yeri göğü yıkmıştı. Sürekli Katalanya diye bağırıyordu. Katalanlar'ın dil konusundaki hassasiyetlerini de unutmamak gerek!

Ve metro da demişken, çok hatlı bir sistemi var. Metro içinde de uzun uzun yürüyorsunuz. Hafta sonları Alman istilası altında olan şehirde türlü sarhoş tacizlerine uğramak ve hava karardıktan sonra değişik tiplerle karşılaşmak da mümkün.Ama tramway ve metroyu doyasıya kullanmıştık:)

Yazıma burada bir son veriyorum. Çünkü biraz yoruldum. Umuyorum ki ilerleyen günlerde alışveriş ve gece hayatına dair de birşeyler karalarıM:)Fotoğraflara gelince, imkanımım oldukça kısıtlı olduğunu belirtmek isterim. Zira babam laptopımın üzerine basmış olduğundan bir çok fotoğrafa ulaşamadım. Hayır hayır, merak etmeyin babam gayet iyi!

Ve yine son olarak demek isterim ki, ben her yeri severim. Ankara'dan kalkarım Elmadağ'a giderim orayı da çok severim. Çünkü ben gitmeyi severim. Hele bir de etrafımda ki sesler değişikse ben bi yerde iyiden iyiye yabancıysam daha çok severim.

Buraya kadar okumayı başaran herkesi de tebrik ederiM:))

Sanat.

Ankara Müzik Festivali sitesi için lütfen TIK.

Sizce de bilet bedelleri biraz fahiş değil mi?
Tamam ben belki cimriyim de, öğrenci biletleri bile bence birden fazla kosner izleme imkanı vermeyecek ölçüde pahalı geldi bana.

İnsan festival deyince bir kaç gün üst üste etkinliklere katılmak ister ama yalan mı canım?

23 Mart 2010 Salı

Bambino.

Kendi küçük kasabasında bir italyan restoranında çalışan ve bir üniverste öğrencisi olan kahramanımız Ban pişirme yeteneklerini geliştirmek için ustasının ayarladığı görüşmeler sayesinde Tokyo'ya gider ve ordaki bir İtalyan restoranında yardımcı olarak çalışmaya başlar. Ban, Tokyo'da profösyonellerin arasında çalışmaya başladığında aslında düşündüğü kadar yetenekli olmadığını farkeder vs. vs.
Yani dizimiz Bambino Ban'in maceralarını analtmaktadır.
13 bölümlüktür.Tam bana göredir.
Tavsiye edilir.

Dip not: Söz konusu diziyi bana tabii ki Demet Hanım getirdi. Kendisi çalışma arkadaşım olup, bana türlü türlü filmler, diziler çekmekle kalmaz bir de keyfime, zevkime göresini bulur getirir. Ha bir tek bana olsa iyi, bu hizmetinden Bahar ve Annem'de faydalanır.
Yani aslında Demet Hanım anlatılmaz yaşanır, ayrı bir yazı konusudur. Ama siz daha Dexter'ı hala ayakkabı markası zannederken o muhtemelen bir kaç sezonunu devirmiştir falan.
Ama bu dizi için teşekkürü Demet Hanım kadar annesine de gönderiyorum.
Çünkü Bambino Sevim Teyze'nin keşfidir. Bizim gibi bir pişirme tutkunu Sevim Teyze internette aşçılık ile ilgili diziler ararken bulmuş bunu.
Kendisine de özel teşekkürlerimi ileterek, dünyanın en uzun dip-notuna burada son veriyorum.

20 Mart 2010 Cumartesi

Vanilya.

Bahar ve benim de bir sayfamız olacak bundan sonra. Yani ikimizin.Belki seversiniz, okursunuz falan.
Biz şimdi Bahar'la önce dükkana, oradan da tunalıya gideceğiz. Gözlerinizden öperiz.


19 Mart 2010 Cuma

Old Boy.


Kürşad'ın yaşlılığıymış. Bahar öyle dedi.Kesinlikle katılıyoruM:)

18 Mart 2010 Perşembe

Düğün Davetiyesi

Gecenin üçünde yatıp sabahın 7sinde kalkmış bir insan evladı nasılsa öyleyim bugün. Dün akşam önce Eren'in hem geçmiş doğum gününü kutlamak hem de kendisine "Ankaraya yeniden hoşgeldin" demek maksadıyla italic de toplandık. İtalic de birşey yemeyin arkadaşlar gerek yok bence.İlk yediğim ile dün bir arkadaş tabağından otlandığım süreden 1 ay bile geçmedi ve ciddi bir gerileme söz konusu bence. Tabii bir de Kürşad sizi göstererek; "makarnalar için kötü dedi arkadaş" falan derse hiç yemeyin zaten, içine falan tükürler, olabilir yani.
Neyse lafı uzatmayalım, Eren,Selmoş, Altuğ, Utku, Aras( Aras bak senden bahsettim), Kürşad ve Berk ile hoş beş edip dağıldık. Bu arada Aras (yine senden bashettim) bir konuda bir nev'i beni çok mutlu edebilecek bir şey söyledi, bu da ilerleyen zamanlarda gerçekleşirse söylerim. (sanki çok merak etti de herkes)
Ve neyse yine lafı uzatmayım, cefakar Erencim beni gecenin sonunda Didemler'e bıraktı. Didemler'e gidilmesindeki maksat Efe'nin Amerika'da oluşundan faydalanmak suretiyle kızkıza kaynatmak bir de benim için yüz yıldır görmediğim Pınar Hanım'ı görmekti.
Kendileri yok perdeci, havlu, gelinlik diyerek kıvırsa da benden önce Didem Hanım konağına varmıştı. Ve yanında bir sürprizi de vardı. Düğün davetiyeleri katlanmamıştı, ipleri takılmamış ve zarflara konmamıştı. Ama 3 kızın elinden de kurtulamazdı. Daha doğrusu biz öyle sandık.
Yazımın bundan sonraki kısmını Didem inatla inkar edecek olsa da , işe yüzde 10 yardım ederek beni çok mağdur etti. Pınar'ın canla başla çalıştığını söylememe gerek yok. Didem'in bir kaç kere zayii ettiği kelebekleri görüp, onu bir kaç kere farklı iş dallarına yönlendirmeye çalışsak da inadı seri üretiminin çok çok önüne geçti:)) Bir ara "hadi yarışalım, kim daha çok yapacak" diyerek onu motive etmeye çalışsak da kendisi bana çamur atmak suretiyle yarışmadan çekildi:))
10 gibi başladığımız "davetiye işi" bittiğinde saatlerimiz 3'ü göstermekteydi. Bu arada tabii ki kırçiçeğinde pide söylendi ve yendi, gülmekten karna ağrılar girdi, çaylar içildi.Bu arada gördüğüm en tatlı davetiyelerdi. Bilmem söylememe gerek var mı?Netice de bitanecik Didemim yaptı yataklarımızı ve sonunda huzura kavuştu bünyelerimiz.
Sabahın köründe kalkıp işe gitmek içine vin çeşitli köşelerinde hazırlanırken, cidden ortaokuldan beri tanıdığım bu insanlarla hayatlarımızın ne noktalara geldiğine şaşırdım bir an. Sonra Didem'in tostlarınız hazır sesiyle kendime geldim. (Didoşcum iyi ki yemişim o tostu yoksa saatlerce aç kalacakmışım)
Kikirdeye kikirdeye çıktık evden, güle güle bindik otobüse. Koşa koşa geldik işe.İşlerimiz pek gülünecek şeyler değil takdie edersiniz ki.
Öperim sizi.

17 Mart 2010 Çarşamba

Riyazet.

Aşağıda çok değerli sanatçımız Mine Koşan'ın yeni evliliği ile ilgili olarak gazetelere vermiş olduğu çarpıcı röportajında bir bölüm yayınlayarak riyazet kelimesinin cümle içinde kullanılış halini göstermek istedim. Rica ederim.

Hem eğlenelim , hem öğrenelim lütfen.


Yarışmadan 2 yıl sonra geçen yıl 17 Aralık’da Erhan bana doğum günüm nedeniyle Facebook’taki sayfama papatyalar gönderdi. İkimiz de yay burcuyuz. Ben de onun geçmiş doğum gününü kutladım. Sonra MSN ve telefonla sık sık konuşmaya başladık. Bana karşı duygularını açtı. Ben de ona “Namazında olan bir insanım, benim bir riyazetim var, onu kimse için bozamam. Kalkıp lay lay lom flört edemem, niyetin ciddiyse evlenirsin olur biter” dedim.
* Bunun üzerine bir arkadaşıyla evime gelip bana evlenme teklifi etti. Arkadaşı da şaşırdı, şok geçirdi. Sonra bana “Size sarılabilir miyim” dedi, “Sarılamazsınız, riyazetimi bozamam” dedim. *

a. (riya:zet) esk. Nefsin isteklerini kırma: “Karargâhta âdeta bir manastır hayatının riyazeti içinde yaşıyorduk.” -H. E. Adıvar.

14 Mart 2010 Pazar

Gecenin Üçünde.


Şimdi Bahar arkamda yatıyor yatağında. Diyor ki bana "bazılarının saçının ucu lüle oluyor hani toplayınca bildin mi ?""bilemedim" diyorum. Sonra eliyle gösteriyor. "Ha evet o benim" diyorum. Sonra tabii ki "hava durumuna bakmayı unutma" diyor. O asla bakmaz. 100 saat bilgisayar karşısında otursa bakmaz hava durumuna ama ben bir saniyeliğine bile bilgisayarın başındaysam mutlaka gelir ve "hava durumuna" bak der. Bu biraz da annemin bulaşık makinesine deterjan koyup, o bölmeyi kapatmasına rağmen bir türlü bulaşık makinesini çalıştırmamasına ve bunu mutlaka evden birine yaptırmasına da benzetilebilir. Her gün olan şeyler bunlar ama bugün ilginç bir şekilde kıymetli.

Dün biz Kürşad'la panorada çılgınlar gibi alışveriş yapmak isterken, num-num 'da kalabalık kalabalık güzel bir yemek yedik. Orada otururken birden annem aradı, öyle havadan sudan konuşurken, Bahar'ın biraz hasta olduğunu, belki hastaneye gidebileceklerini söyledi. Sesi telaşlı değildi. Derken ben dönüş yolundayken bahri kontrol için hastanedeydi. Çok başı ağrmış, hiç dinmemişti. Annem gerçekten sakindi. Alışmak diye bir şey var mı bilmiyorum ama hastanelere alışmak güzel olmasa da sanki bizim başımıza bu gelmiş olabilir.

Derken ben Teyzem'in yanına gittim ve sakince laf arasında söyledim bizimkilerin hastanede olduklarını. Neyse ki o da sakindi. Dün öyle sakindik işte. Bir garipti. Netice de gece yarısına yaklaşırken, artık Bahar'ın birşeyi olmadığını biliyor ve Teyzemle biraz Okan b. biraz rüyanız hayrolsun teyze seyrederek deliler gibi gülüyordum. Evet biraz sinirimiz bozulmuş ve çok gülmüş olabiliriz. Komuşlarımızdan özür diliyorum.

Sabah oldu, annemle bahar da bize kahvaltıya geldiler. Kürşad'la koşmaya gidemedik. Zaten ben koşamam.

Biraz önce uzak ihtimali seyrettik. Evet bazen bir şeylerin beklediğimiz gibi bitmemesi ihtimali var. Uzak bir ihtimal olsa da.

Film bitti ben kabaklı kremalı güzel bir makarna yaptım, yedik bitti.

Şimdi kulağımda Onur'un bahar'a çekip gönderdiği cd 'de çalan güzel şarkılar var. Annem "sonsuza kadar dinleyebileceğim bir cd" diyor, ne zaman ondan birşeyler çalsa.

Ve az önce babannem geldi.
Hoşçakalın.

foto:aynamın üzerinde asılı bir bahar fotosu.

12 Mart 2010 Cuma

M.


Merak.

Durakta kalmak üzere bekleyen metronun kapısından, binsek de olur binmesek de edasıyla girdiler içeri. Herkes telaşlı gözlerle oturacak bir yer ararken, ikisi onların yeri orasıymış gibi sessizce, diğer vagonla geçisin sağlandığı kapının önüne gittiler.
Herkes kış havasının ortasında aniden gelen bahar havasına hazırlıksız yakalanmış gibiydi de o ikisi sanki günlerdir havanın ısınmasını beklemişlerdi. Kız paltosunun önünü açmış, içinden gözüken beyaz gömleği ve balon eteğinin altına giydiği kalın çoraplarını babetleriyle tamamlamıştı. Erkek olanıysa kareli bir gömleğin üstüne orta kalınlıkta sayılabilecek bir ceket geçirmiş, atkısını da umarsızca boynuna dolamıştı.Mevsimlerden kış olsa da bugün bahardı ve onlara her gün bahardı, belliydi..
Kız çantasından bir kitap çıkardı. Erkek ona bir şeyler anlatırken, umursamaz bir tavrı vardı.
. Kızın gözüne bir anda sağımda boşalan koltuk ilişince hızlı adımlarla yanıma doğru yaklaşarak, boş koltuğa oturdu. Çocuk kızın arkasından koşar gibi değil ama sanki “nereye gidersen git arkandayım, boşuna bu acelen” der gibi geldi.
Kızın yanıma oturmasıyla kıyafetlerinin o yeni yıkanmışlık kokusu kapladı etrafımdaki havayı. Ve o havaya bir de hafif parfümünün aroması bulaştı.
Spor yaptığı her halinden belli olan çocuk, bir yandan ilerlemekte olan metroda tutunurken bir yandan da kızın laptopını taşıma teklifini omuz silkerek reddetti.Sonra da hararetlice bir şeyler anlatmaya başladı. Kız hiç konuşmamasına rağmen artık ne yapıyorsa çocuk arada durup gülecek gibi oldu defalarca, konuyu toparlamaya çalıştı birkaç kez.

Derken aniden, o durakta inmezlerse bir daha asla geri dönemezlermiş gibi bir aceleyle fırladılar kapıya doğru ve sonra hiçbir özellikleri, başkalarından farklı hiçbir yönleri olmamasına rağmen onların adını, hikayelerini bir de sonlarını çok merak ettim ben.


foto.

11 Mart 2010 Perşembe

iyi ki doğduun babaaaaa!

Geçen sene bunları yazmışım.
Babam diye demiyorum ama anlatılmaz yaşanır.
Yıllar geçtikçe değişen tek şey biraz daha çılgınlaşması olabilir.
Gecenin bir vakti lap topımın üzerine bastığından şu an içindeki fotoğraf ve videolara ulaşamıyor olsak da, eğer ulaşabilsek babannemin onu neden doğurduğuna ilişkin mini belgeseli buraya eklemek isterdim:)
Biz çok şanslıyız. Bir yerlere gitmek istediğimizde, eve gelmeye üşendiğimizde bizi götürüp getiren, bizi en güzel yerlerde yediren içiren, zaman ilerledikçe geri kalmayan, bizimle ilerleyen, hatta genelde bizden önde giden bir babamız var.
Bizi en çok seven de bize en çok küsen de o.
5 çocuktan sonra üşenmeyip bir de babamı doğuran babannem, iyi ki doğurmuşsun onu.
Babacım sen de iyi ki doğmuşsun.Seni çooooooooook seviyoruz.
Babaa profiterolleri yavaş yiyin:)

9 Mart 2010 Salı

Babet.

Ben bugün babet giydim.
Foto buradan.
Ve bu blog harikaa!

ten ten.

Foto.
Bugün burada neler oluyor derseniz de, demeseniz de söylerim.Çünkü sıkıldım. Çok yoruldum. Bugün 6. hissim yanılttı beni. Normalde duruşmalarda dinleteceğimiz tanıkların sadece sesini duyar, onları tanımaz, sonra da duruşma günü gelince içgüdüsel olarak mahkeme önünde kim olduklarını tahmin ederim , pardon ederdim. Bugün de sandım ki karşıdan gelen benim tanık ekibim. Aslında yine de çok da başkası sayılmazdı ama kendisi davamızın karşı tarafıydı, yanındaki de onun tanıkları. Ablamız oldukça çirkef ve de cadıydı. Allah sahibine bağışlasın.

Sonra yolda acele acele yürürken düşündüm. Böyle sallana sallana yürüyenler, yavaş yavaş ilerleyenler için emniyet şeridi misali kaldırımlarda ayrı bir bölme olsa, onlar orada yaylana yaylana yürüseler. Acele işi olanlarda sağdan ilerlemek suretiyle hızlı hızlı yollarında gitseler. Hayır ben de yürüyorum arada uyuz bir şekilde. Olsa bir uyuzlar şeridi, uyuz günümde ordan giderdim. Fena olmaz mıydı?

Sonraa başım çok ama çok ağrıyor. Bir yandan yağmur yağıyor. Havalar açacak mı güneş görülecek mi bilinmiyor.
Karşımdaki duvarda paris, masamda italya takvimi duruyor. Merve artık bi yerlere gitmek istiyor.Eve gidip pişirmek istiyor. kuki falan. Gök gürültüsünü severim. Nakata Amca'ya selam olsun.
Hoşçakal.

8 Mart 2010 Pazartesi

Ben düşerken yükseklerden uçurumlara, aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda.

Cuma düşüyordum ve de düşüyordum, Kürşad geç kaldı, kaçırdık alice in wonderland'i. Zaten Yudum da beğenmemişti. Oturduk, oturduk Kürşad'la, düşmem biraz geçti.Cumartesi oldu. Annem işe gitti. Bahar işe gitti. Daniş bize geldi. O derledi topladı. Ben kahvaltı ettim. Sonra her cumartesi yaptığımız gibi birlikte show tv'deki yemek programını seyrettik. Özgür'e laf ettik. Ben bir tuhaftım cumartesi de. Saatlerce dolabımın önünde oturdum. Duş aldım. Aniden fırladım evden, Yudum'u aradım. Didem Abla'ya gittik. Ben eve gitmek istedim ama geri de dönmedim. Akman'a gittik. Kürşad geldi. Kalktık oradan tribecaya gittik,oradan kalt ık, kubilaylar geldi. meete gittik. Ben etrafa baktım. Herkes ne kadar küçük dedim. Süslenmişler, püslenmişler doğum günü kutluyorlar vay be yaşlandık falan dedim.Didem geldi, Efe geldi, vay be evlendiler bir yıl oldu dedim. Saat 11 oldu, mekan boşaldı. Biz bir zamanlar bu saatlerde hazırlanır da çıkardık, 20'ye falan giderdik dedim.Sonra bir de home store a gidip, döndük dolaştık yine Didem'e gittik.Yaşladık be dedim yine, ama çok güldüm, eğlendim. Sabah oldu uyandık.Pazar günü güneşliydi. Sevindik. Bulka'da kahvaltı ettik.Ben iyileştim. Bir balon oldum yükseldim yeniden. Bahçelinin güzel sokaklarında yürüdük. Gazete ve çikolata aldık. Yudum bize geldi. Çikolatalara batırdık kurabiyeleri, misafir gelecekti. Misafirlerin gelmesine beş kala karşı dairede kahvaltıya gittik. Gülsima hellim kızarttı, sucuklu omlet yaptı. Yedik, içtik, güldük. Teyzem Yudum'a "bize şaşırma" dedi." Yeri geliyor italyan yeri geliyor ispanyol filmi izliyor o da ,şaşırmaz" dedim, güldük. Babam evden çıkarken bizi unuttu. Onu geri çağırdık. Yudum'u eve bıraktık. Çok uzaklarda bir yere, Forum Ankara'ya gittik. Giderken yolda araba kullandık. Benim araba kullanmayı unuttuğumu çok trajik bir şekilde öğrendik.Neyse ki bahar kullanabildiği için üzülmeye gerek olmadığına karar verdim. Arabada deliler gibi açtık müziğin sesini. Ben bizim arabamızın terapi arabası olduğunu düşündüm. Bulutlar geçerken yanımdan ve diğer arabalar biz bağıra çağıra şarkı söylerken hep bir ağızdan, iyi oluyoruz dedim. Sonra aklıma hastaneden çıkarken yine arabada yaptığımız bağırma terapileri geldi. O günler bir uzak geldi, sonra yakın geldi. Babam iki pantolon bir de ayakkabı aldı. Biz mucizevi bir şekilde çılgınca alışveriş yapmadan sadece iki bardak aldık. Kurbağ prensi bardaklarından. Bir de gülsimaya balon aldık, adı dora olanlardan. Babam balonla fotoğraflarımzıı çekti. Fotoğraflarda balonu sen tutucan ben tutucam kavgası çıktı. Bir de öne sen oturcan ben oturcam kavgası. Sonra eve gittik. Uyuduk. Çalan telefonlara uyandık. Annemi almaya gittik. Fellah köftesi yedik. Eve geldik. Uyuduk. Bitti tatil.


Foto: depresyona girmiş bünyemin kendini salmış haliyle görüntü vermek istememem ama bir yandan da poz vermekten vazgeçememem neticesinde, ben karmaşık duygular içindeyken,05 mart 2010, bir cuma günü, iş yerimde çekildi. Başka bir şey bulamadım koyacak.Sabah mailim da bu vardı. Zaten moda blogu özentisiyim. İdare edin.

5 Mart 2010 Cuma

alice.

Dublajsızı yok mudur? Sorarım sizee.

Düşüp mü bayıldı, bayılınca mı düştü?

Akşam eve gidiyorum. Düşüyorum.
Sabah yatakan kalkıyorum. Düşüyorum.
Yüksekten düşüyorum. Hızlı mı yavaş mı bilmiyorum.
Geçer ama onu biliyorum.Serçe albümünü dinliyorum.
Mum olsa yakıp masama koyardım. Ben bazen böyle olmayı da seviyorum.

4 Mart 2010 Perşembe

Quando quando quando?

Ben bir tiyatro sever değilim ama bu sene yaptığım her sanatsal aktiviteyi, okuduğum her kitabı, dinlediğim her konseri not etmeye başladığımdan beri daha bir hevesliyim sanki.

İlk fotoğrafta bir sahnesini gördüğünüz "Geç Kalanlar" adlı oyuna önce iş yerinden bir arkadaşımız gitti. Sonra yeni nişanlamış diğer bir iş arkadaşımıza önerince ve o da çok beğenince dedik "artık biz de gidelim". Ve iyi ki gitmişiz, gerçekten de kadın erkek ilişkileri üzerine, edilen kavgaların anlamsızlığına ve hiçbirşeyi ertelememeye dair aslında çok basit şeyler söyleyen ama insanı derinden etkileyen çok güzel bir oyundu.
Düşünün ki önümüzde oturan çocuk bile ağladı, tüm sevgililer birbirine sarıldı:)
Dip not: Geç Kalanlar'ı Bizim Evin Halleri'nde "Füsun" olarak bildiğimiz Pervin Ünal yazmış. Kendisi duymaz ama ben tüm kalbimle üstün gözlem yeteneğinden öütü tebrik ediyoruM:)
Kesinlikle ve kesinlikle tavsiye ediyorum. Biz Küçük Tiyatro'da izledik. Oyundan önce tiyatronun hemen yanında, bir zamanlar Orhan Veli'nin yaşadığı binada yer alan Mudurnu'da çok güzel bir de yemek yedik. Fiyatlar çok makul, lezzet inanılmaz. Sanki İstanbuldaydık dün öyle söyleyeyim.

İkinci fotoğrafsa "öylesine bir dinleti" adı operadan. Opera sevmeyenlere sevdirecek cinsten. Özellikle tanıtıcı bir gösteri olması itibariyle henüz bu sanat dalıyla tanışmamış ufaklıklar için de çok güzel bir seçenek. Genellikle müzikallerde ve operada bir süreden sonra sıkılma oranı yüksek de olsa , izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Resim Heykel müzesi içinde ki Operet sahnesinde bu operayı izleyebilirsiniz.


Son fotoğraf ise Şahane Düğün adlı oyundan. Biz Altındağ Tiyatrosunu iş yerimize çok yakın sanan 5 saf olarak gittik bu oyuna. Tabii yer itibariyle oldukça ters olduğunu sonradan anladık.1961 yılında inşa edilen salonda birşeyler izlenecekse kesinlikle önden izlenmeli çünkü yerleşim planı oldukça başarısız. Oyun ise pek benlikti diyemeyeceğim ama yine de ben sıkılmadan izlediysem siz belki de çok seversiniz.

3 Mart 2010 Çarşamba

Bu şarkıyı bana sen mi yazdın?

An itibariyle değişti ruh halim.

Azıcık yoruldum diye mi?

3. gün diye mi?

Bir anda inanıyorum, kimse beni sevmez.

Kimse sürpriz yapmaz bana.

Kimse beni düşünmez.

Huysuzum.

Tatlı yiyelim diyorum. Sonra vazgeçiyorum.

Kimse beni sevmez.

2 Mart 2010 Salı

Perde!




Evet konusu çok güzeldi. İzlerken hiç sıkılmadım, sıkılmadık. Cennet tasvirleri de çok etkileyiciydi. Lakin filmi anlatmak gibi olur, söylemeyeyim ama sonlarına doğru öyle birşey oldu ki, oh be diyeceğiz zannederken, hemen arkasından "aaa aa amaaa" nidaları attık. Neden öyle bitti anlamadım ben. Hayır ben tuhafım diyeceğim de Didemle Yudum'un da hiç içine sinmedi. Kitapta da acaba öyle miydi?
Belki de kitapların filmleri çekilmemeli. Cidden bazen böyle düşünüyorum.
Ama filmden etkilenmedim de diyemem. Hele ki ertesi gün okula giderken sokakta taciz edilen bir kızın çığlıklarıyla da uyanınca cidden bir süre etrafıma korkunç bir şüpheyle bakacağım sanırım.











Ben müzikallerde ya sıkılırım fena halde, ya da çok etkilenir sürekli şarkı söylerim. Bu yarı müzikal filmden çıkınca ben sürekli ama sürekli şarkı söyledim. Dans ederken de iki kere yere kapaklanmış olabilirim.

Kostümleri görmek için, o yanda fotoğrafını gördüğünüz her insan evladının hem dans edebilip, hem şarkı söyleyip hem de oyunculuk yapabildiğine şahit olmak için bence gitmelisiniz.

Sonra düşünmelisiniz. Biz de şu yukarıda saydığım üçlüyü bir arada yapabilecek biri çıkar mı acaba demelisiniz. Beni hariç tutarak tabii.








Bu aralar huysuz muyum bilmiyorum. Ama müzikleri ve beni benden alan kıyafetleri , çekimleri çıkarınca bu filmin de içi sanki biraz boş gibi. Aşk desen nerdeydi, education desen kim ne öğrendi ben bilemedim.
Ben bu filmde biraz daha hayata dair birşeyler aradım sanki ama bulamadan geri geldim.
Belki çok mühim mesajlar verildi ve ben kaçırdım. Kanaatimce türlü sınavlara girmeye hazırlanan , bilakis üniversite sınavının eşiğinde olan öğrencilere gaz vermek amacıyla izletilsin.İşe yarar mı? Bence yaramaz.
Netice de ben an education la birlikte biraz 60'lar tarzı giyinmeye başlayan, guidooo diye bağırıp, penelope misali dans eden(!) bir adet merveye dönüştüm kısa bir süreliğine.