22 Temmuz 2010 Perşembe

h.b.day.


Ben 27 oldum. Bugün. Gece saat 2’de bundan 27 yıl önce doğmuşum. Yengeç mi Aslan mı olduğum konusunda çelişkiler mevcut. En son bir yıldız haritası neticesinde gökyüzü geçiş konumundayken doğduğum ve bu yüzden de her iki burcun özelliklerini taşıdığım tespit edildi. Burçlara inanıyor muyum? Bilmiyorum. Sıcak bir Temmuz günü beni doğuran Annem’in tüm doğum macerası topu topu 10 dakika sürmüş. Nur 24 iken ve Kemal 26 çocuklarmış, arabada açmışlar müziği gitmişler Hastane’ye. Yani benim annem beni ,bir Aşkı-memnu Peyker’i modunda cool bir şekilde dünyaya getirmiş.(Tüm bu havam oradan geliyor olabilir.)

İlk kez 6 aylıkken yoğurtçu demişim ve annem ilk yediğim elmadan, üzüme her şeyi bir yerlere not etmiş. (Bahar kendisi ile ilgili böyle kayıtlar tutulmadığına çok bozulur ama yılın herhangi bir günü ilk kivi yememi şenliklerle kutladığımızı da söylemem)

Kalça çıkığım olmasından mütevellit tüm yaşıtlarımdan ve etrafımdaki kuzen güruhundan daha geç, çok geç yürümüşüm. Herkes düzelir miyim, bacaklarım düzgün olacak mı ,sakat kalır mıyım diye çok endişelenmiş, ama korkulan olmamış.( Bacaklarım güzeldir.)

Okulu hep çok sevdim, resmen okullar tatil olunca üzülürdüm. Kalabalıklar içinde, yaramaz bir çocuk olarak, bisiklete binerek, dizlerimi kanatarak geçti çocukluğum. (Çok romantik)

Üniversite hariç hep zevkle gittim okula.Dünyanın en iyi arkadaşlarını buldum oralarda.

Üniversite’de okulun çalışmadan bitmeyeceğini anlamış olduğumdan , biraz zorlandım sanırım. Üniversite’nin ise sadece şenliklerini, gece deliler gibi gezmelerini ve sınav zamanını sevdim.(evet sınav dönemi belki de kurtulma dönemi gibi gelirdi, huzurlu olurdum)

Üniversite’de ufak tefek işlerde çalışıp kazandığım tüm parayı Nine West’ten aldığım ayakkabılara yatırırdım. (Kaç yıldır çalışıyorum bir dikili ağacım yok diye sızlanırken, annemin "git odana dolaplarının kapaklarını aç, üzülme" demesi bu huyumun hala devam ettiğinin bir göstergesidir.)

Üniversite bitti, ailemde yakın sayılabilecek bir hukukçu yoktu, nerede staj yapacağımı bile bilmiyordum. Ama liseden arkadaşım Nuri yıllardır Avukat Amcası’nın yanında staj yapabileceğimi söylerdi, o söz öylesine de olabilirdi ama o bu lafını unutmadı, İngiltere’ye gitme telaşı arasında, beni Amca’sıyla tanıştırdı. Stajımı orada yaptım ve bir gün bile iş aramadan orada işe başladım. Ben hiç iş görüşmesine gitmedim, hiç başka bir yerde de çalışmadım.

Bu işi yaparken en çok babam adına açtığım ve herkesin olmaz dediği bir davayı, hem de açılmış onca aynı konulu davadan önce kazandığımda mutlu oldum, gurur duydum.

Hayatta en büyük keyfi bir şeyler pişirirken, birileri onu beğenmişken, Baharla mutfaktayken aldığımı biliyorum. Yemeğe bir de gezmeye doyamıyorum.Deniz kenarı en mutlu olduğum yer.

2007 yılında hayatım çok değişti. Bir şeyler de beni çok değiştirdi.16/08/2007’den sonra özlemek ne demek onu öğrendim ve bir de sevmek. Sevdiklerimi kırmamaya gayret ediyorum. Huysuzluk yapmamaya , kalp kırmamaya çalışıyorum. Biraz büyüdüm. Hala büyüyorum. Öfkemi kontrol etmekte bazen zorlansam da, gayret ediyorum. Düzenli olmaya çalışıyorum.

26 yaşı seviyordum, ama nedense 26’yken hep 27’yim demişim. O yüzden şimdi 27’yken 26 dediğim de ödemişmiş olacağımızı düşünüyorum. Ödeştiğim kim onu bilmiyorum.

Yaşım kutlu olsun. Güzel olsun. Huzur gelsin.
Foto:Hayalimdeki doğum günü.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

ailemizin diceyi

Ailemizin dj'i Recomuz içindeki müzik tutkusuna engel olamamış, kendine bir mikser bile edinmiştir. Lise'de evde yaptığımız partiler için doldurduğu cd'lerle müzik hayatına adım atan Dj'yimiz, bugün onlarca mekanda çalmış, yüzlerce partide dj'lik yapmış bir şahsiyettir.
Dinlemek için TIK efendim.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

merve'nin günlüğü

Cumartesi uyandım. Attım çantama iki düğün elbisesi soluğu Bahçeli’de aldım. “Artık yok” kuralını bozdum, burger kingden kaptığım menüleri, serin serin balkonda oturarak, Recomla yedim. Sonra ikisi arasında kaldığım elbiselerimi Reco Bey’in beğenisine sundum. Onun favorisinde ben de karar kıldım. Ütüledim. Kuaföre gittim. Bisiklet koşusu nedeniyle yollar kapanınca, bomboş kuaförümde işimi beş dakikada hallettim. Kuaförümün sen pek iyi gözükmüyorsun eleştirileriyle kendime geldim. Silkindim. Makyajımı yaptım. Yüzüme bir gülümseme taktım. Kürşad geldi aldı beni ve 6. arkadaşımızı da evlendirdik:) İşin güzel yanı uzunca bir süre gidecek düğün yok, işin kötü yanı hazırlanıp süslenip, düğünlerde dağıtmayı da özleyeceğim, bir boşluk olacak sanırım. Arada kaldım.

Bu düğünümüz Ankara Palas’ta idi. Mekan gerçekten güzeldi. Çok çok büyük bir düğün peşinde değilseniz önerebilirim. Aslında ben size gelinlik, makyaj, çıkış şarkısı, dans figürleri, küçük sürprizler ve daha neler neler de öneririm ama belki yarın öbür gün bunun işini yaparım, bedava olmasın:P Geceye Kürşad’ın şarkı söylemesi damgasını vurdu diyebilir miyiz? Evet diyebiliriz. Önce çok korktu, normalde en sevdiği şey olmasına rağmen baya bir nazlandı ama netice de arkadaşlarını kırmadı. Hepsi de arkasında bir trt korosu misali destek verince, güzel bir görüntü ortaya çıktı.

Düğün bitti. Biraz biene gidildi. Ben bir anda askere gidebilecek kıvama geldiğimi, erkek muhabbetinin tam ortasında olduğumu fark edince tası tarağı toplayıp eve döndüm. Eve gittiğimde Zehroş ve Bahar Okan Bayülgen izliyordu. Hoş beş ettik. Kapı çaldı Reco geldi. Büşra sesimize uyandı. Reco öyle taklitler yaptı ki ben içtiğim sodayı balkondan aşağı püskürtmüş olabilirim. Bir ara tv de Vedat Milor görüldü. Saat sabahın belki 3’üydü ama ben hayatım boyunca tv ‘de gördüğümü yemek isteyen bir tiptim ve bitanecik Teyzemiz Urfa yöresine has olmasa da bize yemek hazırladı.

Sabah oldu. Erkenden uyandım. Kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Bahar kalktı. Dünyanın en güzel ekmekimsi kekini yaptı. Kek kalpli kalıptan mükemmel bir şekilde çıktığında, Teyzem Aysel Teyze’yle telefonda konuşuyordu ve “evet o sesler bizim kızlardan, kek yaptılar da güzel olduğuna seviniyorlar” gibi bir şeyler diyordu. Evimizi çok güzel sesler dolduruyordu, yeni konservatuarlı komşular nedense şakımıyordu.

Sonra Dayım geldi. Bizi eve bıraktı. Ben yine bir şeyler pişirdim. Yedim içtim. Yudumla Gloria’nın terasında oturmak üzere evden çıktım. Bir süre sonra işler kafama üşüştü, ben kovaladım onlar geldi. Ben kovaladım onlar geldi. Bir ara Kürşad ve Kubi geldi. Eve geldim. Geçer dedim. Sabah biraz geçti. Tatile gitmeme o kadar az kaldı ki. Bana iyi gelecek biliyorum.

16 Temmuz 2010 Cuma

ağrıdı başım

İş için koşturduğum bir esnada güzel bir sokaktan geçiyorum. İşte ne oluyorsa o anda oluyor ve kızartma kokusu gelip buluyor beni. Hayır öyle çirkin bir yağ kokusu değil, miğdenizi kaldıranlardan hiç değil.O kokudan kızaran biberlerin acı olduğunu bile anlıyorum. Bu bildiğin benim hasret kaldığım kızartmanın kokusu.Hani biberli, patates, patlıcan, kabaklı, üzerine domates soslu ve tabiiki sarımsaklı yoğurtlu! Allahım yemeyeli ne kadar çok olmuş!
Yarın şöyle geç bir kahvaltıya pişiren yok mu?

14 Temmuz 2010 Çarşamba

lunchbox

Kocaman bir kız oldum ben belki, ama çantamda hala annemin hazırladığı sandviçlerle, meyvelerle geliyorum işe.Belki beslenme çantam yok ama hala beni beslemekten vazgeçmeyen bir annem var iyi ki de var..

İlk okulda da bu böyleydi; en renkli beslenme çantası benimdi(hem içi hem dışı) Hatta yemekhane yemeklerinden bunalıp, isyan ettiğimde (evet ben boğazına düşkün küçük bir isyankardım) dayımın uzak doğudan getirdiği termosum sayesinde evimiz mutfağında pişeni itinayla okula taşımıştım.

Ortaokul ve lise hayatımda her ne kadar sıcak yemekleri beraberimde okula getiremesem de, çantamda mutlaka bir meyve, sandviç, börek v.s. olurdu. Ama hiçbir zaman sadece bana yetecek kadar değil, mutlaka sıra arkadaşımı ya da bir üçüncü kişiyi ve hatta geçen zamanla 5-6 kişiyi doyuracak kadar yemeğim olurdu. Okula kitap defterden çok yemek taşıdığımı söylesem abartmış olmam heralde:)

Tabii annemin leziz kekleri, ıspanaklı börekleri çeşitli sandviçleri o kadar meşhur olmuştu ki, lisede o deli sınıfıma girdiğimde günaydından önce bugün ne yemek var diyenler oluyordu. Matematik hocamız Yavuz Bey çıkınımdan faydalanırken, analitik derslerimize giren Hilmi Hocamız beni ve ekibimi ders esnasında paralı gün yapmakla suçluyordu.(Ha paralı gün de yapıyorduk daha o zamanlar orası da ayrı konu)

Yıllık yazılarına bile bakınca benden çok annemin hünerlerinden bahsedildiğini görünce de şaşırmaya gerek yok. Yani bir gün kantinde ekmek kadayıfı bile yemişliğimiz vardır daha ne olsun?

Bugün de dünyanın en harika annesinin mutfağından iş arkadaşlarım faydalanmakta. Annem arada sabahaları hala şaşırıp okulda yersin diyor, ben de gülüyorum.

Şimdi bunları niye yazdın derseniz de, böyle içim burukken, canım sıkkınken çantamı açıp annemin yaptığı beyaz peynirli domatesli sandviçin bana nasıl iyi geldiği aklımda kalsın diye yazdım.

Ellerine sağlık anneciğim.

fevgo

öyle bir şey yokmuş.
yalanmış, dolanmış..
şansın varmış, biri tutmuş atmış.
şans yanlış zamanda mı gelmiş?
hazır olana gelmez miymiş?
her şeyi tek beklemek gerekirmiş.
iki yokmuş.
4'te..
varsa yoksa tekmiş.
zaman geçmiş, bir sürü şey değişmiş.
yoksa her şey aynıymış da görünmez miymiş?
biri çıkmış sen ne çok düşünüyorsun demiş.
düşünmemiş, düşmüş bu sefer
aklı başına gelir miymiş?
yoksa artık geç miymiş?

9 Temmuz 2010 Cuma

kandırdım.

Uyanamıyorum. Giyinmek istemiyorum, saçlarımı kurutmak, ojelerimi silmek istemiyorum. Geldiler yine gelenler gitmiyorlar. Gece kırk bin kere uyanıyorum. Tatil hayali kuruyorum. Sanki gideceğim de hep tatilde kalacakmışım gibi saçma bir düşünceye sahibim. Baharla yan yana deniz yataklarımızda yatarken, gülmekten suya düşmek olacak günün olayı ve tek derdim bu öğlen ne yesek, işte ben o günleri bekliyorum. Hayır bekliyorum da, e bitince neyi bekleyeceğim? Şu kadar gün nerdeyse iki haftalık tatiller için çalışıyoruz, ne de acıklı değil mi?

Bütün bunları da geçersek, kendim için sadece okuyorum, arada bir anayasa, referandum üzerine kafa patlatıp, bir şeyler dinliyorum, orkidelerime bakıyorum, bakıyorum, hele Kürşad’ın aldığı orkidelikten çıktı , açtı da açtı, bir ara fotoğrafını yine çekip size de göstermek istiyorum.

Koluma nerdeyse her hafta bir bileklik takıyorum. Herhalde dirseğime falan geldiğinde bırakırım diye düşünüyorum. Çağla Şikel gibi tak takıştır oldum.

Nutella yemezdim yer oldum. Sanırım ruhunun buhranlarıyla alakalı. Hoş iki günde yeri göğü çikolata yapmam neticesinde yememeye karar verdim.

13 gün sonra doğum günüm.

Yapmak istediklerim var, gücüm yok, aklımda fikirler, fikirler…Pişirmiyorum, ötesi var mı?

6 Temmuz 2010 Salı

Soğuk su.

Ben trafik kurallarına uyarım. Bazı yayalar kendilerine kırmızı yanarken, trafiği tıkayarak kendilerini yola attıklarında, ben melül melül bana yeşilin yanmasını beklerim. Çok hızlı akan bir trafik olmasa da kendimi yola atmam, elinde minnacık çocukları ile kırmızı da geçme tehlikesini göze alanlara hayretle bakarım. Ben ışık olmayan yolda, varsa üst geçitten geçerim. Sıcak yaz günlerinde, o demirden çirkin üst geçitlerin tepesinde çok kalabalık olmayız. Çoğunluk aşağıda yine kendini yola fırlatmayı seçer ama ben yapmam. Hayatta çok prensipli, titiz bir insan olduğumu tüm kurallara uyduğumu söyleyemem, terli terli soğuk su içerim, ceyranda kalır, gece cam açık yatarım, lunaparkta en olmadık aletlere binerim belki ama trafik kurallarına uyarım. Çünkü korkarım. Çünkü şu ufacık ihmaller yüzünden bir insanın hem ölü hem de haksız konuma düştüğü durumlarla defalarca karşılaşırım işim gereği. Sözde küçük zaman kazanımlarının, nelere mal olduğunu bilirim.

Ve bugünde işe gelirken otobüsten indim. Sağıma değil sadece soluma baktım. Çünkü tek yönlü bir yoldan karşıya geçmekteydim. Hemen de geçemedim. Birinin gelip gelmediğine bakmak için kafamı tekrar eydim. Acelem falan yoktu. Tam karşıya geçerken yanımdaki adamın dur demesiyle arka arkaya gelen o taksiyi fark ettim. 06 T 2147 geri geri giderken aynadan benim geldiğimi görmemiş olabilir mi? Ya da geri geri giderken nereye bakmayı tercih etmiştir? Sadece kolum biraz acıdı. Bir şeyim yok. Ama daha hızlı hareket etseydim ve dur diyen o adamı duymasaydım belki biraz daha bir şeyim olurdu. Çok korktum. Bir şey bile demedim. Sadece o adam taksiciye uzun uzun bağırdı. Ben ki küçük bir cadıyım ama hiçbir şey diyemedim. Bir ara belki bir iki şey söylemiş olabilirim. Sonra başka bir taksici benden özür diledi. O adam onlara bağırmaya devam etti. Ben yolun karşına geçtiğimde o hala çok sinirliydi ve taksiciye bağırıyordu.Ben ona teşekkür bile edemedim. Dedim ya korktum.Belki bir sabah tekrar görür ve teşekkür ederim. Ofise geldim bir soğuk su içtim.

Kafamız ne kadar dolu olsa da, işimiz çok, acelemiz var olsa da kendimize dikkat edelim. Hem araba kullanırken hem de yayayken.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Titanic

Yer:
Gölbaşı
Oyuncular:
Ayağı ameliyatlı Sorumluluk Duygusu Gelişmiş Taylan
Maceraperest Cesur Pınar
Korkak ama Vurdumduymaz Merve

Olaylar:
Pınar:Hadiiiiii deniz bisikletine binelim.
Taylan:….
Merve:Hımmm sanki yağmur yağacak gibi, ben bir kere binmiştim ama Kürşad çevirmişti pedalları, şimdi Taylan’ın da ayağı sargılı, başka sefer mi binsek?
Pınar: Hadiiii hadiiiiii
Taylan…

Allah var, Taylan huysuzluk yapmadı, az sonra havanın bozacağı aşikar olmasına rağmen, geziye engel olmadı.

Ve bindik.

Aslında her şey güzel başlamıştı. Eymirdekinin aksine can yeleği falan da giymedik.
Taylanın öyle değil böyle yapsanız yönlendirmeleri sayesinde az da olsa ilerlemeyi başardık ve derken olan oldu. Hava birden patladı. Rüzgar, dalgalar, göl kenarından ne dediğini anlayamadığımız bir telaş içinde bize bağıran adam ve rüzgar ve dalgalar ve ıslanmak, sallanmak, sallanmak… Ve bir şekilde çok da açılmadığımız için sağ salim yanaşıp, indik bisikletten:)

Günün sonuna Taylan’ın şu özlü cümlesi damgayı vurdu: “Pınar’la başına her an her şey gelebilir.”

Yine de bir avukat olarak bugüne kadar önünden geçmediğim, gölbaşındaki baro tesisleri harikaydı. Ama en harikası sıkıcı bir Pazar günü ben evde uyuklarken, beni gelip evimden alan, gezmelere götüren, yediren içiren,güldüren, sohbeti tatlı arkadaşlarımdı.

Fikrimi değiştirdim. Günün sonuna yoğun yağış esnasında beni eve bırakıp, kırtasiyeden kalem, için sünger alan Pınar damgasını vurdu.Seni çok seviyorum pinkommmm.

Ve yarın pink martini konserinde görüşelim.