30 Ağustos 2010 Pazartesi

i want to go

durduğum yerde duruyorum.
sanki bir şeyi kaçırıyorum ama fark edemiyorum.
içimde bir huzursuzluk.
o yetişemediğim ne bir bilsem.
o kızdığım kim?
bütün o kafamdaki soruları, sıkıntılarımı, huysuzluklarımı saçlarımdan denize karıştırdım, gitti , ya da öyle sandım da gitmediler mi?
yaz bitti diye hayıflanamayacağım kadar çok sıcak hala, ona üzülüyor olamam.
hatta son baharı özlemiş bile olabilirim.
bugün o güzel ayakkabıyı aldığımda, d&r'de vedat milor'un italyasını karıştırdığımda gitmiş gibiydi de, gece oldu niye geri geldi b huzursuzluk?
belki de sadece kızsal bir bunalımdır, geçerdir, giderdir..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

home sweet home.

Burası salonum. Büyük bir de kitaplığım var, o fotoğrafta çıkmamış.
Mutfağım biraz mütevazi oldu farkındayım, ama oldukça sevimli.

Yatak odam da öyle ama mavi mavi çok huzurlu.

Tabii kıyafet odası konusunda mütevazi olmamı beklemediniz değil mi?


Çoğunlukla suda ya da mutfakta olduğumu düşünürsek banyom da sade ama hoş oldu :)



İnternette geze geze ev döşenmez mi demeyin, çok güzel döşenir bence..




27 Ağustos 2010 Cuma

Cuma Günü Notları..

Hava Durumu

Rüzgar nasıl güzel esiyor sabahları ve akşamları farkında mısınız?
Bence tadını çıkarın..
Ofisin camından içeri giren rüzgara verdiğim “ohoo wuhuu” tepkilerini anlayamayan çalışma arkadaşlarımın yüz ifadeleri görülmeye değer:)

Eleştiri

Kesinlikle bir basketbol fanatiği değilim.Ama 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın grup maçlarının Ankara’da oynanacak olduğunu biliyorum. Sanırım bu da etrafımda bir çok meraklısının olmasından kaynaklanıyor olabilir ama bilmeyen o kadar çok kişi de var ki. Misal Hidayet Türkoğlu’na house cafe’de rastlayıp, akabinde bu etkinlikten haberdar olan arkadaşlarım da var:)

Uzatmadan konuya dönersem, bu etkinlik neden yeterince duyurulmadı anlayabilmiş değilim. Daha dün ulusta eski meclisin önünde basketbolcu figürlerinin lambalara takıldığını gördüm ama çok geç değil mi?

İstanbul’da ya da hazırlık maçlarının yapılacağı diğer illerde durum nedir bilmiyorum ama neden Türkiye maçlarının da oynanacağı Ankara’da reklam gerektiği gibi yapılmadı anlayamıyorum.Yine de basketbol fanatiklerinin aylar öncesinden biletleri aldığını düşünürsek, maçlar boş kalmayacaktır heralde..
Dedikodu


Her kıyafetiyle, mükemmel tarzıyla gönlümüze taht kurmuş Betty adını bilmediğimiz melez sevgilisiyleee nişanlanmış mı yoksaaaa:)

Eğer betyy evli kadın imajıyla tarzına zarar verecek olursa, ben bir blog açarım merak etmeyin!

foto.

Haftasonu

Bugün Teyzem’de, cumartesi Taylan’ın paralı günü sebebiyle onların evinde iftardayız. 3. Sezonumuzu gerçekleştirdiğimiz paralı günümüzde son 3 ‘e de girmiş bulunmaktayız. Darısı 25. yılımıza..
Pazar muhtemelen yemek blogumuz için bir şeyler pişiririz. Tabii ortağım patlama yapmış doğumlardan ve çekimlerden vakit bulursa.. Pazartesi ne yapsak acaba?

Haftaya
Haftasonuu Neyir’in doğum günü bahanesiyle, ona kavuşma maksadıyla İstanbul’da olacağım.

Esen Kalın.

26 Ağustos 2010 Perşembe

golden brown


Sabahları hala saçlarımı kurutmuyorum. Kurutamıyorum çünkü hala çok sıcak. Eğer at kuyruğu yapmışsam , saçımdan damlayan şıpır şıpır sular sırtımı ıslatıyor. Hatta neredeyse otobüstekileri bile ıslatabilirler. . Bazen de tepemde komik bir topuz, kimi zamanda kendi kendine kuruyup kıvamını bulmuş bir aslan yelesi.. Ama saçlarımı kurutmayalı ne kadar çok olmuş.

Rengi açıldı. Denizden, güneşten.

Yine çok çok uzadı.Epeyce uzadı.

Ve neredeyse 5 yıldır ben uzun saçlıyım, aynı saçlayım.

Ondan öncesi her modele girdi saçlarım. 4 yaşındayken belime kadar uzanan, lüle lüle sarı saçlarımı, babam Bahar doğduğunda kolaylık olsun diye , hem de kuzenimin tıraş olduğu erkek berberinde, çenem hizasında kestirmişti.O zaman o kadar çok üzülmüş ki, makas darbesiyle benden ayrılan lülelerimi bir fiyonkla bağlayıp eve getirmiş. Hala da çekmecelerinde durur ve ben arada onu görür” allahım resmen sarışınmışım eskiden”derim.

Sanırım bu erkek berberi bende derin yaralar açmış olacak ki o günden sonra saçlarımla derdim hiç bitmedi.Kuaförlerle asla barışamadım. Erkek gibi kısacık da kestirdim. Önleri uzun arkaları kısa bob tarzını da denedim, kahküllerim de oldu. Tek yapmadığım; saçımı hiç boyatmadım, röfle , gölge, perma denemedim.

5 yıldır aynı saçlarım. Artık farklı modeller denemiyorum, sakinleştim. Ve bugün sanki biraz sıkıldım ve yine bugün ilk kez azıcık değiştirsem saçlarımı dedim.

Acaba cesaret edebilir miyim?

25 Ağustos 2010 Çarşamba

iş hayatının güzel tarafları da vardır!

Bahar'ın (kız kardeşim) iş yerine zaman zaman birbirinden güzel mankenlerin teşrif ettiği ailemizce bilinen bir gerçektir. Bahar çoğunluğu yabancı olan kızların güzelliğini anlatır, ofisin nasıl şenlendiğini söyler falan. Bugün de bana bak bugün bize bu çekime gelecek deyip, bir fotoğraf yolladı msnden. Ben de diyorum ki allahım kim bilir boyu kaç katım bir kızın fotoğrafı çıkacak karşıma ve derken alttaki fotoğrafla karşılaştım. E hayat hep erkeklere güzel olmasın ama değil mi:)

24 Ağustos 2010 Salı

Should I let myself go?

Bugünün şarkısı bu olsun.
Tıklayın.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

inception.

Her zaman söylerim ben bir filmi anlatamam.Yine her zaman söylerim ben o herkesin yana yakıla izlediği bir çok seriden bir haberimdir. O yüzden bu filmi beğendiğimi söylediğimde “matrixle mukayese dahi kabul etmez bıraaak yaaa” nidalarını da anlayamadığımı belirtmek isterim. Zaten kız arkadaşlarımın tümü 90’lı yıllarda leonardo için ölüp biterken de ben olanı biteni kavrayamıyordum derim falan ve bu liste böyle uzar gider o yüzden bu noktada duralım.

Filme gelince ilk beş dakikası Cepa’daki güzide çalışanların sinema salonunun ışığını açık bırakmasından ve salondan kimsenin de poposunu kaldırıp dışarıya bu durumu beyan etmek istememesinden mütevellit biraz abondene olduk. Velhasıl filme dair önemli bir ayrıntıyı kaçırmış olmamız kuvvetle muhtemel ki benim filme dair anlamadığım pek çok şey de olmadı diyemem.

Ama bu filme gidipte konunun güzelliğine vurulmamakta olmazdı. Rüyalara girip çıkmak, rüyaların geçtiği mekanları tasarlamak, paradokslar ve niceleri beni benden aldı sayın seyirciler. Konu gerçekten de cezbedici ve yer yer “oooo bunu nasıl düşünmüşleeer, şunu nasıl yapmışlaaaaaar” dedirtici cinstendi.

Oyuncu kadrosunu Leonardo dışında bilmeyen biri olarak 500 days of Summer’ın yakışıklısı Joseph Gordon-Levitt’i yeniden görmek sevindirici ve güzeldi. Nine’da Guido’nun kederli eşi Marion Cotillard bu filmde de benzer bir şekilde Leonardo’nun çilesi bitmemiş karısı rolündeydi.Sürekli çalan fransızca şarkıda aklıma sürekli love me if you dare ‘yi getirmekteydi.
Ve beni tabii ki iki arada bir derede bir araya gelen karı kocanın aşkı, tutkusu da epeyce etkiledi ki bir klişe olma yolunda hızla ilerleyen You're waiting for a train; a train that will take you far away. You know where you hope this train will take you, but you can't be sure. Yet it doesn't matter, because we'll be together” cümle öbeği de facebook iletimi süslemektedir.

Filme dair saçma bulduğum iki şeyden biri, filmin konusunu oluşturan “görevin” manasızlığı olabilir.Diğeri ise kesinlikle filmin finaliydi. Eğer ikincisi çekilmeyecekse ki muhtemelen öyle bir şey olmayacaktır o muallakta bırakmaya bence gerek yoktu. Ohaa nasıl bitirmişş dedirmeti nedense bana. Aman Mr. Nolan ne de üzülmüştür ben böyle deyince tabii.

Netice de hiçbir filmi ikinci kere izlemesem de bu filmi bir kez daha izleyip biraz daha anlamayı çok isterim.Ben size bu filmi izleyin derim. Zaten ben mementoyu da zor anlamış ama çok sevmiştim.

22 Ağustos 2010 Pazar

pazartesi neşesi.

http://www.bakerella.com/

Foto bu siteden. Pazartesi sabahı yüzümü sanırım sadece böyle bir güzellik güldürebilir. Bahar sakın itiraz etme doğum gününe bundan yapacağıM:)

20 Ağustos 2010 Cuma

Mad world.


Pideköy’de yedik yemeğimizi. O 1.5 söyleyelim dedi. Ben bir olsun dedim. Yetmez dedi. Peki dedim. Tuzsuz olsun dedim. Mantar, ıspanak, kavurma ve pastırmayı seçtik.Bu seçimin adı susatan seçim olabilir dedim. Gerçekten de tuzsuz geldi. Lezzetliydi. Ben payıma düşenin hepsini yiyemedim. O ben bik bik konuşurken, yedirdi bana kalanları, katakulliye getirdi. 20:30 seanasına yetişirsek, sinemaya gidelim dedik. Yemeğin sonlarına doğru saate baktık ama kaçırdığımızı fark ettik. Gezinip, gezinip, harvey’e gittik. O ayakkabılara baktı. Çok güzel bir tanesi çok beğendi. Sonra bir tane daha gösterdi. Emekli olup, bodruma yerleştiğinde alırsın onu dedim. Sonra ben de ayakkabılara baktım, bir melisaysa vuruldum ama almadım. Birbirimizi bu sefer gaza getirmedik. Bir şey almamayı başardık dün. Ben dondurma yemek istiyorum, bir top falan ama dedim. Gelatoya gittik. Limon cappucino var mı derken bir de çilek kattım aralarına. O beni kandırdın hani bir top dedi ama kendisi de zaten 3 top yedi. Damlasakızı, çikolata ve limon. Limon bizim ortak paydamız. Bir de hemen erimese keşke.21:30 seansına gidelim dedik.Dondurmalarımızı yerken saate baktık ama kaçırdığımızı fark ettik. Dün zamanı bir türlü yakalayamadık. O, iki top yesen bile yetişirdik dedi. Havuzun kenarında da oturduk biraz. Çıkarken pembe trene binsek mi dedik. Binelim dedik. Bilet alırken ben binmeyelim dedim. Ama bindik. Her zamanki gibi, düşmeyelim diye üzerimize kapattıkları demirin kapanmadığına taktım kafayı. Korktum ama zaten onun için bindik dedim. İndik evlerimize döndük. Zeynep(4)&Emir(3) vardı. Yüz yıldır görmemiştim onları. Ne kadar büyümüşsünüz dedim. Laf olsun diye değil ama. Cidden büyümüşlerdi. Birbirimizin suratına bakıp, gülmemece oynadık. Sonra da gözlerini en son kim kırpacak oynadık. Emir yine patlattı bombaları. Sonra benim çok uykum gelmişti. Bunların enerjisi ise bitmemişti. Benim uykum geldi artık dedim. Zeynep hiç umursamadı, Emir gurur yaptı. Ben artık evime gidiyorum dedi. Zeynep annesinin, Emir babasının ayakkabısını giydi ve onları karşı daireye uğurladım. Uyudum.
Bazı günler çok basit ama çok güzeldir.

19 Ağustos 2010 Perşembe

biraz deniz biraz uyku..

Burası Bodrum'du.

Sünger favori mekanım olmuştu.

Midye yemek tatilde daha da hoştu.


Evimizin balkonuna kumrular konmuştu..
Ah kafam tatilde ne de boştu..


18 Ağustos 2010 Çarşamba

geçtii.


Sabah annemin komik rüyasına gülerek başladı. Ama annem rüya olduğuna o kadar mutluydu ki.

Rüyasında ben bir mafya ailesinin biricik oğulları ile evlenmek üzereymişim. Bahar ve Annem telaşla bana ulaşmaya çalışıyorlar ama beni bir türlü göremiyorlarmış.

Annem bir ara kayınvalidemi yakalayıp, ne biçim insanlarsınız tiradından bir şeyler söyleyince kadın ne dese beğenirsiniz?

“Sizin kız da çok uğursuz çıktı zaten, sabahtan beri 3 kere bozuldu jeneratörler”

Peki ben uyandığımdan beri neden mascarpone peyniri diyor olabilirim?

Bu sıcaklar bizi mahvetti a dostlar.

TDD’den (tatil dönüşü depresyonundan) zaten çıkamadım.

Ne olacak sonum bilmiyorum.

Hoçakalın.

17 Ağustos 2010 Salı

huhu.

Bu da yemek tarifi blogumuz.
Bahar ve benim.
Afiyet olsun:)

16 Ağustos 2010 Pazartesi

3.

Zaman bazen çok hızlı geçmiş gibi bazen de hiç geçmemiş gibi.
Neler neler olduğunu anlatmama gerek var mı? Yoksa bizi görüyor musun? Buna da bir türlü karar veremiyorum.
Bahar geçen sene kep fırlattığında yoktun, ama keşke ilk işine başladığı gün sen de olsaydın. Bir sürü macerasını anlatırken birlikte gülseydik, hoş bilirsin o pek anlatmayı sevmez, Mehmetle benim gibi değil, Baharla Gülsima çok anlatmaz, bilirsin.

Gülsima artık tam bir muhabir ve ekranlarda görüyoruz onu sık sık, televizyona çıktığında birlikte izleyebilseydik bir kerecik. Kritik yapsaydık. Gözlerin dolsaydı senin ama gurur duysaydın. Tv seyretmek bile seninle güzelmiş.

Mehmet’e askerliğin Ankara çıktığını duyunca hep beraber sevinseydik. Sen de olsaydın keşke.
Annem daha Samsun’a gittiğinde görmüştü zaten rüyasında, arada bir söylense, huysuzluk yapsa da Mehmet de asker ve neredeyse bitiyor bile.Ve askerlik bittiğinde o artık İstanbullu olacak, Bahar da çok hevesli ama hayırlısı. Gülsima’nın da gideceği yer orası gibi.

E hepimiz İstanbul’u daha görmeden, senin maceralarını, anılarını dinleyerek sevmedik mi zaten?

Dükkanın kira tespit davasına ben giriyorum. Mühim bir şey değil telaşlanmana gerek yok. Ama sen burada olsan, senin avukatın olacaktım sanki daha güzel olacaktı.

Cumartesi günü hepimiz bir aradaydık, Mehmet gece gece bizi güldürdü, Gülsima ona kızdı, Bahar sabah erkenden işe gitti falan..

Ve onun dışında da herkes iyi. Umarım oradaki herkes de iyidir.

Şu senede bir gün telefon hakkı konusunda hala diretiyorum. Seni çok özlüyorum.

13 Ağustos 2010 Cuma

geçen hafta bugün.

geçen hafta bugün gümüşlükteydim.
sanırım herkes kahvede otururken ben deniz kenarına gitmiş, kanayan ayağımı suya sokmuştum.tam kalkıyım derken ellerim kum olmuş, tekrar denize sokmuştum hem ellerimi hem ayaklarımı.
ayağım kanıyordu ama ben haddinden fazla mutluydum.
sonra yine oturmayayım yürüyeyim diyerek, bodrum mandalinasından marmelat yapan o teyzenin dükkanına uğramıştım. Mandarin olabilir mi adı? ve onunla uzun uzun sohbet etmiştim.
gümüşlükten yalıkavak'a dönerken yolda mustafa sandal çalmıştı. çok mutluydum.
hep çok mutlu olalım ve bunları unutmayayım hiç. hissettirdikleri, kokusu, güneşin sıcaklığı hep içimde kalsıN:)

10 Ağustos 2010 Salı

güzel günlerim oldu.

İki haftanın sonunda ben de karaya ayak bastım.
Evet tatilden döndüm. Yastayım.
Her Türk genci gibi ben de Afyon dinlenme tesislerinde tuvaletten çıkıp, aynaya baktığım esnada ohaa nasıl yanmışım dedim.
Bu sene rengim güzel.
Saçlarım çocukluğumdaki gibi sararmış.
Eminim buraya bir şeyler yazma hevesimde gelecektir.


Şu an için golf oynamak, yeni bir yemek kursuna gitmek ve sörf yapmak gibi çeşitli isteklerim/hedeflerim var. Sırasıyla olmasa da gerçekleşmesini temenni ederim.

Çok bomba, beni sevinçten havalara uçuracak bir şey olacak mış? Nedir acaba?

Hayırlısı.

Hoşbulduk ve öperim.