26 Ocak 2011 Çarşamba

italyada iş arıyorum.

Pazartesi dans kursuna gittim. Bu kadar eğleneceğimi düşünmemiştim . Hiç tanımadığım insanlarla güle oynaya, hayatımda adını ilk defa duyduğum bir dansı öğrenmeye çalıştım. Bachata! Hocamızın söylediğine göre, kölelerin ortaya çıkarttığı, hem zaman hem de mekan sıkıntısı çekerek icra ettikleri bir dans olan bachata çok kıvırmalı ve ateşli hareketler içermekle beraber, bana niyeyse bir hüzün de verdi.

Çarşamba günü çok güzel bir konsere gittim. Kerem Görsev ve Hacettepe Senfoni Orkestrasının, klasik-jazz karışımı konserini gerçekten beğendim. Kerem Görsev her zaman çok karizmatik ve mütevazi, ölmüş köpeğine de bir şarkı besteleyecek kadar tatlı.

Yani güzel şeyler oluyor, olmuyor değil, ama o hüzün dönüp dolaşıp buluyor beni.

O yüzden bugün Perşembe, ben İtalya’da iş arıyorum. Uzaklara gitmek istiyorum.

Olur mu dersiniz?

23 Ocak 2011 Pazar

hayat bildiği gibi.

Sevmedim bu haftasonunu. Bir kere hiç uyuyamadım. Hiç istediğim gibi olmadı. Oysa daha farklısını hayal etmiştim. Her şey sabah N. Burak’ın kocasının onu terk ettiğini izlediğim tuhaf magazin programıyla başladı aslında. Bahar’la değişik teoriler üretip canımızı sıktık. Böyle sabun köpüğü bir haberden nasıl öyle ciddi konulara gelebildik onu da bilemiyorum.

2011 sürprizler hazırlamış bana. Ama hiçbiri pembe moleskinime yazıp olmasını dilediklerimden değil. Hep korktuklarım, belki içten içe olacağını tahmin ettiğim, tüm olasılıklar birer birer hayatımın istenmeyen gerçeklerine dönüşürken, ben kendimi kuvvetsiz hissediyorum.

Kalbimde bir ağrı. Gözlerim her daim şiş. Boğazımda sık sık bir düğüm.

Kimsenin içi kararmasın, bir şekilde, öyle veya böyle, bunlarda geçer biliyorum. Ama benim istediklerime ne zaman sıra gelir?
Minimum hasarla atlatma dileklerimle..

22 Ocak 2011 Cumartesi

önce maşallah deyin!

Bu cumartesi, bu yazı, erkekler için gelsin, herkes esinlensin..
Yer:Milan

Fotoğraftakiler:İtalyan

Favorin kim dersen; tabii ki yaşlı olan.
Daha çok bakmak isterim dersen, utanma, TIKLA!

21 Ocak 2011 Cuma

bir mervenin bir dramı

Küçüklüğümden beri tuhaf bir huyum vardır ki, o da televizyonda gösterilen dizide, filmde, programda yenen bazı yemekleri şiddetli bir şekilde canımın çekmesi ve o yemekten evde mevcutsa, gece gündüz demeden yememdir. Yalnız biraz enteresanımdır, öyle her şeyi de canımın çektiğini düşünmeyin. Mesela aşk-ı memnu’da her akşam kıyafet geçitleri eşliğinde yenen yemek çekmez de canım, bihterle, behlül mantı yerse aşeririm.

Daha somut örneklerle açıklamam gerekirse ;90’lı yıllarda, Pazar akşamları televizyonda gösterilen Bizimkiler dizisinde, hani ayda bir, Şevketle Ergun’un iş yerinde, Çaycı Abbas (“buyur babam affedersin" ,"cıvık bacım cıvık affedersin") kurufasulye pişirir, yanına da turşu çıkarırlardı ve ben minik bir Merve olarak kıvranırdım, annem ise o akşam gider kurufasulyeyi ıslatır ve ertesi güne pişirirdi:) Az da olsa kendime gelebilirdim.

Sonra Sosyete Şaban’da, Perihan Savaş ‘ın tiksintiyle baktığı, ancak Kenan Pars’la , Kemal Sunal’ın bir yer sofrasında, pidelere sararak yediği et, pilav karışımını ve kaseden içtikleri ayranı şimdi düşününce bile acıktım diyebilirim.

Ve yine Pazar sabahları alaluna ‘da gülriz sururinin kahvaltı sonrası pişirdikleri, öğleden sonraları mutfağımızda denenirdi.

Bunlar ki küçükken aklımda kalan sahnelerdir. Büyüdükçe dimağıma nice nice görseller eklenmiştir. Lakin ne zengin sofrasıdır canımın çektiği, ne de köy yemeği, ama iştahla yenen ya da piştiğini gördüğüm her şeyi yemek ve yemek isterim o anda.

Vedat Milor ileri yaşımın en büyük düşmanıdır. (geçen pazardan beri Çorum’a gidip, o dağın tepesinde, İskilip dolması yemek için bir yandaş aramaktayım) Ama en son canın ne istedi deli gibi derseniz(meraktan çatlıyorsunuz biliyorum); geçen the big bang theory’de howard’ın buz dolu bardağa ice tea koymasıyla, kendimi mutfakta bulup, dona dona şeftatlili buzlu çay içtiğimi söyleyebilirim.

Bu sorunun önüne daha az televizyon izleyerek geçmeye çalışmakta ve size güzel bir Cuma dilemekteyim. Hoşçakalın.

18 Ocak 2011 Salı

belki uzaylılar beni kaçırmaya gelmiştir.

Herkesin dertlerle ve tasalarla başa çıkma yolu farklı sanırım. Kimi bunu başkalarıyla paylaşmayı, kimisi içine atmayı, bazısı ağlamayı ve bazısı da kaçmayı tercih edebiliyor. Benimki tam olarak hangisine girer bilmiyorum ama çok anlatamadığımı biliyorum, ağlayamıyorum, kaçma girişimlerim oluyor ama yapamıyorum, içime atmak mı yaptığım ona da bir şey diyemem. Ama bildiğim tek şey çok üzüldüğümde, başa çıkamadığımda ya da korktuğum da itinayla duruyorum. Dışarıdan bana bakıldığında, neşeli bile görünebilirim. Fiziksel olarak çok belirgin bir değişikliğim de olmuyor. Yani hem içten hem de dıştan çok çaktırmıyorum. Ama zaten zor sağladığım konsantrasyonumu elde etmek böyle zamanlarda epeyce güçleşiyor. Bu konsantrasyon meselesi de sadece yoğun odaklanma gerektiren iş hayatımda çıkmıyor karşıma. Mesela saçımı kuruturken bile sıkılıyor ve hafif ıslak , yarım yamalak saçlarla kendimi sokağa atabiliyorum.

Ve tabiî ki itinayla üşeniyorum. İşten eve geliyor, ama üstümdekileri çıkaramıyorum. Tvnin karşısında uyukluyorum ama gidip yatağıma yatmıyorum. Uykuya tam dalmak üzereyken çok susadığımı fark ediyor ama yataktan kalkamıyorum. Ve kendimden bunalıyorum,bunalıyorum.

Aslında bazen bu durma eylemimi, uykusuz gecelerime de bağlıyorum. Çünkü böyle zamanlarda günlük hayatımda ne kadar hareketsizsem tam tersi şekilde, rüyalarımda maceradan maceraya koşuyorum. Bilinçaltımın beni soktuğu içinden çıkılmaz durumlar ya da bana yakıştırdığı korkunç roller de kesmiyorsa, kendimi başkalarının acılarına, ölümlerine tanık olduğum türlü kabuslar içinde buluyorum. Rüyalarımın içinde rüyalarımı yorumluyor, oradan oraya savruluyorum ve takriben 3-4.5 sularında uyanıp, öylece debeleniyorum yatakta.

Ve şimdi ofisi tuhaf bir ışık kapladığı anda uzaylıların beni almaya geldiklerini hayal ediyorum.

Geçsin.

15 Ocak 2011 Cumartesi

bisiklet.


Hava yağmurlu. Eski tip bir bisikletim var. Ama o da ne? 3 kişiyiz. Erkeği tanımıyorum. Kızı tanıyor gibiyim ama hatırlayamıyorum. Bahçelievler İlk okulu’nun önünden hareket ediyoruz bisikletimle.

Önce yan yanayız. Hızlarımız neredeyse aynı. Sonra ben neredeyse uçarcasına geçiyorum onları. Yüzüme değen rüzgarı hissediyorum. Ellerimi bırakıyorum. Arkada kalan çocuğun endişesini hissediyorum, bir de arkamda kalan kızın onu geçtiğime dair içini burkan o hissi.
Ama durduramıyorum bisikletimi, hızlı , hızlı uçarak gidiyorum, onların arkamda kaldığının görünmediği o ana kadar gidiyorum. İçimi kocaman bir huzur kaplıyor.
Rüyada bisiklete binmek: Rüyada bisiklet sıkıntıdan sonra gelen ferahlık anlamındadır

14 Ocak 2011 Cuma

bi uyuyup uyanalım.

“Müzik açmıyorsun” dedi, çalışma arkadaşım.Bizim ofiste müziği ben açarım. Genel yayın yaparım. Biraz haksızlık yapsam da arada, fena sayılmam, geniş bir yelpazem vardı, koca sesli Sıla’yı bile arkadaşlarım seviyor diye dinlerim, dinlettiririm. O kadar da adaletliyim. Lakin onlarda benim la paloma krizine girdiğim günlerde, üst üste bu şarkıyı dinlememe hiç ses etmezler bunu da söyleyeyim. Neyse konumuz Sıla değil, la plaoma değil
. Arkadaşımı kıramadım, az önce müziği açtım. “Great Ladies Sing the Blues” albümündeki sesler ofisimizi doldurmakta. Sanırım Onur’un blogunda görüp edinmiştik bu albümü de.Tabii konumuz bu da değil. Bugün bir konumuz da yok aslında.En azından Cuma. Cumartesi çalışsak da bugün Cuma!

11 Ocak 2011 Salı

gelsin.

Kötü şeyler mi olanlar?
Pek bir fikrim yok.
Ama son günlerde epeyce şey olduğunu söylemek mümkün.
Uykusuz geceler, kan çanağı gözler, planlar, araştırmalar,konuşmalar, bir türlü içinden çıkamamalar..
Öfkeyle dolup, kafanın içinde edilen kavgalar, biriktirdiğin sözler, sarfedemediğin..
Korkuyor muyum?
Hiç bir fikrim yok.
Ama geçer biliyorum, üstesinden geliriz.
Çözeriz. Bu bir sınav.
Umarım sorular çok zor değildir.
İnanınca geçer. Geçer değil mi?
***

Ve benim Dedem'in cep telefonu yoktu.
Ama dükkanın telefonu bende "DEDEM" diye kayıtlı.
Dedem gittikten sonra ilk kez o telefon "DEDEM"diye çaldığında , cep telefonu olmadığını bildiğim dedemin aradığını sanmıştım.
Ama bugün, kayıt şeklini değiştirmediğim o numarayı "dedem" diye aradığımda, her şeyden çok onu aramış olmak istedim. Ondan akıl almak istedim. O varken ben hiç korkmazdım.

6 Ocak 2011 Perşembe

dünya dönüyor.


2011'in ilk haftası, salı ve çarşamba olmak üzere 2 gün işe gelemedim.
Hastaydım.
Bugün işe geldim. Hala hastayım. Ayrıca dış dünyayı sanırım unutmuş olmalıyım ki, gribime bir de tuhaf bir baş dönmesi eklendi.
Algılarım kapalı, akşam dersim var.
Ve Kürşad'dan bir mesaj; sürprizzz.
Asos'tan eldivenleer!Sonunda!
Kürşad=Noel Baba.

3 Ocak 2011 Pazartesi

delil tespit.

2011'in ilk pazartesisi;

İş yerinde kombimiz bozuldu,ufo aldık.
Nezleyim, gribim, bir şeyim ama hastayım gibi.
Ulaşıma zam geldi.
İş yerinde yılbaşı partisini sonradan yapmak güzel oldu.
Herkesin bir benim 4 hediyem oldu.
Hemen akşam oldu.