18 Ocak 2011 Salı

belki uzaylılar beni kaçırmaya gelmiştir.

Herkesin dertlerle ve tasalarla başa çıkma yolu farklı sanırım. Kimi bunu başkalarıyla paylaşmayı, kimisi içine atmayı, bazısı ağlamayı ve bazısı da kaçmayı tercih edebiliyor. Benimki tam olarak hangisine girer bilmiyorum ama çok anlatamadığımı biliyorum, ağlayamıyorum, kaçma girişimlerim oluyor ama yapamıyorum, içime atmak mı yaptığım ona da bir şey diyemem. Ama bildiğim tek şey çok üzüldüğümde, başa çıkamadığımda ya da korktuğum da itinayla duruyorum. Dışarıdan bana bakıldığında, neşeli bile görünebilirim. Fiziksel olarak çok belirgin bir değişikliğim de olmuyor. Yani hem içten hem de dıştan çok çaktırmıyorum. Ama zaten zor sağladığım konsantrasyonumu elde etmek böyle zamanlarda epeyce güçleşiyor. Bu konsantrasyon meselesi de sadece yoğun odaklanma gerektiren iş hayatımda çıkmıyor karşıma. Mesela saçımı kuruturken bile sıkılıyor ve hafif ıslak , yarım yamalak saçlarla kendimi sokağa atabiliyorum.

Ve tabiî ki itinayla üşeniyorum. İşten eve geliyor, ama üstümdekileri çıkaramıyorum. Tvnin karşısında uyukluyorum ama gidip yatağıma yatmıyorum. Uykuya tam dalmak üzereyken çok susadığımı fark ediyor ama yataktan kalkamıyorum. Ve kendimden bunalıyorum,bunalıyorum.

Aslında bazen bu durma eylemimi, uykusuz gecelerime de bağlıyorum. Çünkü böyle zamanlarda günlük hayatımda ne kadar hareketsizsem tam tersi şekilde, rüyalarımda maceradan maceraya koşuyorum. Bilinçaltımın beni soktuğu içinden çıkılmaz durumlar ya da bana yakıştırdığı korkunç roller de kesmiyorsa, kendimi başkalarının acılarına, ölümlerine tanık olduğum türlü kabuslar içinde buluyorum. Rüyalarımın içinde rüyalarımı yorumluyor, oradan oraya savruluyorum ve takriben 3-4.5 sularında uyanıp, öylece debeleniyorum yatakta.

Ve şimdi ofisi tuhaf bir ışık kapladığı anda uzaylıların beni almaya geldiklerini hayal ediyorum.

Geçsin.

Hiç yorum yok: