30 Nisan 2019 Salı


telefonum çalındı. çalınmadan önce instagramda ve watsupta ne kadar zaman geçirdiğime bakmıştım ve biraz üzülmüştüm. hatta kürşad merve sence onlarca telefondaki onlarca fotoğraf ne olacak demişti. biz bastırıyoruz. birileri bakar demiştim:)
sonra bir tepeye çıkıp, kenara atılmış bir şezlonga oturduk. sanki biraz ayıp ederek, hamile çekimi yapan çiftle dalga geçtik. şu telefondan kurtulsam dedim.
derken yarım saat sessizce oturduğumuzu fark edip, telefonuma da bakmadım ne güzel dedim.
oradan kalktık, telefonum cebimden düştü, ben fark etmedim ve sonra orada telefonumu bulan biri aldı gitti.ben bir midye buldum. fotoğrafını çekmek istedim. derken telefonumun olmadığını fark ettim.

telefondan kurtulmak istemiştim ama sanırım böyle değil:)
midye kabuğu baş ucumda. belki elimde de bir dövme olur. anda kalma dersi olarak. düzen tertip ve dikkat için.

22 nisandan beri instagramım yok. yedek telefonumda da uzun süre watsuptan arapça dışında kelime yazamadığım için iletişimim azaldı.
sonra yazmaya üşendiğimi farkettim.
arkadaşlarımla telefonla konuştum.
telefonla konuşmak çok güzel geldi.
ertesi gün telefon almaya giderim sandım ama gitmedim.
arapça yazan kırık iphoneum ve iş telefonu olarak da akıllı telefon olmayan bir samsungum var ve ben onla telefonla konuşurken kendimi bir fransız bir kadın kadar havalı hissediyorum.
attığım adım sayısını, yediğim yemeği, gezdiğim yeri size göstermesem olacak mı?
bilmiyorum.
olur inşallah.
ben sadece benimle konuşurken parlaksam parlayayım, bulutluysam size o yansısın sesimden. ama fotoğraflarımı görmeseniz mi?
olmadığım biri gibi görünmeyeyim.
ya da olduğum gibi görünsem de sizin beni bir profilden başka türlü görmenize vesile olmayayım.
işte böyle şimdilik.

ve bu sabah 30 saniye güneşe baktım. çıplak gözle. çünkü faydalıymış.
son moda faydaları hiç atlamam. sanki iyi geldi.
hadi inşallah.

19 Nisan 2019 Cuma

20/06/2018

day 4

bu sabah Lecce'ye veda vakti. içimi bir hüzün kaplıyor.
gitmeden yine dünkü Pastanemizdeyiz. bu sefer kasadaki yaşlı amca ile selamlaşıp, sohbet ediyoruz.
hayır ne ben İtalyanca ne de o İngilizce biliyor. ben Türkçe o da İtalyanca konuşuyor ve gayet anlaşıyoruz.

en son bana duvardaki fotoğrafları gösterirken, daimi müşterilerine bizim istanbuldan geldiğimizi anlatıyor, bugünleri unutmamak için bir kare fotoğraf da çekiliyoruz.

elimizde bavullarımız, lecce sokaklarını son kez içimize çekerek, istasyona varıyoruz. hedefimiz bari.

bariye varıp, kalacağımız yere varıyoruz. odamız beklediğimizden oldukça kötü, sanki biraz kandırılmışız. odamızı kiralayan kadın karşımızda bir restuarant işletiyor, bir dedesi, adapazarında diğer dedesi ise ıspartada yaşamış bir ermeni. türkiyeye hiç gelmemiş ama merak ettiğini anlatıyor. oda konusu benim keyfimi kaçırmış olsa da kürşad sabırlı. boşver yatmadan yatmaya geleceğiz nasıl olsa diyor, Alberobelloya gitmek üzere tekrar istasyona geçiyoruz.


Trende keyfim yok. Elimde Kodin. Kitapta Andrea ile Kodin tanışıp arkadaş oluyorlar, tam o anda trende çok az kişiyiz. yanımda gırtlak kanseri olan bir adam, karşısında da annesiyle oturan minik bir erkek çocuğu var. Andrien'in Kodin'den korkması gibi, çocukta adamdan korkuyor. sonrasında adam sesi çıkmadığı için kullandığı mikrofonu tatlı tatlı çocuğa anlatıyor, birden arkadaş oluveriyorlar.

kürşadla laflarken trende dikkat çekiyoruz. Çünkü trende turist olmadığı gibi, italyanca dışında bir dil konuşan da yok. Genç bir kadın yanımıza gelip, nereden geldiğimizi soruyor. O da Alberobelloda rehbermiş, bize trolloların tarihini anlatıyor.


notlar

Annemle dükkandayız, belki benim yaşlarımda, belki de benden daha küçük iki kadın alışveriş yapıyorlar. Kadınlardan biri dükkandan ayrılmadan anneme; sizi çok seviyorum, çok iyi kalplisiniz diyor. İnsanların en yakınlarına söylemek için yıllarca terapiye gittiği bir cümle, bu genç kadının dudakları arasından içtenlikle dökülüveriyor.

Ertesi gün uçaktayız. Yanımda bir baba, biri kız biri erkek iki çocuğuyla seyahat ediyor. Uçak inişe geçtiğinde, kız çocuğu babasına "İstanbul'a geldik mi" diye soruyor. Baba "evet" cevabını veriyor. Kız camdan el sallayarak; "Merhaba İstanbul, benimle arkadaş olmak ister misin?" diye bağırıyor. Babası da ona "İstanbul çok haindir kızım" diyor. Küçük çocuk İstanbul'la iletişimini kesiyor:) Küçük bir insanın kafasında bir şehir hain olarak kodlanmış olabilir mi?


Ve ben kendimi insanlara beğendirmeye çalışan biri olduğumu bile yeni yeni anlıyorum. Çünkü bu yaşlarda daha fazla kendime dönüp bakıyorum. Nasıl biri olduğumu, karakterimi, mizacımı nelerin şekillendirdiğini, düşünüyorum.  Tüm başarısızlıkların , psikolojik sorunların, karakter özelliklerinin tamamen aile bireylerine yüklenmesine şiddetle karşıyım. Öyle ya da böyle herkes bir çocukluk yaşadı, bir  yetişkin olarak tüm sorunları çocukluğumuza atfetmek bence çok kolay. Yapılması gereken kendimizi tanımaya mesai harcayarak, sevgiyle yine kendimizi kucaklamak . Ben mesela kendimi olur olmaz çok eleştirip, bir türlü iyi olduğuma inanmamayı çocukluğuma yüklemek yerine, çocukluğuma sarılıp, yaparsın kızım, hadi bakalım demeye çalışıyorum. Herkes seni beğenmese de olur diyorum. Diyelim, çalışalım. iyi olalım. Farkında olalım.


Kendimde ve etrafımda fark ettiklerimi not etmeye karar verdim.
Bakalım ne kadar yaparım.