27 Haziran 2018 Çarşamba

Day 2-18/06/2018



Day 2

Bundan tam 16 yıl önce bugün üniversite sınavına girdiğimi hatırlıyorum. o gün hangi üniversiteyi kazanacağımı, ne iş yapacağımı bilmiyordum. sınavım da oldukça kötü geçmişti. cashmere de arkadaşlarımla, efkarlı şarkılar eşliğinde dansederken, gelecekten tek beklentim, yanımda sevdiklerim dünyayı gezmekti. o anı dün gibi hatırlıyorum. 16 yıl sonra dileğimin yıl dönümünde dünyanın hiç görmediğim bir yerindeyim.

Sabahtan dün çok beğendiğimiz doppio zerodayız, Kürşad peynirli omletli bir kahvaltı tabağı alıyor, ben kruvasan, tereyağ ve reçel yiyorum, birer cappucino ile taçlandırdığımız kahvaltımızı Gallipoli'ye gitmek üzere sonlandırıyoruz.

Lecce’de biletileri alıp trenin nereden kalkacağını anlamaya çalışıyoruz , ikimizde ayrı yönlere gitmişiz, o sırada trenitalia üniformalı gençten bir çocuk karşıma çıkıyor, nereye gitmek istediğimi anlasa da bana nereden gideceğimi bir türlü anlatamıyor, sonrasında elindeki valize aldırmadan, benimle trenin kalkacağı yere kadar yürüyüp gösteriyor. İtalyanların bu yönü bizden farksız, dilini konuşamasalar da sonuna kadar yardımcılar.

Sonrasında Kürşad'ı buluyorum ve rayların üzerinden geçerek treni beklemeye başlıyoruz.
Tren geldiğinde o da ne? Bu mazotla çalışan adeta ilk tren diyebileceğimiz eskilikte bir çılgın ulaşım aracıJ

İçine bindiğimizde dışının içinden daha yeni olduğunu görüyoruz, koltuklar deri, turuncu perdeleri bile var ve tabi ki klima yok, bütün yol bunaldıkça kafamızı camdan dışarı çıkartıyoruz.

Trenin içinde ise herkes adete bir roman karakteri.

Kulağımda harika müzikler , etraf çok güzel, bazen bir istasyonda uzun uzun bekliyoruz ama bunlar bile bizi çıldırtmıyor. Bir günde sanki İtalyan olmuşuz, bu çılgın yavaşlığa anında uyum sağlıyoruz.

öğle saatlerinde Gallipoli'de trenden inip, eski şehir merkezine yürürken çevremiz tam bir hayal kırıklığı sanki, ne zamanki balıkçıları görüyorum, işte o zaman gözüme güzel görünüyor.

Yine de buralar turist kaynayan klasik İtalya’dan çok farklı. Deniz kenarına ulaşınca İtalyan ailelerle ve genç arkadaş gruplarıyla karşılaşıyoruz. Bu sefer de aklıma "olağanüstü akıllı arkadaşım" kitabı geliveriyor. Kendimce bir lenu, bir solara ailesi buldum bile. İskelenin yanında gördüğümüz şezlongların ne kadar olduğunu öğrenmek isterken adam ücretsiz diyerek bizi şaşırtıyor, deniz inanılmaz temiz. Plaj hafta başı olduğundan kalabalık değil ve kendimi dünyada minicik bir nokta gibi hissediyorum.  Dönerken ara sokaklarına dalınca karşımıza bir dolu meyve sebze arabası ve sünger satan tezgahlar çıkıyor. Her yerde acı kırmızı biberler asılı, üzerinde viagra yazıyor. Dünyanın her yerinde önemli konular ortakJ Zamana aldırmadan, sırayla denize giriyor, güneşleniyoruz.

Uzun uzun acele etmeden, telaşlanmadan ve saate bakmadan zaman geçirmeyeli çok olmuş. Zamanı yöneterek zamanı doğru kullandığımızı düşünürdüm ama burada yetişilecek saatler olmayınca tam tersi zamanı çoğalttığımı düşünüyorum. Dönüşte bu sefer otobüsle tekrar Lecce'deyiz. 

Giyinip kuşandıktan sonra ne kadar acıktığımızı fark ediyoruz. Aklımızda bir akşam önce torre de merlino’da gördüğümüz pizzalardan yemek var. Aklımızdakini okumuş gibi duran garsonsa pizza bugün yok yarın var diyor. Peki nereye gideceğiz? İstikamet doğru osteia degli spiriti. Bu mekanı michelin kitabında görmüşüm, gezici günlük de okumuşum, üzerine odamızı kiralayan çocuk da önerince aklımıza daha iyi bir ihtimal gelmiyor. Mekan oldukça şık ve dolu, rezervasyonumuz yok ama şansımıza mutfağın karşısında  2 kişilik bir masa boş, güler yüzlü garsonumuz bizi oraya oturtuyor, tepemde harika seramikler, solumda çok güzel bir tablo var. Mutfağın içine kaçamak bakışlar atmak ise benim için harika bir fırsat. Burada güzel bir burrata, üç çeşit balıktan oluşan nefis bir carpaccio yiyoruz, benim doymak bilmeyen ruhum, pirinç/patates kroket ve lecceye özel hamur kızartmalarından da isteyince masamız bir şölen yerine dönüşüyor. Üzerine ben patlıcanlı domates soslu ve yıllık ihtiyacımı karşılayacak kadar peynirle dolu spagettimi yerken, kürşad bölgeye özel orreccihettisini deniz mahsulleri ile yiyor. Uzun süredir yediğim en güzel yemek bu olabilir ve mekanda harika müzikler çalıyor. Kalktığımızda çok tok ama çok mutluyuz.

Şehir de bir iki tur atıp, kahve içmek için alvinoya gidiyoruz, birer espresso içip, yoldan gelen geçeni izliyoruz. Puglia bölgesinde sevmediğim tek şey, kahvenin yanında plastik minik bardakta gelen su olabilirJ Kahveden sonra Kürşad beni "mutlaka dondurma yememiz gerektiği" konusunda ikna edince, yine yeniden nataledeyizJ Bugün bir de harika bir tasarım dükkan keşfettik. İsmi Vico dei Bolognesi. Ama Euro karşısında dükkan çok pahalı kalıyor, ben de gördüklerimi içime çekmekle yetiniyorum. Odamıza doğru yürürken, tiyatro binasının önünde tatlı bir kalabalık var, merdivenlerine oturup onları seyrediyoruz. Herkes oldukça şık ama en güzeli herkesin gösteri sonrası tebrik çiçekleri. Tüm eller dolu dolu, kiminin elinde tek bir ortanca, bazılarında kuru çiçekler. Ama hepsi çok kibar. Biz de bir sanatçıyı tebrik etmek ister gibi onlarla bekliyoruz. Bazen bir yerli olabilmek ne kadar kolay.

Hiç yorum yok: