
mutlu olun.sağlıklı olun.
Fotolar e by Bahar.
Ne sandınız??

mutlu olun.sağlıklı olun.
Fotolar e by Bahar.
Ne sandınız??
2010 TOP 10 GEZDİKLERİM-GÖRDÜKLERİM
(10 Yerden 9’unu ilk defa gördüm, 2011 ‘den de umutluyum)
1-)İstanbul
2-)Roma
3-)Firenze
4-)Bodrum-gümüşlük
5-)Adrasan
6-)Çıralı
7-)Pisa
8-)Olimpos
9-)Kırşehir
10-)Düzce
2010 TOP 10 FİLMLERİM
1-)Soul Kitchen
2-)İdentity
3-)Başka dilde aşk
4-)Nine
5-)İki Dil Bir Bavul
6-)My Lovely Bones
7-)Av Mevsimi
8-)Little Miss Sunshine
9-)An Education
10-)Sherlock Holmes
2010 TOP 10 KİTAPLARIM
1-)Sahilde Kafka- Haruki Murakami
2-)Çavdar Tarlasındaki Çocuklar-Salinger
3-)Muhteşem Gatsby-Fitzgerald
4-)İmkansızın Şarkısı-Haruki Murakami
5-)Bab-ı Esrar-Ahmet Ümit
6-)Sırça Fanus-Plath
7-)Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında-Haruki Murakami
8-)Tersi ve Yüzü-Camus
9-)İş İşten Geçti-Sartre
10-)Birbirimize Söylemediğimiz Onca Şey-Levy
Yaş 5-6. Anaokuluna başlamışım. Hem de Mehmet ile birlikte. Hoş Mehmet hiç gelmiyormuş, o ayrı konu. Öğlenciymişim. Bahar varmış. Beni okuldan almak bazen zormuş. Böyle minik bir servis varmış benim gibi, rengi turuncu, ben eve onla dönermişim. O zamanlar servislerde, inmene binmene yardım eden ablalar da yokmuş. Bir gün şoför amca beni indirirken , parmağım o turuncu vosvosun sürgülü kapısına sıkışmış. Ellerim küçükmüş. Tırnağım mosmor olmuş. Sonra düşmüş o tırnak. Annem bir daha beni hiç servise bindirmemiş, hep biri gelip almış beni okuldan. Şimdi baş parmağım, masamla sandalyemin arasına nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde sıkışıp , canım acıyınca aklıma bunlar gelmiş, içimdense minik merveye sarılmak. merve bugün bir duygusalmış, neye üzüldüğünü bile bilmeden, bir şeye üzgünmüş, allah hayırlara getirsinmiş. ben vosvosları hiç sevmem.
Hedeflerim arasında 2010'da örgü örmeyi öğrenmek de vardı. Lütfen gülmeyin, evet ben örgü örmeyi bilmiyorum ve lütfen yine gülmeyin; evet ben de hepiniz gibi yeni bir dil öğrenmek, başka bir ülke görmek gibi amaçlara da sahibim ama teoride ufak çaplı gibi görünen fakat pratikte beni yeni bir dil öğrenmek kadar zorlayan, herkesin yapabildiği ama benim yapamadığım ulvi gayelerim de var.Örgü örmek de bunlardan biridir.
Dünyanın en sabırlı annesi, bana bunu öğretememiş, her şeyi örebilen Babannem, sen çok akıllı bir kızsın aman bunu da bilmeyiver diyerek bana örgü öğretmekten vazgeçmiştir.Ama sonunda Yargıtay dönüşü uğradığım Erdoğan Düğme'den , sırf diğerlerinden farklı bir renk diye aldığım, kolum kadar kalın şişlerle önce ofis ortamında alay konusu olsam da, Aynur Hanım'ın öğretme azmi neticesinde ben artık ÖREBİLİYORUM!Tamam fotoğraftaki kadar klas görünmüyorum örgü örerken, hatta bir şeyi deşiyormuşum gibi bir havam da yok değil ama olsunnn!Örebiliyorummmm:))
Şimdi masamda Kürşad'ın aldığı moleskineler.. Yazmak lazım, daha çok yazmak..


İki alışveriş delisi bir alışveriş merkezinde gezmektedirler.

Elmadağ'da bir keşif, ayaklarım üşümüş, bilirkişilerden biri de demişki, "avukat hanım yine ince giyinmişsin, üşüteceksin"avukat hanım ince giyinmeyi sever ama. Kışı sevmese de kışa girerken yapraklar üzerinde, çıtır çıtır yürümeyi de sever..
Cafe Lins diye bir yer varmış. Havalar güzelmiş, mevsimlerden baharmış, belki de Mayıs.. Kürşad bir soda limon söylemiş, Utku bir latte, Merve dondurmada karar kılmış.
Yine bir Elmadağ, yine bir keşif..Yine sonbaharmış..
Neredeyse her hafta sonu kalabalık yenen yemeklerdi o yemekler. Ben aile olmayı zaten en az 10-15 kişi olmak zannederdim. Hepimiz aynı evde oturalım isterdim. O yemeklerin meşhur tatlısı, Dedem’in dükkan dönüşü Ali Uzun’a uğrayıp aldığı pişmaniyeydi. Şemsiye çikolatalarımızı ve arap sakızlarını söylememe gerek yok zaten. En büyük eğlencemiz 4 kişi masanın altına girip, Dedem’in terliğini anneanneminkiyle, Teyzeminkini dayımınkiyle değiştirmekti. Saatlerce masanın altında katıla katıla güler, tekrar sofraya dönüp, bu sefer de pişmaniyeden bıyık yapardık. Yapış yapış olan yüzümüz, ellerimizle her seferinde ilk defa pişmaniyeden bıyık yapmışız gibi gülmekten ölürdük. Benim anneannem dünyanın en güzel Mevlana böreğini yapardı, Dedem kaburgalarımızı sayardı.Biz dördümüzdük, sonra biz çok kalabalıktık. Sadece iki kişi eksilince ne kadar azaldık. Dedem’in dediği gibi, kederle değil özlemle, o günlere selam olsun.

(bak fotodaki amcam ne güzel oturmuş, örnek al)
Gıcık olduğum bir hadise/insan türü: Otobüste , dolmuşta, hemen inme pozisyonunda olmamasına rağmen, bir türlü yana kaykılmayanlar.
Dün akşam dolmuşa bindim, ellerim kollarım dolu, dolmuş da dolu, otururken bile düşmemenin zor olduğu bir yolculukta ben elimde iki lira, bir çanta, dosya ve ıvır zıvırla ayakta kalma mücadelesi veriyorum. En önde, üçlü koltuğun kapıya doğru olan en en sağ köşesinde oturan teyze benim bu halime acımıyor ve kayabilir misiniz ricama rağmen, beni kırıp geçmemi buyur ediyor. Şimdi benim gibi birinin bile bu hareketi haklı göreceği bir takım durumlar olabilir.
1-)Koltuğun diğer ucunda bir tacizci, sarhoş, kokan vs. insan türü olması
2-)Koltuğun diğer ucunun aşırı derece de güneş alması ya da esmesi (ki açık camdan yaz günü rahatsız olanları da anlamam, terk kokmakta sakınca görmeyen ancak üşümekten delicesine korkan çeşitli türlerle ilgili de bir başka yazı yazarım.)
3-)Hemen inecek olma durumu
İşte ben ancak bu 3 durumdan biri söz konusuysa yana kaymamanızı haklı görebilirim. Beni okuma sabrını gösterdiyseniz şu ana kadar, bu 3 durumdan hiç birinin dün akşamki dolmuş yolculuğunda da söz konusu olmadığını anlamışsınızdır.
Peki ben bütün bu saçmalıkları niye yazdım? Hepimiz toplu taşıma araçlarında buna dikkat edelim diye mi? Olabilir. Şunu da söylemeden bu konuyu bitirmek istemem. Neticede ben teyzenin üzerinden uçarak dolmuşta yerimi aldım. Kafam , bacağımda kırılmadı. Dolmuşta ineceğim esnada , canımın içi Teyzem hala olduğu yerde oturmaktaydı. Ben ayağa kalkınca şoför öyle bir fren yaptı ki, ben teyzenin üstüne düşmekten de beter oldum. Her iki ayağına normal şartlarda, gıcıklığına basmak istesem böyle basamazdım sanırım. Evet ilahi adalet diye bir şey de var.
Rüyama gelince; Selma, Eren ve Utku bana 3 adet hediye almış. Eren’in hediyesi, gerçek hayatta Kürşad’ın hediyesi olan bir saat. Rüyamda sürekli değiştirsem Eren’e ayıp mı olur diye düşünüyorum. Selma’nın hediyesi üzerinde hello kittyler olan pembe bir saklama kabı ve Utku’nun hediyesi de deri kaplı, çekmeceli bir takı kutusu. Biz sürekli mekan değiştirdiğimiz bir gece gezmesindeyiz, ben bu hediyeleri muhafaza etmekte haddinden fazla zorlanıyor ve sonunda da kaybediyorum. Uyuyup uyanıyorum rüya içinde ve sıcak, aşırı aydınlık bir yaz gününde hediyelerimi bulmak için, gittiğim mekanlarla yüzlerce telefon görüşmesi yapıyorum. Takdir edersiniz ki çok çok yoruldum, acaba bunlar ne demektir?


Sevgili Günlük,
Pastaneye bir aile girdi. Sanırım anneleri olacak otuz yaşlarında bir kadın ve herhalde ilk okul öğrencisi olacak iki çocuk. Neşeyle pastalarını seçiyorlardı. Çocuklar çok neşeliydi ve çok terbiyeli davranıyorlardı. Anneleri zarif bir elbise ve manto giymişti. Konuşma tarzı çok nazikti. Cun dönüp onlara baktığında çocukla göz göze geldi. Çocuk Cun’a gülümsedi. Çok yakın zamana kadar bu tür manzaralardan nefret ettiğim geldi aklıma. Bende kötü niyete karşı özel bir sezgi olduğunu ve bu sayede Frank’ın tehlike olduğu yargısına ulaştığımı sanıyorum. Kötü niyet ;yalnızlık, keder, kızgınlık gibi olumsuz duygulardan doğar. Değerli bir şey elinizden alındığında, sanki bir parçanız bıçakla kesilmiş gibi olur, oyuk kalır, işte oradan doğar kötü niyet. Ben Frank’ta bir tür gaddarlık, sadistik bir hastalık olduğunu hissediyor değilim. Frank’ta hissettiğim dipsiz bir oyuk. Her şeyin çıkıp gelebileceği bir oyuk. Herkesin bir ya da iki kez insan öldürme isteğine kapıldığı, kötü niyetle dolduğu olur. O insanın oyuğunda doğan kötü niyet, o insanın oyuğunun dibinde kalır, gün gelir unutulur; başka bir şeye, söz gelimi işe karşı duyulan coşku gibi şeylere dönüştüğü olur. Frank farklıydı Frank’ın katil olup olmadığını bilemiyorum. Ama onda kesinlikle dibi olmayan bir oyuk var. Frank’a yalan söyleten o oyuk işte. Frank’la karşılaştırıldığında belki hafif kalır ama benimde öyle bir dönemim olmuştu.” Sayfa 82-yok yere-ryu murakami.

Kesinlikle bir basketbol fanatiği değilim.Ama 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın grup maçlarının Ankara’da oynanacak olduğunu biliyorum. Sanırım bu da etrafımda bir çok meraklısının olmasından kaynaklanıyor olabilir ama bilmeyen o kadar çok kişi de var ki. Misal Hidayet Türkoğlu’na house cafe’de rastlayıp, akabinde bu etkinlikten haberdar olan arkadaşlarım da var:)
Uzatmadan konuya dönersem, bu etkinlik neden yeterince duyurulmadı anlayabilmiş değilim. Daha dün ulusta eski meclisin önünde basketbolcu figürlerinin lambalara takıldığını gördüm ama çok geç değil mi?
İstanbul’da ya da hazırlık maçlarının yapılacağı diğer illerde durum nedir bilmiyorum ama neden Türkiye maçlarının da oynanacağı Ankara’da reklam gerektiği gibi yapılmadı anlayamıyorum.Yine de basketbol fanatiklerinin aylar öncesinden biletleri aldığını düşünürsek, maçlar boş kalmayacaktır heralde..
Dedikodu
Her kıyafetiyle, mükemmel tarzıyla gönlümüze taht kurmuş Betty adını bilmediğimiz melez sevgilisiyleee nişanlanmış mı yoksaaaa:)
foto.
Haftasonu
Bugün Teyzem’de, cumartesi Taylan’ın paralı günü sebebiyle onların evinde iftardayız. 3. Sezonumuzu gerçekleştirdiğimiz paralı günümüzde son 3 ‘e de girmiş bulunmaktayız. Darısı 25. yılımıza..
Pazar muhtemelen yemek blogumuz için bir şeyler pişiririz. Tabii ortağım patlama yapmış doğumlardan ve çekimlerden vakit bulursa.. Pazartesi ne yapsak acaba?
Esen Kalın.
