“Hava artık ne kadar da erken kararıyor” diye düşündü camdan dışarı bakıp, masasını toplamaya başlamışken. Bir kalemle başının tepesinde tutturduğu saçlarını serbest bırakıp, montunu almak için yöneldiği dolabın yanında duran ayna da solgun yüzüyle göz göze geldi, ama bugün canı hiç makyaj yapmak istememişti. Çantasını alıp, işten çıktığında “onun” her zamanki gibi geç kalacağını bildiğinden acele etmeyen adımlarla buluşacakları yere, sinema salonuna doğru ilerlemeye başladı.
Oraya geldiğinde onun orada olmadığını görüp, önce filmin saatini kontrol etti. Sonra havaların soğumasıyla bahçede duran masaların da yerinde olmadığını fark edip, salonun içine geçti. Yukarı kata taşınmış bekleme alanına çıkıp, çantasından not defterini, rengarenk kalemlerini ve ajandasını çıkarıp notlar almaya başladı. Onu beklerken hep, ya “işte yapılacaklar” listesi yapar, ya bir şeyler okur ya da müzik dinlerdi. Çünkü onu hep çok beklerdi. Artık kendini nasıl oyalaması gerektiğini öğrenmişti.
Derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı bir anda telefonu çaldı. Telefonun ucundaki ses aşağıda beklediğini söylüyordu. Kız merdivenlerden inerken saatine baktı, film başlayalı sadece 3 dakika olmuştu. Mavi gömleğinin üzerine giydiği gri kazağı, lacivert ceketi ve yeni alınmış kotuyla karşısında görünce “onu” “ne hoş olmuş” diye düşündü içinden, gülümseyerek yanına gitti. O anda arkalarında duran bistro üzerindeki pembe orkideler dikkatini çekti kızın. Bir yandan onunla konuşurken, gözlerini de çiçeklerden alamadı. Bu durumu “o” da fark etti. “Senin sevdiklerinden değil mi bunlar” dedi. Kız içini çekerken “ya evet” diyerek cevapladı onu.
O gülümsedi muzipçe. “Senin zaten onlar” dedi. Kız şaşırdı. Her zamanki gibi şaşırtmıştı, hep böyle yapar, en olmadık anlarda, mutlu ederdi kızı. “Film başlamış olsa da girelim dediler”. Perdeye iki kafa bir de orkidenin dalları yansıdı, yavaşça süzüldüler salona.O esnada arkalarında oturan yaşlı çiften erkek olanı ne hoşlar dedi, kadınsa gülümsedi. Çok sevdiler filmi, “Coco”ya bayıldılar.
Filmden çıkıp da eve vardığında, içeride kimse olmadığından anahtarla açtı kapıyı kız.Yeni pembe orkidesini, yapraklarını dökmüş olan beyazıyla tanıştırdı, onun yanına yerleştirdi.
Oraya geldiğinde onun orada olmadığını görüp, önce filmin saatini kontrol etti. Sonra havaların soğumasıyla bahçede duran masaların da yerinde olmadığını fark edip, salonun içine geçti. Yukarı kata taşınmış bekleme alanına çıkıp, çantasından not defterini, rengarenk kalemlerini ve ajandasını çıkarıp notlar almaya başladı. Onu beklerken hep, ya “işte yapılacaklar” listesi yapar, ya bir şeyler okur ya da müzik dinlerdi. Çünkü onu hep çok beklerdi. Artık kendini nasıl oyalaması gerektiğini öğrenmişti.
Derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı bir anda telefonu çaldı. Telefonun ucundaki ses aşağıda beklediğini söylüyordu. Kız merdivenlerden inerken saatine baktı, film başlayalı sadece 3 dakika olmuştu. Mavi gömleğinin üzerine giydiği gri kazağı, lacivert ceketi ve yeni alınmış kotuyla karşısında görünce “onu” “ne hoş olmuş” diye düşündü içinden, gülümseyerek yanına gitti. O anda arkalarında duran bistro üzerindeki pembe orkideler dikkatini çekti kızın. Bir yandan onunla konuşurken, gözlerini de çiçeklerden alamadı. Bu durumu “o” da fark etti. “Senin sevdiklerinden değil mi bunlar” dedi. Kız içini çekerken “ya evet” diyerek cevapladı onu.
O gülümsedi muzipçe. “Senin zaten onlar” dedi. Kız şaşırdı. Her zamanki gibi şaşırtmıştı, hep böyle yapar, en olmadık anlarda, mutlu ederdi kızı. “Film başlamış olsa da girelim dediler”. Perdeye iki kafa bir de orkidenin dalları yansıdı, yavaşça süzüldüler salona.O esnada arkalarında oturan yaşlı çiften erkek olanı ne hoşlar dedi, kadınsa gülümsedi. Çok sevdiler filmi, “Coco”ya bayıldılar.
Filmden çıkıp da eve vardığında, içeride kimse olmadığından anahtarla açtı kapıyı kız.Yeni pembe orkidesini, yapraklarını dökmüş olan beyazıyla tanıştırdı, onun yanına yerleştirdi.
Kendine bir tost hazırladı, tv ye bakındı boş boş. Tüm bunları yaparken, başka bir yerdeydi. Ne zaman onu içine alabilen bir filmden çıksa böyle olurdu. Başka bir boyutta. Bazen günler boyunca sürerdi bu hali. Dalgaların Prensi filminden sonra kendini Barbara zannetmiş, Yağmurdan Önce’den sonra Bosna ‘da yaşadığını sanmıştı. Böyle olurdu işte. O filmde bir karakter, filmin geçtiği ülkede yaşayan, filmdeki dili konuşan bir insan olurdu.
Filmler İngilizce olduğunda sıkıntı yoktu. Dilediği kadar İngilizce konuşur, ev ahalisinin başını şişirirdi. Ancak en sevdiği İspanyol ve Fransız filmlerinden çıktığında, ona şiir gibi gelen bu dillerde cümleler sarf etmesi mümkün olmazdı. O zamanda fadolar çalar,Pink Martini’nin Fransızca şarkılarını açar, ne dediğini bilmese de ezbere söyleyebildiği bu şarkılarla “şakıma” ihtiyacını giderirdi. Az biraz deliydi işte.Ama bu akşam mutluydu. Uzun süredir olduğundan farklı olarak, mutlu mesut daldı uykuya, güzel rüyalarla….
masalın kahramanı kürşada sevgilerle..
3 yorum:
Ne tatliymissiniz ikinizde =)
Cocoricco 3-0
çok naif, çok güzel :)
coco göreceksin gününü,hesaplar değişecek:)
tatlılıkta yarışırız, kapışırız ayrıca.
Dodocum teşekkür ederiM:)
öperiiM:)
Yorum Gönder