Hikaye aynı; 1 kadın 1 erkek.. Yanlış zaman,yanlış mekan, yanlış insan… Sevmek, sever gibi yapmak, aldatmak ve aldanmak.Ayrıntıları boş verin gitsin. Ben sadece dün cezaevine gittiğimde aslında ne çok erkeğin bir kadın yüzünden “içeride” olabileceğini düşündüm.
Tüm “erkek egemen toplum” genellemeleri ve söylemlerinin aslında çok da gerçek olmadığına dair kafa yordum. Kadınlar erkekleri ne de güzel oynatıyorlar parmaklarında dedim bir an.
Sonra belki de “sevmek/sevdiğini, sevildiğini sanmak” mı insanlara her şeyi yaptırabilir dedim yine bir an.Ne çok insanın sırf bu yüzden “içeride” olabileceğini düşündüm yine.
Bu kadar mı sevgiye açız acaba diye sordum kendime. Azıcık ilgiye, bir güler yüze, iki tatlı söze bu kadar kapılmak, peşinden sürüklenmek niye? “Hiç mi sevmediler kimseyi küçükken de herkes ondan mı böyle oldu” dedim.
Dün orayı gördüğüm hiçbir yere benzetemedim. Orası öyle bir yerdi ki sanki herkes ya “içerideydi” ya da bir “içerideki yakını”. Orayı ne nezarethanelere benzettim, ne de Ulucanlara, Paşa kapısına…
Kapılardan geçip geçip, bir yerden bir yere neredeyse yürüyerek gitmene izin, imkan vermeyen bir mekanda,kapılar üzerine kapandıkça, gideceğin yere varmak için ilerledikçe insanın kendini gerçekten bir şeyin içinde hissedebileceğini anladım.Ürperdim.
En çok da farklı tipteki cezaevlerinin kapılarına takıldım. Üzerinde martılar, kuşlar, yunuslar, uçsuz bucaksız ormanlar, denizler resmedilmiş o duvarlara bakakaldım. Özgürlüğün resmedildiği duvarların, hürriyetin önündeki engel oluşunun ironisini gördüm.
Dönerken arabada “bir sevmek bin defa ölmek demekmiş” çalarken, biraz daha açtım sesini radyonun, bu güne ne çok uydu dedim…
Tüm “erkek egemen toplum” genellemeleri ve söylemlerinin aslında çok da gerçek olmadığına dair kafa yordum. Kadınlar erkekleri ne de güzel oynatıyorlar parmaklarında dedim bir an.
Sonra belki de “sevmek/sevdiğini, sevildiğini sanmak” mı insanlara her şeyi yaptırabilir dedim yine bir an.Ne çok insanın sırf bu yüzden “içeride” olabileceğini düşündüm yine.
Bu kadar mı sevgiye açız acaba diye sordum kendime. Azıcık ilgiye, bir güler yüze, iki tatlı söze bu kadar kapılmak, peşinden sürüklenmek niye? “Hiç mi sevmediler kimseyi küçükken de herkes ondan mı böyle oldu” dedim.
Dün orayı gördüğüm hiçbir yere benzetemedim. Orası öyle bir yerdi ki sanki herkes ya “içerideydi” ya da bir “içerideki yakını”. Orayı ne nezarethanelere benzettim, ne de Ulucanlara, Paşa kapısına…
Kapılardan geçip geçip, bir yerden bir yere neredeyse yürüyerek gitmene izin, imkan vermeyen bir mekanda,kapılar üzerine kapandıkça, gideceğin yere varmak için ilerledikçe insanın kendini gerçekten bir şeyin içinde hissedebileceğini anladım.Ürperdim.
En çok da farklı tipteki cezaevlerinin kapılarına takıldım. Üzerinde martılar, kuşlar, yunuslar, uçsuz bucaksız ormanlar, denizler resmedilmiş o duvarlara bakakaldım. Özgürlüğün resmedildiği duvarların, hürriyetin önündeki engel oluşunun ironisini gördüm.
Dönerken arabada “bir sevmek bin defa ölmek demekmiş” çalarken, biraz daha açtım sesini radyonun, bu güne ne çok uydu dedim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder