11 Kasım 2008 Salı

Mesafe

Ortada bir sebep yok ama ölüyorsun mutsuzluktan, oluyor, olmuyor değil. Hani öyle bir mutsuzluk ki bu serdar ortaç “yüreğinden yaralı bizim hikayemiz” derken duygulanıyorsun, yolda seni görenler az önce terkedilmiş olabileceğini, ya da bir cenazeden döndüğünü sanıyorlar. “Neyin var” diyorlar. Zira makyaj da yapmadığından yüzün soluk, bakışların donuk. “Yorgunum, uykusuzum, hastayım” diyebilirsin ama “mutsuzum” diyemiyorsun.

Koca koca insanların suratının ortasına “mutsuzum işte ne var” diye bağıramazsın. Çocuklara da yapamazsın. Korkarlar. Hem kimse sebepsiz bir “mutsuzum” duymak istemez.Zira sebepsiz mutsuzluklara önem verilmez, saygı gösterilmez, onca derdi tasası olan insan vardır bu hayatta, şımarıklıktır seninki. Hem sonra kendi sebepsiz mutsuzlukları gelirse akıllarına naparsınız onca suratsız, koca dünyada?

Belki de bu yüzden “nasılsın”lara hep “iyiyim” deniyor. Kimseye “kendimi bir yere ait hissedemiyorum” denmiyor. Ama insan bazen kendini hiçbir yere ait hissetmiyor. Peki neden hep ait olmak istiyor, sahip olmak istiyor?

Televizyonu açıyorsun başbakan “zam haberlerini izlememe” önersinde bulunuyor buna bile gülemiyorsun. Kederden kedere savruluyorsun. Bir sebebin bile yok. En çok da ona üzülüyorsun.O kadar ki canın çikolata bile istemiyor, yine de giriyorsun bakkala, çikolataları seyrederken bozuk para arıyor, sonra aniden vazgeçip çıkıyorsun oradan. Kim bilir adam arkandan ne diyor.

Bu aralar bütün hareketlerin kısa, hiçbir şekilde devamlılığın yok, her adımın kararsız, süreklilik arz etmeyen fiiller arasında sıkışmışsın. Yazık sana.

Hiç yorum yok: