İlk okuldayken en yakın arkadaşım Aslı’yla Bon Jovi, Guns’n Roses dinler, Axel Rose’un resimlerini keserdik dergilerden. Axel’ın donunun üzerine kareli gömlek bağlamış halini pek tarz bulur, Almanya’dan gelmiş mini guns’n roses kitabında, grup üyelerine dair yazan bilgileri ezberlemeye çalışırdık. Sanırım farklı olmaya çalışıyorduk (Aslında iyi müzikten de anlıyormuşuz.) Duvarlarımı Blue Jean’in verdiği afişler süslerdi. Hani Bon Jovi’nin altında bir pantolon ve üzerinde sadece bir yelekle, kolundaki dövmeleri sergilediği poster gibi.
Ortaokul zamanlarındaysa yeni favori ünlüm birden Cem Yılmaz oluverdi. Bizim altın kızlar Leonardo Di Caprio ‘ya aşk şiirleri yazıp, posterlerini birbirlerine hediye ederken, ya da okulun yakışıklılarına backstreet boys üyelerinin isimlerini verdikleri zamanlarda da durum değişmedi.
Takriben 13 yaşındaydım onu ilk kez gördüğümde. Yer Ulus. Sahne 100. Yıl sahnesi. O henüz o kadar ünlü değil, 23 yaşlarında, kel, simsiyah giyinmiş. Arka fonu pembe olan bir afişte üzerinde kot pantolonla poz vermiş. O afişte hala bende. Tüm gösterilerinin afişleri gibi.
Bütün röportajlarını okur, Ankara’daki bütün gösterilerine giderdim. Aynı şeyleri belki defalarca dinledim, ama her seferinde daha çok güldüm. İlk gösterileriyse başkaydı, çok daha komikti sanki.
Orta son’da Yiğit kaçırdığım bir röportajını ve fotoğraflarını bana getirdiğinde, Billur bir telefon firması için yaptığı jingleları kasete çektiğinde nasıl mutlu olmuştum anlatılmaz.
Hatta Lise 2’de Güven ve Pınarla gittiğimiz bir gösterisinde, Güven’in de verdiği gazla, gösteri sonunda sahneye çıkıp, izleyicilerin gözüne tuttuğu feneri almışlığım da var,Üniversite 2’de Emrecan’ın bulduğu torpilli biletlerle oldukça yakından izlemişliğim de.
Ama Üniversite bitmek üzereyken bir mucize oldu.Hukuktan arkadaşım Pınar gösteriye elinde en önden biletler olduğunu söyledi, o da yetmedi, sahne arkasına da geçebilirmişiz dedi. Beklenen gün geldi. Gösteriden önce kulise doğru ilerlerken kahkahaları çınlatıyordu koridoru.Ben heyecandan ölüyordum. Bizi görünce sanki kırk yıllık arkadaşıymışız gibi davrandı, bir dolu fotoğraf çekildik, sohbet ettik, "fenerini de almıştım sahneden" dediğimde baya gülmüştü hatta. Tam gitmeyen yakın “aa bir saniye içerde kitabım, kolyem de var” deyip, koşarak onları da getirmişti bize.Ben onu görünce hayal kırıklığı yaşarım sanmıştım ama gerçekten de tatlı bir adam çıkmıştı Cem Yılmaz.
“bu adamı yıllarca beğen sonra tanış nasıl bir adam olduğunu gör ve unut” gibi bir hedefim de yoktu ama geçen yıllarla kayboldu fanatikliğim. Her gösterisine gidemedim eskisi gibi ama her filmini mutlaka izledim sinemada. Her şey çok güzel olacak’tan sonra goralar, aroglar pek bana göre olmasa da saygım sevgim sonsuzdur kendisine. Yahşi Batı üzerine konuşurken aklıma geldi, bu da öyle bir yazı oldu işte; anılar şimdi gözümde canlandılar misali.Sonuca bağlayamıyorum bir türlü.
Feneri hala evde, (babam pilini değiştirdi,hayatım da çaldığım ilk şeydir, muhtemelen de son), afişleri , biletleri, kolyesi ve kitabı da bir kutunun içinde:)
Ortaokul zamanlarındaysa yeni favori ünlüm birden Cem Yılmaz oluverdi. Bizim altın kızlar Leonardo Di Caprio ‘ya aşk şiirleri yazıp, posterlerini birbirlerine hediye ederken, ya da okulun yakışıklılarına backstreet boys üyelerinin isimlerini verdikleri zamanlarda da durum değişmedi.
Takriben 13 yaşındaydım onu ilk kez gördüğümde. Yer Ulus. Sahne 100. Yıl sahnesi. O henüz o kadar ünlü değil, 23 yaşlarında, kel, simsiyah giyinmiş. Arka fonu pembe olan bir afişte üzerinde kot pantolonla poz vermiş. O afişte hala bende. Tüm gösterilerinin afişleri gibi.
Bütün röportajlarını okur, Ankara’daki bütün gösterilerine giderdim. Aynı şeyleri belki defalarca dinledim, ama her seferinde daha çok güldüm. İlk gösterileriyse başkaydı, çok daha komikti sanki.
Orta son’da Yiğit kaçırdığım bir röportajını ve fotoğraflarını bana getirdiğinde, Billur bir telefon firması için yaptığı jingleları kasete çektiğinde nasıl mutlu olmuştum anlatılmaz.
Hatta Lise 2’de Güven ve Pınarla gittiğimiz bir gösterisinde, Güven’in de verdiği gazla, gösteri sonunda sahneye çıkıp, izleyicilerin gözüne tuttuğu feneri almışlığım da var,Üniversite 2’de Emrecan’ın bulduğu torpilli biletlerle oldukça yakından izlemişliğim de.
Ama Üniversite bitmek üzereyken bir mucize oldu.Hukuktan arkadaşım Pınar gösteriye elinde en önden biletler olduğunu söyledi, o da yetmedi, sahne arkasına da geçebilirmişiz dedi. Beklenen gün geldi. Gösteriden önce kulise doğru ilerlerken kahkahaları çınlatıyordu koridoru.Ben heyecandan ölüyordum. Bizi görünce sanki kırk yıllık arkadaşıymışız gibi davrandı, bir dolu fotoğraf çekildik, sohbet ettik, "fenerini de almıştım sahneden" dediğimde baya gülmüştü hatta. Tam gitmeyen yakın “aa bir saniye içerde kitabım, kolyem de var” deyip, koşarak onları da getirmişti bize.Ben onu görünce hayal kırıklığı yaşarım sanmıştım ama gerçekten de tatlı bir adam çıkmıştı Cem Yılmaz.
“bu adamı yıllarca beğen sonra tanış nasıl bir adam olduğunu gör ve unut” gibi bir hedefim de yoktu ama geçen yıllarla kayboldu fanatikliğim. Her gösterisine gidemedim eskisi gibi ama her filmini mutlaka izledim sinemada. Her şey çok güzel olacak’tan sonra goralar, aroglar pek bana göre olmasa da saygım sevgim sonsuzdur kendisine. Yahşi Batı üzerine konuşurken aklıma geldi, bu da öyle bir yazı oldu işte; anılar şimdi gözümde canlandılar misali.Sonuca bağlayamıyorum bir türlü.
Feneri hala evde, (babam pilini değiştirdi,hayatım da çaldığım ilk şeydir, muhtemelen de son), afişleri , biletleri, kolyesi ve kitabı da bir kutunun içinde:)
Bir de Kürşad da Cem Yılmaz'ı çok sever!
1 yorum:
Kürşad bey sever!
neden ünlem işareti(!) kullandınız.
Yorum Gönder