Uçağımız sabahın köründe
olmayınca, rötar vs yaşamayınca, güneşli bir havada neşe içinde Trabzon’a
varıyoruz. Otel olarak Dedeman’ı seçtik, lokasyon olarak Trabzon’un dışında
sayılsa da, İstanbullular için şehir merkezi neredeyse bir bakkal mesafesinde. Otele
geldiğimizde kahvaltı halen devam ediyor, hızlıca bir şeyler yiyoruz. Odamız
güzel, her yer temiz. 2 saatlik bir uyku keyfinin ardından, dolmuşla merkeze
iniyoruz.
Karnımız aç. Kalkanoğlu
pilavcısında, kavurma, pilav, hoşaf ve sütlacın ardından, kemer altında
turluyoruz, kuyumculara girip, Trabzon hasırı tarttırıyoruz, satılık civcivleri
ezilmekten kurtarıyoruz, bir ara market arabasında, papyon takmış iki kazı
süren bir kadınla karşılaşıyoruz, esnafla muhabbet edip, pidecilerin
dükkanlarına ağzımız sulanarak bakıyoruz, Ayasofya kilisesine çıkıyoruz, Atatürk
köşkünü ziyaret ediyoruz, köşkün bahçesinde çay içip, dönelim dediğimizde
neredeyse 3-4 saattir gezindiğimizi fark ediyoruz ve yoksa yine mi acıktık?
Bu sefer yine merkeze inip
tesadüf eseri Akçay’ın önünde dolmuştan iniyoruz. Akçay’da dönerin ardından,
Beton Helva’dayız. Kürşad dondurmasını yaz helvası ile yiyor, benim geçen
seferden aklımda kağıt helva ile yememek kalmış. Kürşad’ın hiç kağıt helva
yemediğini öğreniyorum. Ve tabii bayılıyor. Akşamı Trabzon Çarşı’da ara
sokaklardan birinde 3. Nesil bir kahveci de noktalıyoruz. Gelene geçene bakıp,
Yomra dolmuşu ile tekrar otelimizdeyiz.
Küçük yerlerde insan nedenini
bilmediğim bir şekilde daha mutlu, daha anda. Her anın daha keyfini çıkarıyor. Ya
da sadece tatilde olduğumuz için bana öyle geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder