Strazburg caddesi başında araçtan
iniyorum. Her zaman yaptığım gibi düz devam etmeyip, bu sefer sağa
kıvrılıyorum. Ankara sıcak. Topuklu ayakkabılarımla hızlı hızlı yürüyorum. 13
yıllık ciddi bir avukatım ben. O kadar topuk olacak. Sokağın sonuna doğru bir
iş hanına giriyorum. 3. Kata kadar yürüyerek çıkıyorum. İçeri girip görüşeceğim
kişilerle tanışıyorum. Karşımdaki kadın “ne kadar da genç bir
meslektaşımızsınız, çok mutlu oluyorum böyle gençleri görünce” diyor. Çok da genç
sayılmam aslında. Sonrasında benden 3 yaş küçük olduğunu öğreniyorum. Bizi
yaşlı gösteren yüzümüzdeki çizgiler değil, tavrımız olabilir mi?
İşim bitince tekrar sıcak
sokaktayım. Sıhhiye’ye doğru yürüyorum. Köprü altındaki çarşıya giriyorum.
Soldaki telefoncu kapatmış, sağda bıçak satan dükkan yerinde. Burada bıçak
satılır, gece yarısı biri diğerini, bu dükkandan aldığı ile bıçaklar köprü
altında. Bunu düşününce sabah İstanbul’dan yola çıkmadan, Ayazağa’dan yokuşu
çıkan, açık camdan eve dolan, sabah ezanıyla bıçak gibi kesilen kadın erkek
çocuk çığlıklarını hatırlıyorum.
Çarşıdan çıkıp, soldaki
merdivenlerden köprü üstüne çıkıyorum. Merdivenlerde sadece fişler, izmaritler
yok. Bayan Açelya’nın numarası da var. Bayan Destina’nın kartını görünce değişikliği fark ediyorum.
Kartlar da “Bayan” ların fotoğrafı yok, meşhur kartlar da zamanla
muhafazakarlaşmış olabilir mi?
Köprü üstünden Abdi İpekçi
parkına bakıyorum. 8 yıl süreyle her
sabah selamlaştığım ağaç orada. O
zamanlarda aklımdan geçenleri hatırlıyorum. Ben hep bu yoldan mı yürüyeceğim
ağaç? Ben bir gün buralardan yürümezsem beni hatırlayacak mısın?
O parkta tanıştığım açlık
orucundaki öğretmenler, kot kumlama işçisi Ahmet ağabeyi anımsıyorum.
Parkın ortasında Metin
Yurdanur’un gökyüzüne açılmış elleri. İçimin dolu dolu olduğu, gözyaşlarımın
donup kaldığı bir iş günü, o ellere çıkıp, 3 gün orda yatıp, grev yapmak
istemiştim de, kısmet olmamıştı.
Köprüden inip, Dış Kapı otobüsüne
atlıyorum. Çünkü eskiden, Cumaları öğle tatillerinde dükkana gelirdim. Sağımda
Dil Tarih. Bazı öğlenler dışarıda yiyeceğim deyip, yemek yemeden oturduğum
banka bakıyorum. Kocaman bahçede hala sere serpe yatan biri yok. Minik bankım
da dolu.
Sonrası Olgunlaşma Enstitüsü,
Ankara Radyosu, Resim Heykel Müzesi.
İller Bankası’nın artık olmadığı
yere gelince, kafamı camdan içeri çeviriyorum.
Ulus’ta iniyorum.
Dükkandan gelen helva kokusu.
Bugün dedem gideli 11 yıl olmuş.
Yürüdüğüm yollara soruyorum,
Dedem de geçti buralardan. Onu hatırlıyor musunuz?
2 yorum:
Selam Ankara özlemi de bir başka oluyor.Anılar yaşanmışlıklar insanı yürekten vururken, çocukluğumuzun düşsel dünyası hem yakın hem uzak olurken, bizler değişirken aynı kalan yerlerin hatırası yalnızlığımızın kalesi olurken kim bilir yarın nerede olacağız? Sevgiler.
ne kadar güzel yazmışsın
Yorum Gönder