Ölümle yakın münasebete girdiğim
her durumda olduğu gibi bu sefer de hayat birden hem çok anlamlı hem de çok
anlamsız gelmeye başladı. Oldum olası zamanımızın az olduğu hissiyle yaşayan
bir insan olarak şu an yine bir 30 yıl sonra emekli olmak üzere neden çalıştığımızı
sorguluyorum, bazen alışveriş yapan insanlara (sanki hiç onlardan biri
olmamışım gibi) uzaylıymışçasına bakıyorum. Neden ev aldığımızı, neden para
biriktirdiğimizi ve bir gün bu dünyadan gittiğimizde arkamızdan üzülecek ya da
üzülmeyecek (bence her ikisi de aynı derecede kötü) çocuklar dünyaya getirirken
nasıl bu kadar kendimizden emin olduğumuzu falan düşünüyorum.
Sonra geçiyor, daha çok deniz
kenarına gideyim diyorum, yeşil ağaçları görünce çam kokusunu içime çekiyorum,
dayımın böyle güzel şeyler gördüğünde sevinçle ve heyecanla beni aradığı
geliyor aklıma, onu aramak istiyorum. Ama onun telefonu bizim elimizde artık.
Şarj ediliyor ve kapanmıyor. Biz istediğimiz sürece açık. Bazen karşıdan
heyecanla neşeyle yükselen “Ahmet sesi”ne, onun burada olmadığını söylemek
biraz zor oluyor ama hayat işte. Bugünlerde en çok bunu söylüyorum; hayat
işte! Hayat neyse?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder