21 Temmuz 2011 Perşembe

28.

27 öyle bir yaştı ki, daha gelmeden telaşı sarmıştı bünyemi, henüz 26 iken 27 yim demeye başlamıştım. Sonra 27 olunca anladım, her şey 26 ya kadar iyiydi hoştu da 27 demek zordu. Ki bunun 30'lar da 37, 40'lar da 47 olacağını, yani sonu 7'leri gördün mü bir sonraki yaşa iyice yaklaşılacağını düşünüyorum. O yüzden yarın 28 olduğumda bununla ilgili çok bir sıkıntım olmayacak, benim derdim 7'lerle..


27 yaşında ne yaptın ne ettin dersen, son yıllarda yaş aldıkça öğrendiğimi, olgunlaştığımı vs. düşünmekle birlikte, eski yaşım, ya da belki 2011'im, öğrenmekten çok mücadele etmekle, olgunlaşmaktan çok alışmaya çalışmakla geçti.


Yani biraz zor geçti. Ama burcumda dediğine göre, artık hayatımı alt üst edecek değişiklikler yokmuş. E harika o zaman.


Zaman çok hızlı, bazen de hiç yok gibi. İnsan her gün aynada baktığı kişinin değiştiğini, eski fotoğraflardan fark ediyor ve içindeki kimse o hep aynı.


Ben bu aralar bazı şeyleri yaparken, mesela ben adliyeye giderken, bir duruşmaya girerken, sanki başkasıyım, onu dışarıdan izliyorum, ama ben denizin kenarındayken, bahar'la konuşurken , ya da yemek yaparken kendine uzaktan bakan bir ben değilim. Yeni yaşımda sadece huzur+sağlık+birlikte olmak ve daha bir çok şey istiyorum. Hepsi olsun. Doğum günüm kutlu olsun.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

sinope

Sinop'a gittiyseniz, sabah kahvaltıyı deniz kenarında yapın. Ama kahvaltılık malzemeleri Erzincanlar Mandıra'dan sonra gördüğüm en harika dükkan olan Sarı Kadir'den alın. Burada deniz kenarındaki kahvaltılara özel, küçük porsiyonlar halinde; zeytin, peynir, kaymak, çemen yani ne ararsanız var. Bunları çantanıza atın. Dilerseniz bir fırında pide yaptırın, ama mutlaka adım başı karşınıza çıkan ve unlu mamüller satan dükkanlardan birinden Sinop'a özel Nokul ve Katlama'dan alın. Nokulun kıymalısı yumuşacık, cevizli ve üzümlüsü de ayrı güzel. Görüntüsü haşhaşlı çörek gibi. Katlama ise bildiğiniz içi boş gözleme ama o da oldukça lezzetli. Ayrıca Sinop'un kendine has, ince ve kocaman simitleri de kahvaltıda tercih edilebilir. Her şeyi aldıktan sonra istikamet, Yalı Kahvesi. Evet burası bildiğiniz kahve, herkes evden getirdiklerini, çarşıdan pazardan aldıklarını masanın üzerine yerleştirmiş, kahvenin tek misyonu size çay vermek ve bu harika deniz manzarasını sizinle paylaşmak.



Sinop'ta yediğim midyeler de ayrı bir güzeldi. Tersane dedikleri yerde, deniz kenarında oturup, bu harika mideyelerden yemek gerek. Burası biraz da Bodrum/Adamik tarzıydı. Kıyı diye bir mekanda akşam güzel müzikler vardı.. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama herkes sokaklardaydı.. Yine buralara kadar gelip, sevdiklerinize tekne/yelken/yat vs. almadan dönmeyin derim.Ama en güzelleri kesinlikle Ülgen'de.

Sonra Saray'da balık yiyin. Ama kalamar, midye tava vs. beklemeyin.

Biz de çok aç olmadığımızdan bir kaç meze, güzel bir salata yedik.


Herkes çarpan balığını tavsiye ediyordu. Balığın kendisini de gördüm. Şişko minik ve huysuz bir tipi vardı. Kendime benzettim. Lakin bu arkadaş çarptı mı yakarmış, derisi zehirliymiş. Derisi ayıklandıktan sonra fotoğraftaki gibi minik lokumlara dönermiş.

Zehra Teyze ısrarla şiş derken, mekandaki amca tava yememi önerdi. Didem Şiş çarpan, ben de tava yedim ama kesinlikle şiş derim. Sonunda benim severek ve kolaylıkla yiyebileceğim bir balık da bulunmuş oldu.


Açıkçası gidene kadar denizi hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama görünce bayıldım. Sıfır dalga, tertemiz ve buz gibi.



Buralara kadar gidip, Vedat Milor'un da bayıldığı bir mekana uğramamak olmazdı. Meşhur Sinop Mantısı'nı da buralara yolunuz düşerse, Teyze'nin Yeri'nde yiyin. Yanına mutlaka çiğ börek de söyleyin. Ben cevizliyi sevmem diye, yarısı yoğurtlu yarısı cevizli söyledim ki bu zaten menülerinde de yer alan bir usulmüş. Ama henüz sevmediğim bir yiyecek bulunamadığından, cevizli mantıya da bayılmamam düşünülemezdi. Gerçekten sevdim.



Sinop'ta plajlar almış başını gitmiş. Karakum'da denize girin. Kumlar gerçekten de siyah. Antik otel, zinos, andaç güzel mekanlar. Plajlara giriş 1 ile 2.5 tl arası değişiyor. Şezlong fiyatları da aynı. Şemsiyeler biraz daha pahalı;5.-TL:))



Ben yemek odaklı bir insan olduğum için, fotoğrafları olmasada,Amerikan Üssü askerlerinin isteği üzerine pizza yapmaya başlayan Barınak'ı, ayrıca ve kesinlikle Şen Pastaneleri'nde dondurma yemenizi (limonlu) tavsiye ederim.

Son olarak Tarihi Cezaevi otel olmadan görülmeli, hamsilos'a gitmedm ama gidilmeli, kütüphane çok sevimli gözüküyordu ve bir de minik müzesi vardı ama ben yemekten ve yüzmekten vakit bulamadıM:)



Sinope'yi sevdim, 2 günlük haftasonu bana 5 gün gibi geldi, hele de oralı arkadaşlarımla gezince daha bir güzel geldi. Yine gider misin desen giderim. Bence sen de git.


İstanbul'dan uçak bile varmış.


Öperim.



fotolar ayfon aracılığıyla çekildiğinden biraz dandik ve eksiktir.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

baharı bekleyen merve

ne giysem diye beni delirtişlerini

mutfakta birlikte bir şeyler pişirmeyi,

alışverişte bir örnek kıyafetler almayı,

sence yanmış mıyım diye onu darlamayı,

spora dair ütopik hedefler koymayı,

kahvaltıları..

özledim, özledim..

ben baharımı çok özledim.

8 Temmuz 2011 Cuma

yazık

her gün olduğu gibi bugün de Adliye koridorları. Karanlık. mevsimden ve günden ötürü biraz daha sakin. postaneye yöneliyorum. yerde yatan bir adam. kanıksadığımız görüntüler. üzülerek geçip gidiyorum yanlarından. postanede işim uzuyor, çıkıyorum, adam yine aynı yerde, başında kabalaık."doktor yok mu"nidaları. doktor yok. o adamın başında bir sağlık görevlisi yok. yakınları çaresiz. adama bakıyorum can çekişiyor. ambulans aranmış. gelmemiş. adli tıp odasına gidiyorum koşarak. içeride doktor var. kapıdaki görevlilere söylüyorum. "bir adam kalp krizi geçiriyor muhtemelen". "doktor bakamaz mı?" bakamaz. "onlar anlamaz avukat hanım gitmezler" "adli tabibliğe telefon açalım."telefonun ucundaki her kimse, çok parlak fikirli, 112'yi arayın diyor. -1 'den 3. kata koşarak çıkıyorum. doktor gönderemez misiniz, 112'yi arayın demek nasıl bir şey, insanlığımdan utandım diyorum. arkadaşı gönderdik avukat hanım, anca gidiyordur diyor. doktor olmak bu kadar mı basit, bir adamın ölümü üstüme kalır diye ilk müdahaleyi yapmaktan aciz olmak mı doktorluk?yazık diyorum sadece.

son gördüğümde adamın yanında hala bir sağlık görevlisi yok. yaşayan bir insanın öldüğüne şahit olma fikri korkutuyor beni. başka bir kapıdan çıkıyorum. ben zaten hep gördüklerimi başka çekmecelere kaldırıyorum. işte tam da bu saatlerde şike soruşturması kapsamında gözaltında bulunan Febe Başkanı Aziz fenalaşır diye Adliyenin kapısında bir ambulans hazır olda bekliyor. Tüm Adliye çıkışlarında beklemesi gereken ambulans , Ankara Adliyesi kapısında yok. Çünkü bazılarımızın haber değeri var, bazılarının yok.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

oblivion

Biraz kayboldum. ne yöne gideceğimi bilemiyorum.
Kanatlarımı çırptıkça telaşla, uzaklara gidebilirim sanıyorum, ama hiç mesafe kat edemiyorum.
Panikledikçe daha çok çakılıyorum sanki olduğum yere, bir de üstüne yaralanıyorum bir yerlere çarpmaktan.
Hep erteliyorum.
Hep gelecek zamanlara bel bağladım.
Gelmeyince bir sonrakine doğru fırlatıyorum değişmesini istediklerimi..
biraz daha öfkeliyim, fazlasıyla karamsar ve kafası karışık.
Hep olduğum gibi değilim…
Yeni yaşımda geçsin.

1 Temmuz 2011 Cuma

juli.

Sınavlarım bitti.Bir hafta sonu Bahar bir hafta sonu Kürşad geldi. Zaman hızlı hızlı geçti. Annemler Bahar’ın arkasından İstanbul’a gitti. Ben kaldım bir başıma. Evde tek başına kalmaktan korkan bir adet Merve iken ben, kendimi deneye zorlaya, artık evde tek başına mışıl mışıl uyuyan bir Merve oldum. Zonguldak Ereğli’ye gittim. Tatsız bir intihar olayı ile burun buruna geldim. Yine de moralimizi bozmadım. Deniz kenarında güzel bir yemek yedim. Sahilde yürüdüm. Kulaklıklarımda çalan şarkıları martıların uçuşuna denk getirdim. Denizin kokusunu içime çektim. Sonra da tuhaf bir şekilde, kendimi dünyada tek başına hissettim. Üzülerek ya da kendine acıyarak değil, ama herkesin hikayesi kendine dedim. Sonra güzel yemekler yaptım kendime, tek başımayken de yemek yemek keyifliymiş onu anladım. Biberleri, kabakları, domatesleri fırında közledim her akşam, onlar pişerken evi topladım, duş aldım, yanına da bir soda açtım. Diyet yapmaya devam ettim. İstikrarımı bozmadım. Günde iki yeşil çay, içebildiğin kadar su.Doğum günü hediyemin ilkini tam da bir ay önce , ilk kez Didem’den aldım. Harika ayakkabılarımı bu hafta aynı ayakkabıyı iki gün üst üste giyme kuralımı ihlal ederek defalarca giydim.( ben bunu artistlik olsun diye değil, ayakkabılarım eskimesin diye yaparım)Sonra gölbaşında çok güzel insanlarla çok güzel bir akşam yemeği yedim, suyun bana ne kadar iyi geldiğini düşündüm, sürpriz bir şekilde doğum günü pastası kestim(k). Bugün de harika bir doğum günü hediyesi ve yarısı siyah yarısı beyaz bir pasta ile yine doğum günü kutladım. (Siyah Özlem, Beyaz Merve) Bu seferde çok güzel bir çantam oldu. Ama bugün biraz farklı olarak, tek başıma olduğumu hissettim. Aslında bu iyi bir şey belki de. İnsan cidden önce ama önce ve hep ve daha fazla kendine değer vermeli. Bu gerçek. Yeni yaşımda bunu pratiğe dökebildiğim, uygulayabildiğim günler diliyorum kendime. Yarın da İstanbul’a Bahar’ıma gidiyorum. Hoşçakalın.