31 Mart 2010 Çarşamba
zaman.
29 Mart 2010 Pazartesi
take me home.
Cuma kurabiyeler yapıldı. Sipariş üstüne.
Cumartesi sabah erkenden siparişler teslim edildi. Dükkana gidildi. Tunalıya gidildi. Utku'ya Lo&Loud' da kahve içildi. Pardon ben yeşil şişesine vurulduğum free fly(!?)'dan içtim. Beğenmedim. Şişesini eve getirdim. Benim oldu. Akşam Teyzem ve arkadaşlarıyla yemek yendi.
Pazar Teyzem'de uyanıldı. Ama eve dönüldü. Aileyle kahvaltı edildi. Fotorğaf çekildi. Anne, kız kardeş çarşıya gidildi. Gezildi. Eşyaya tapınma ayini yapıldı.
Pazar akşam oldu. Fener bizi yendi. Her zaman olduğu gibi dilime fenerin bize söylediği olur olmaz tezahüratlar takıldı. Evin içinde itinayla babamdan kaçıldı.
İki dosya okundu.
Gece oldu yatağa yatıldı. Uyanamadı. Uyanamadı. Okan'a bakıldı.
Yien yatıldı. Hiç uyunamadı.
Ama sabah işe gelindi. Hafta sonu Bahar gelmişti. Bu gün yağmur yağdı. Bahar gitti.
26 Mart 2010 Cuma
24 Mart 2010 Çarşamba
Amatör Barcelona Notları.
Burada menüde yazmayan ama Elmas Teyzemiz sayesinde sipariş verebildiğimiz; Pan Con Toma(Dometesli Ekmek), Çipiron(Bebek Kalamar Kızartması, Solomilo(Ekmek üzeri biftek ve ağzınız burnunuz kan olmasın istiyorsanız çok pişmesi konusunda mutlaka uyarın), Pini Enta Del Padron(Kızartılmış dolmalık biber) yiyin, Yudum tarafından hafif ama lezzetli olduğu belirtilen Alman buğday birasından da için. Tatlı olarak da çilekli kremalı milföy tavsiye ederim. (Fotoğraflarını çekmişim, çok başarılı olmadıklarından koymadım)
Yine meşhur ispanyol yemeği paela nın da güzelini yiyebiliceğiniz bir mekan. Turistik bir yemek olması itibariyle her yerde satılan ve herkesin midesini bozan bu yemeğe dair sizleri uyarmayı da bir borç bilirim.
Barcelona gerçekten de her yerinden tarih fışkıran bir şehir. Özellikle "Eski Şehir" denilen bölge de adım başı bir tarihi esere rastlamak mümkün.Müzelerden kilise/katedral tarzı yapılardan anlamayan ve haz etmeyen bir kişi olmama rağmen ben bile mondernizm akımının öncüsü Gaudi'nin eserleri karşısında saygıyla eğildim.
Figueres ise Dali'nin Gala için yaptığı, herhangi bir kelimele tarif edebilmekte zorlandığım, ayrıksı sanatına yakışır evinin/müzenin yer aldığı minik bir şehir.Onca yolu gitmeye kesinlikle değer.Dali müzesindeki yağmurlu taksisine ya da Rüzgar Sarayı Salonu adı verilen odanın tavanında; tepenizde sallanıyor hissi uyandıran ayaklara bakıp şaşırmaktan öte bir şeydi benim için. Sagra da Familia'yı gördüğümde hissettiğim ürpetinin bir türünü de Dali de hissetmiş, hatta uzun süre etkisinden çıkamamıştım.
Figueres e giderken yol üstünde uğranılası muhtemel diğer bi şehir ise Girona. Ama bu şehre dair klasik fotğraf(hani şu yukarıda gördüğünüzbinaların yer aldığı, benim çektiğime hiç benzemeyen) biraz yanıltıcı. Belirtmekte fayda görüyorum.Yani ille de görmenize gerek yok. İki adımlık Girona'daki adını hatırlayamadığım butik çikolatacının fiyatlarının çok makul olduğunu hatırlıyorum. Hediye için güzel bir alternatif! Ha bir de Yudum'la o nehir boyu deli gibi koştuğumuzu hatırlıyorum, otobüsü kaçırmamak için.
Bunun dışında hırsızlığa karşı sürekli uyarıldığımız şehirde neyse ki başımıza tatsız bir olay gelmedi. Bir ara sahilde yayılmış otururken, alışveriş torbalarımızı kaptırıyorduk ki son dakika da uyandık. Onun dışında ben tatilimizin son günü fotoğraf makinemi starbcuksda unuttum, starbucksa oldukça uzun bir süre geçtikten sonra geri döndüm, dışarıda oturduğumuz masanın etrafında, iki yaşlı Alman Teyze'yi rahatsız etmek pahasına bir süre dolanıp durup, en sonunda makinemi sonbahar yapraklarının altında usulca uzanmışken buldum. Tabii sevinçle o teyzelerden birini öptüğümü de hatırlarım. Kendisi hafiften korkudan ölecek gibi olmuştu. Sanırım ingilizce de pek anlamıyordu. Benim çok mühim bir hatıramdır bu:)
İngilizce demişken, kimsenin bu dilden anladığını söyleyemem. (Tabii gençler dışında.) Hatta her gün bir sürü tip bize kendi dilinde birşeyler anlatırken, dillerini konuşamadığımızı söylediğimizde bile ne dediğimizi anlamıyor gibi bakıyordu.
Öyle ki bir gün yine metroda yanıma yanaşan yaşlı teyze'ye "ispanyolca konuşamıyorum dediğinizi anlamıyorum" tarzı bir şeyler dediğimde, yeri göğü yıkmıştı. Sürekli Katalanya diye bağırıyordu. Katalanlar'ın dil konusundaki hassasiyetlerini de unutmamak gerek!
Ve metro da demişken, çok hatlı bir sistemi var. Metro içinde de uzun uzun yürüyorsunuz. Hafta sonları Alman istilası altında olan şehirde türlü sarhoş tacizlerine uğramak ve hava karardıktan sonra değişik tiplerle karşılaşmak da mümkün.Ama tramway ve metroyu doyasıya kullanmıştık:)
Yazıma burada bir son veriyorum. Çünkü biraz yoruldum. Umuyorum ki ilerleyen günlerde alışveriş ve gece hayatına dair de birşeyler karalarıM:)Fotoğraflara gelince, imkanımım oldukça kısıtlı olduğunu belirtmek isterim. Zira babam laptopımın üzerine basmış olduğundan bir çok fotoğrafa ulaşamadım. Hayır hayır, merak etmeyin babam gayet iyi!
Ve yine son olarak demek isterim ki, ben her yeri severim. Ankara'dan kalkarım Elmadağ'a giderim orayı da çok severim. Çünkü ben gitmeyi severim. Hele bir de etrafımda ki sesler değişikse ben bi yerde iyiden iyiye yabancıysam daha çok severim.
Buraya kadar okumayı başaran herkesi de tebrik ederiM:))
Sanat.
Sizce de bilet bedelleri biraz fahiş değil mi?
Tamam ben belki cimriyim de, öğrenci biletleri bile bence birden fazla kosner izleme imkanı vermeyecek ölçüde pahalı geldi bana.
İnsan festival deyince bir kaç gün üst üste etkinliklere katılmak ister ama yalan mı canım?
23 Mart 2010 Salı
Bambino.
Yani dizimiz Bambino Ban'in maceralarını analtmaktadır.
13 bölümlüktür.Tam bana göredir.
Tavsiye edilir.
Dip not: Söz konusu diziyi bana tabii ki Demet Hanım getirdi. Kendisi çalışma arkadaşım olup, bana türlü türlü filmler, diziler çekmekle kalmaz bir de keyfime, zevkime göresini bulur getirir. Ha bir tek bana olsa iyi, bu hizmetinden Bahar ve Annem'de faydalanır.
Yani aslında Demet Hanım anlatılmaz yaşanır, ayrı bir yazı konusudur. Ama siz daha Dexter'ı hala ayakkabı markası zannederken o muhtemelen bir kaç sezonunu devirmiştir falan.
Ama bu dizi için teşekkürü Demet Hanım kadar annesine de gönderiyorum.
Çünkü Bambino Sevim Teyze'nin keşfidir. Bizim gibi bir pişirme tutkunu Sevim Teyze internette aşçılık ile ilgili diziler ararken bulmuş bunu.
Kendisine de özel teşekkürlerimi ileterek, dünyanın en uzun dip-notuna burada son veriyorum.
20 Mart 2010 Cumartesi
19 Mart 2010 Cuma
18 Mart 2010 Perşembe
Düğün Davetiyesi
17 Mart 2010 Çarşamba
Riyazet.
Hem eğlenelim , hem öğrenelim lütfen.
a. (riya:zet) esk. Nefsin isteklerini kırma: “Karargâhta âdeta bir manastır hayatının riyazeti içinde yaşıyorduk.” -H. E. Adıvar.
14 Mart 2010 Pazar
Gecenin Üçünde.
12 Mart 2010 Cuma
Merak.
Herkes kış havasının ortasında aniden gelen bahar havasına hazırlıksız yakalanmış gibiydi de o ikisi sanki günlerdir havanın ısınmasını beklemişlerdi. Kız paltosunun önünü açmış, içinden gözüken beyaz gömleği ve balon eteğinin altına giydiği kalın çoraplarını babetleriyle tamamlamıştı. Erkek olanıysa kareli bir gömleğin üstüne orta kalınlıkta sayılabilecek bir ceket geçirmiş, atkısını da umarsızca boynuna dolamıştı.Mevsimlerden kış olsa da bugün bahardı ve onlara her gün bahardı, belliydi..
Kız çantasından bir kitap çıkardı. Erkek ona bir şeyler anlatırken, umursamaz bir tavrı vardı.
. Kızın gözüne bir anda sağımda boşalan koltuk ilişince hızlı adımlarla yanıma doğru yaklaşarak, boş koltuğa oturdu. Çocuk kızın arkasından koşar gibi değil ama sanki “nereye gidersen git arkandayım, boşuna bu acelen” der gibi geldi.
Kızın yanıma oturmasıyla kıyafetlerinin o yeni yıkanmışlık kokusu kapladı etrafımdaki havayı. Ve o havaya bir de hafif parfümünün aroması bulaştı.
Spor yaptığı her halinden belli olan çocuk, bir yandan ilerlemekte olan metroda tutunurken bir yandan da kızın laptopını taşıma teklifini omuz silkerek reddetti.Sonra da hararetlice bir şeyler anlatmaya başladı. Kız hiç konuşmamasına rağmen artık ne yapıyorsa çocuk arada durup gülecek gibi oldu defalarca, konuyu toparlamaya çalıştı birkaç kez.
Derken aniden, o durakta inmezlerse bir daha asla geri dönemezlermiş gibi bir aceleyle fırladılar kapıya doğru ve sonra hiçbir özellikleri, başkalarından farklı hiçbir yönleri olmamasına rağmen onların adını, hikayelerini bir de sonlarını çok merak ettim ben.
foto.
11 Mart 2010 Perşembe
iyi ki doğduun babaaaaa!
9 Mart 2010 Salı
ten ten.
Hoşçakal.
8 Mart 2010 Pazartesi
Ben düşerken yükseklerden uçurumlara, aşkın tuttu ellerimden ummadığım anda.
5 Mart 2010 Cuma
Düşüp mü bayıldı, bayılınca mı düştü?
Sabah yatakan kalkıyorum. Düşüyorum.
Yüksekten düşüyorum. Hızlı mı yavaş mı bilmiyorum.
Geçer ama onu biliyorum.Serçe albümünü dinliyorum.
Mum olsa yakıp masama koyardım. Ben bazen böyle olmayı da seviyorum.
4 Mart 2010 Perşembe
Quando quando quando?
Düşünün ki önümüzde oturan çocuk bile ağladı, tüm sevgililer birbirine sarıldı:)
3 Mart 2010 Çarşamba
Bu şarkıyı bana sen mi yazdın?
2 Mart 2010 Salı
Perde!
Evet konusu çok güzeldi. İzlerken hiç sıkılmadım, sıkılmadık. Cennet tasvirleri de çok etkileyiciydi. Lakin filmi anlatmak gibi olur, söylemeyeyim ama sonlarına doğru öyle birşey oldu ki, oh be diyeceğiz zannederken, hemen arkasından "aaa aa amaaa" nidaları attık. Neden öyle bitti anlamadım ben. Hayır ben tuhafım diyeceğim de Didemle Yudum'un da hiç içine sinmedi. Kitapta da acaba öyle miydi?
Ben müzikallerde ya sıkılırım fena halde, ya da çok etkilenir sürekli şarkı söylerim. Bu yarı müzikal filmden çıkınca ben sürekli ama sürekli şarkı söyledim. Dans ederken de iki kere yere kapaklanmış olabilirim.
Kostümleri görmek için, o yanda fotoğrafını gördüğünüz her insan evladının hem dans edebilip, hem şarkı söyleyip hem de oyunculuk yapabildiğine şahit olmak için bence gitmelisiniz.
Sonra düşünmelisiniz. Biz de şu yukarıda saydığım üçlüyü bir arada yapabilecek biri çıkar mı acaba demelisiniz. Beni hariç tutarak tabii.