16 Ağustos 2012 Perşembe

5.

Değişen bir şey yok. Azalan bir şey yok. Unutulan da.

Bu sabah 5 sene önce bugünü düşündüm. Bütün gün işteydim, kuaföre gitmiştim, işten arkadaşlarımla eve gelmiş, odama eşyalarımı bırakmıştım. Odamdaki kitaplığa takılı askerlik fotoğrafın nasıl olduysa yerinden çıkmış, rüzgardan savrulmuş, odamın ortasına kadar gelmişti. Fotoğrafı yerden almış, yerine takmıştım, işte tam o anda içime bir sıkıntı girmişti. Sonra iş arkadaşlarımla bir düğüne gitmek için evden çıkmıştım, senin çok sevdiğin renkte, yeşil bir bluz, bir de beyaz etek giyip. Düğünden sonra eve gelmiştim, evde kimse yoktu. Anahtarla kapıyı açmış, merdivenlerden çıkarken, babamı aramıştım. Sonrasını çok hatırlamıyorum. Tek aklımda kalan yanında olmadığım için çok ağladığım. Gittiğine ağlamaya ne zaman başladım, onu ne zaman tam olarak kavradım ,  pek hatırlamıyorum.

Bu sabah 5 sene önce bugünden, bir kaç gün öncesini de düşündüm. Hastaydın, çok hastaydın, ama benim için vardın. Kocaman hasta yatağının bir köşesini kapmış, yanına yatmıştım, tv de , love actually vardı. Bizim sevdiğimiz bir film, önceden izlediğimiz. Elini tutmuştum izlerken, "ne güzel film yapmışlar" demiştin.

Yıllar geçtikçe defalarca söylediğim, yazdığım gibi en çok sesini unutmaktan korktum. Kokunu hatırladım, pijamalarını çekmeceme , tespihini de çantama koydum.Ama sesin?

Ve bu sene senin en sevdiğin şehirde, İstanbul'da bir akşam, evde otururken, Reco sana bir şey dinleteceğim dedi. Bilgisayarın sesini açtı. Ses senin sesindi. Komik hikayelerini anlatıyordun, tekerlemeler söylüyor, sonra da kahkahalarla gülüyordun. Senin sesin. Hayatımın en güzel günlerinden biri. Unutmaktan korktuğum sesini duydum. Dinledik, bir daha, sonra bir daha... Şu meşhur senede bir gün telefon hakkı talebimiz olmasa da, senin sesin.

Bugün iş yerinde Tanju Okan çalıyor. Gözümde yaşlarla senin için gelsin.. Eninde sonunda ...
Sonra biraz Esin Engin de çalarız.
Seni özledik. Bizi izle. 

15 Ağustos 2012 Çarşamba

15

hafta sonu gelecek. kardeşim gelecek.
kıpırdamayacağız.yaz bitecek biz tatile gideceğiz.
güzel güzel şeyler olacak. vallahi olacak.
sen de göreceksin. 

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir anne/Bir çocuk


 Bir süredir, Ankara Barosu’nun bir projesinde çalışıyorum. Adı Gelincik Projesi. Amaç şiddet mağduru kadın ve çocuklara destek olmak. Biz de bu projede gönüllü olan avukatlar olarak, merkeze başvuran talepçilerin vekilliğini üstleniyoruz.
E. ile de gönüllü avukatı olmam sebebiyle , Aralık ayında tanıştık. Onu gördüğüm gün üzerinde sadece pijamaları, kucağında da 2 yaşında bir erkek çocuğu vardı. Sığınma evine yerleştirilmişti, Ankara’ya yeni gelmiş, hiçbir yeri de bilmiyordu, telefonu yoktu ve tabii parası da. Anne babası dahil tüm yakınları ise Almanya’daydı.
Eşinden şiddet görmüş eve polis çağırmıştı. Polislerden biri “seni bu evden çıkartmazsam bu adam seni öldürecek” diyebilecek kadar duyarlıydı ve belki de bir hayat kurtarmıştı.
Bir araya geldiğimizde tek derdi, 8 yaşında, o anda okulda olan diğer çocuğunu da yanına alabilmekti.
Burası Türkiye idi. Süreç uzundu. E. Alman vatandaşı olduğundan ve o sistem içerisinde yaşadığından,  çocuğuna kavuşmasının bu kadar zaman almasını, hukuki sürecin uzunluğunu kavrayamıyordu.

 Ona bu süre çok uzun gelse de, bu zaman içinde okulu , adresi değiştirilen , kendisinden saklanan çocuğunu hiç göremese de, velayete ilişkin karar 8 ayda çıktı, Yargıtay’a gitti, geldi, kesinleşti.Geçen hafta  icra ile çocuğunu almaya gittiğimizde  adreste bulunamadığında ise dünyası bir kere daha başına yıkıldı. Ama mücadele etmekten hiç vazgeçmedi, hep sabretti. Etrafında bir çok ses ona farklı telkin ve önerilerde bulunsa da o mücadelesini sadece hukuken sürdürmek istedi ve bugün bir şekilde orta yol bulundu, 9 ay karnında taşıdığı çocuğunu görmek için verdiği savaş 9 ayın sonunda bitti.

Ben minik bir eli tuttum bugün, bir arabaya bindik, yolda giderken o bana aylardır görmediği kardeşinin saçlarının kıvırcık olup olmadığını sordu, “saçları biraz çok ve karışık ama kıvırcık değil” dedim.
“Senin kardeşin var mı” dedi, ben de ona kendi kardeşimi anlattım, “sen  de onu akşam görecek misin” dedi, “hayır ama Cuma günü yanına gideceğim” dedim, “çalıştığı için mi uzakta yoksa” dedi, “evet” dedim.

Bu 9 ay benim içinde zor geçti, belki hiç yapmaman gereken bir mesleki hata yaparak, sadece dosyaya odaklanmam gerekirken, müvekkille empati kurdum ve tüm bu süreçte kalbimi de aklımı da  hep o anne ve çocukta bıraktım. Hıdırellez dileklerim de bile elele tutuşmuş üç çöpten adamım vardı.Araştırmadığım yol, okumadığım karar, konuşmadığım bir hakim, uzman, psikolog da  kalmadı.
Etrafımdaki herkes de bu meseleye bir ucundan dahil oldu.Onlar kendilerini biliyorlar. Kimisi hukuki destek verdi, Almanya’dan bile bana yardım elini uzattı, bitmez tükenmez maillarıma cevap yazdı (en başta Talha o iyi ki arkadaşımmış dedim ve  işyerindeki çalışma arkadaşlarım), kimisi hep dua etti, (Annem, Teyzem,  Kürşad’ın annesi,Bahrim, Büşram, Recom, arkadaşlarım ) kimisi sabahın kör saatinde havaalanı macerasına dahil oldu (Babam).
Yani E. Şanslıydı, ben de şanslıydım, her şey yolunda gitti. Umarım bundan sonra da yolunda gider.
Bazen hep kötü şeyler oluyor, kadınlar şiddet görüyor, öldürülüyor, çocuklar mağdur oluyor. Ama bazen de güzel şeyler oluyor. Bir anneyle çocuğun kucaklaşması gibi.Yani bence hala umut var.
Bir de “sana Yasin okudum, hem bugün artık Merkür düz konuma geçti, her şey hallolacak” diyen bir annem var. O iyi ki var.
   
Gelincik Merkezi Telefon:444 43 06 
Ankara Barosu Gelincik Projesi’ne destek olmak isteyenler tüm operatörlerden “GELİNCİK” yazarak 4306’ya göndererek 5TL yardımda bulunabilirler.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

olaylar olaylar

Bu ara yazamıyorum. Hani eskiden çok yazıyordum da sanki. Neyse bu giriş kısmı hep aynı serzenişler. Onları geçecek olursak, unutmayayım istiyorum. Çünkü benim altın kızlarımdan ikisi daha anne oldu. Neyir ve Candan.

 Neyir'in Zeynebinin  doğumu 19 temmuz . Anne baba fenerli. Ben Ankara'dayım, Neyir İstanbul'da. Aklım orada, kalbim orada. O kadar aksilikler oldu ki, ben duruşmalara gidemedim, o Ankara'ya geldi, başka yerlerdeydim ve onu hamile göremedim. Bir anda, "gitmem gerek" dedim. Eve gittim. Biletlerimi aldım. Sabah kalktım.

Pilotumuz  ne kadar da neşeli. Aman da şuralar adalar, buralar da karadeniz diye diye İstanbuldayım. Hava çok güzel. Hello istanbul. Hastane neredeydi, tam emin olamadım ve sürprizi bozma pahasına, Neyir'in kocasından teyit aldım ve kısa bir süre sonra hastane odasının kapısındayım. Tık tık. Ben geldiim. O anda , Neyir'in geldiğimi bildiğinden o kadar eminim ki. Ama o şok. Ben şok. Neyir ve karnıı! Neyir emin misin bu karın pek küçük. Ya büyümemişse, istersen bugün doğurma. Süsler, püsler, anneler teyzeler ve Neyir gider. İşte Didemle de yaşadığım o şey, göz dolması, boğaz kuruması, hüngür hüngür ağlama isteği ve heyecanlı bekleyiş, sonra birden bebek çıkar. Telefonlar, herkese her şey  iyi, yolunda mesajları. Zeynep çok minik. Neyir çıkar, Neyir iyi, neşeli.

Ben nedense arkadaşlarım anne olur olmaz başka birisi de olacaklar sandım. Lohusa fobim vardı benim, "bebeğimin yanında nefes alma, şimdi yok ol" diyecek cadılara dönecekler sandım. Ama didem öyle olmadı, allaha şükür neyir de delirmemiş. Ama  "bebeği bir tut bana ver" dedi, "Neyir ben o kadar minikken tutamam" dedim, sonra Neyir bir daha "hadiiiiiiiiiiiiiiiii" dedi, tuttum verdim. Böylece Efe'nin "tutmazsan yere bırakırım" demesiyle, kucakladığım Ege'den sonra, bir kaç saatlik bebek de tuttum, bir daha ki sefere bebeği ben çıkartırım diye düşünüyorum. 

Sonraaa sıra geldi normal doğumu için gün sayan Candan'a.
 Günlerden cumartesi. Ben sokaklardayım. Bahar evde doğum günü pastamı yapıyor. O anda telefon çalıyor, "Merve beni doğuma alıyorlar". Ben bu durumda Melih arar zannediyordum. Ama Candan da sakin.

 Bahar fotoğraf çekecek, hastane de buluşuyoruz. Ani bir kararla, normal olacak doğum, sezaryene dönüşüyor. Melih evden eşyaları almaya gidiyor, Candan bir odada bekliyor.Doğuma hazırlıyorlar, yüzünde hafif bir endişe doğuma doğru gidiyor.

 Ben evden çıkarken üzerimde çiçekli bir pantolon var , ne tesadüf ki Bahar'da o gün onu giyiyor, hastanede herkes tuhaf tuhaf bize bakıyor, Candan'ı doğuma alıyorlar, Bahar yanında gidemiyor, kalp yine küt küt atıyor. Böyle bir şeyi beklemek çok tuhaf. Derken bir çantanın içinde geliyor Tuna, bir odada boyunu kilosunu ölçerlerken ağlıyor, giydiriyorlar onu, sanki Candan'a benziyor. Ve sonra Candan da geliyor. Annesi yokken ağlayıp duran Tuna, annesinin kucağında susuyor.

 Ben derim ki,  eğer arkadaşın varsa, doğumunda yanında olmanı istiyorsa, git, istemiyorsa da bir köşeye saklan, yine git çünkü o gün çok güzel bir gün, ben hayatımın bir döneminde 2-3 ay her gün hastanenin en tatsız katında bulunmuş biri olarak diyebilirim ki, hastanelerin doğum katı çok güzel bir yer. O sevinci paylaş.
Doğum garip bir şey. Bebeklerden korkan, onları ihtiyarlara benzeten benim için bile büyüleyici bir şey.

Özetle kutlu doğum haftamda en güzel hediye, iki minik yengecimiz daha olmasıydı. İyi ki doğdular.