27 Ekim 2010 Çarşamba

facebooku haddinden fazla ciddiye alan ve kızını çok terbiyeli sanan canım babamın dramı.

Dün akşam üzeri, Bahar'la arkadaşlarımızla dışardayız ve telefon çaldı. Arayan babam. Sesinde ise bir telaş.

*Merve, Bahar yanında mı?
*Evet baba.
*Şimdi soracağım soruların tümüne evet veya hayır de.
*???!!! tamam baba.
*Şimdi Bahar facebookta "gitmem gerek" diye bir ilet yazmış
*Evet?
*Ha işte sen de o iletiye bir şey yazmışsın.
*Eveeet
*Kızım sen orda bir şeyin harfini yanlış yazmışsın
*Neyii baba?
*Merve starbucks yazacağına, starfucks yazmışsınn!!! düzeltmen gereeeeeek!

Netice de ben kahkahalarla gülmekten babama bir şey diyemedim. O esnada yanımdakiler ne oldu ya dedikleriyle kaldı. Babam beni kopardı.
Benim utanmaz kahkahalarım neticesinde o da
"seni utanmazzz bilerek yazdın demeeeeeek"le yetindi.

Babam ve bizim facebook maceralarımız anlat anlat bitmez de, unutmadan bunu yazayım dedim.
Seneye unutur, sonra belki okur ve yine güleriM:)

22 Ekim 2010 Cuma

pişmaniye.

Neredeyse her hafta sonu kalabalık yenen yemeklerdi o yemekler. Ben aile olmayı zaten en az 10-15 kişi olmak zannederdim. Hepimiz aynı evde oturalım isterdim. O yemeklerin meşhur tatlısı, Dedem’in dükkan dönüşü Ali Uzun’a uğrayıp aldığı pişmaniyeydi. Şemsiye çikolatalarımızı ve arap sakızlarını söylememe gerek yok zaten. En büyük eğlencemiz 4 kişi masanın altına girip, Dedem’in terliğini anneanneminkiyle, Teyzeminkini dayımınkiyle değiştirmekti. Saatlerce masanın altında katıla katıla güler, tekrar sofraya dönüp, bu sefer de pişmaniyeden bıyık yapardık. Yapış yapış olan yüzümüz, ellerimizle her seferinde ilk defa pişmaniyeden bıyık yapmışız gibi gülmekten ölürdük. Benim anneannem dünyanın en güzel Mevlana böreğini yapardı, Dedem kaburgalarımızı sayardı.Biz dördümüzdük, sonra biz çok kalabalıktık. Sadece iki kişi eksilince ne kadar azaldık. Dedem’in dediği gibi, kederle değil özlemle, o günlere selam olsun.

21 Ekim 2010 Perşembe

güldüğüme bakma, içim kan ağlıyor.

Bugün sizlerle bir fobimi, bir gıcık olduğum hadiseyi ve bir de rüyamı paylaşmak istiyorum.
Fobim:Vesikalık fotoğraf çekilmek. Bu sabah 27yaşında, aklı selim bir birey olarak yıllardır, vesikalık fotoğraf çekilirken hissettiğim o korkuyu, küt küt atan kalbimi ve gidene kadar yaşadığım gerginliği yine ve yeniden yaşadım. Bunun sebebi nedir, nasıl bir açıklaması vardır, gerçekten çok merak ediyorum. Bu fobi yıllar önce ilk vesikalık fotoğrafımda da korkunç çıkmam üzerine mi çöreklenmiştir hassas bünyeme?Bilmiyorum. Kaldı ki, ben fotojenik bir insanımdır, fotoğraflarda nerdeyse olduğumdan iyi çıkarım, fotoğraf makinesine karşı bir korkum yoktur. Lakin iğne olurken ve dişçiye giderken yaşadığım o sıkıntının tıpa tıp aynısını vesikalık fotoğraf çekilmek üzere bir tabureye oturduğumda da yaşarım. Kaçmak , bağırmak isterim. Fotoğraf çekildiği anda yüzümde öyle bir endişe ifadesi olur ki, sanırsınız silah dayamışlar kafama. Ve “ne olur yapma” ifadesine sahip olduğum bir çok vesikalık fotoğrafım mevcuttur. Bunların öğrenim hayatım boyunca keple çekilenleri ise benim için ayrı bir eziyettir ki, her biri başlı başına ayrı bir yazı konusu olur, yine de benimle aynı zamanda aynı ortaokuldan mezun olmuşlar, akşam evlerine gittiklerinde, yıllığa bakarak ve beni bularak, yorgun geçen günlerini şen kahkahalar atmak suretiyle unutabilirler.Netice de bugün de tarih tekerrür etti, ben neredeyse bacaklarım titreyerek çekildiğim fotoğrafta, kelimelerin kifayetsiz kalacağı şekilde korkunç çıktım. Bu konuda bilinçaltımı deşmeye devam edeceğim.

(bak fotodaki amcam ne güzel oturmuş, örnek al)
Gıcık olduğum bir hadise/insan türü: Otobüste , dolmuşta, hemen inme pozisyonunda olmamasına rağmen, bir türlü yana kaykılmayanlar.
Dün akşam dolmuşa bindim, ellerim kollarım dolu, dolmuş da dolu, otururken bile düşmemenin zor olduğu bir yolculukta ben elimde iki lira, bir çanta, dosya ve ıvır zıvırla ayakta kalma mücadelesi veriyorum. En önde, üçlü koltuğun kapıya doğru olan en en sağ köşesinde oturan teyze benim bu halime acımıyor ve kayabilir misiniz ricama rağmen, beni kırıp geçmemi buyur ediyor. Şimdi benim gibi birinin bile bu hareketi haklı göreceği bir takım durumlar olabilir.
1-)Koltuğun diğer ucunda bir tacizci, sarhoş, kokan vs. insan türü olması
2-)Koltuğun diğer ucunun aşırı derece de güneş alması ya da esmesi (ki açık camdan yaz günü rahatsız olanları da anlamam, terk kokmakta sakınca görmeyen ancak üşümekten delicesine korkan çeşitli türlerle ilgili de bir başka yazı yazarım.)
3-)Hemen inecek olma durumu

İşte ben ancak bu 3 durumdan biri söz konusuysa yana kaymamanızı haklı görebilirim. Beni okuma sabrını gösterdiyseniz şu ana kadar, bu 3 durumdan hiç birinin dün akşamki dolmuş yolculuğunda da söz konusu olmadığını anlamışsınızdır.

Peki ben bütün bu saçmalıkları niye yazdım? Hepimiz toplu taşıma araçlarında buna dikkat edelim diye mi? Olabilir. Şunu da söylemeden bu konuyu bitirmek istemem. Neticede ben teyzenin üzerinden uçarak dolmuşta yerimi aldım. Kafam , bacağımda kırılmadı. Dolmuşta ineceğim esnada , canımın içi Teyzem hala olduğu yerde oturmaktaydı. Ben ayağa kalkınca şoför öyle bir fren yaptı ki, ben teyzenin üstüne düşmekten de beter oldum. Her iki ayağına normal şartlarda, gıcıklığına basmak istesem böyle basamazdım sanırım. Evet ilahi adalet diye bir şey de var.

Rüyama gelince; Selma, Eren ve Utku bana 3 adet hediye almış. Eren’in hediyesi, gerçek hayatta Kürşad’ın hediyesi olan bir saat. Rüyamda sürekli değiştirsem Eren’e ayıp mı olur diye düşünüyorum. Selma’nın hediyesi üzerinde hello kittyler olan pembe bir saklama kabı ve Utku’nun hediyesi de deri kaplı, çekmeceli bir takı kutusu. Biz sürekli mekan değiştirdiğimiz bir gece gezmesindeyiz, ben bu hediyeleri muhafaza etmekte haddinden fazla zorlanıyor ve sonunda da kaybediyorum. Uyuyup uyanıyorum rüya içinde ve sıcak, aşırı aydınlık bir yaz gününde hediyelerimi bulmak için, gittiğim mekanlarla yüzlerce telefon görüşmesi yapıyorum. Takdir edersiniz ki çok çok yoruldum, acaba bunlar ne demektir?

19 Ekim 2010 Salı

bütün isteğim buydu.

"Birinin bana böyle davranmasını/davranmamasını, herhangi bir konuda özenli olmasını istiyorum" derseniz ne yaparsınız?
a-)Bunu ona kibar bir dille söylersiniz
b-)Bunu ona çok da kibar olmayan bir dille söylersiniz
c-)Bunu ona 40 bin kere söylersiniz
d-)Empati kurdurur, aynı şekilde ona davranır ya da davranmaz, rahatsız olduğunuzu anlamasını beklersiniz
e-)Hepsi
Hepsi şıkkını işaretlemiş ve tüm şıkları kapsayan bir şekilde hareket etmiş biri olarak söyleyebilirim ki bu yöntemlerden hiçbiri ile verim alamayabilirsiniz.
Bu durumda çıldırmamak elde değildir lakin insanı en çileden çıkaranı, karşınızdaki insanın aynı şekilde davranmanıza/davranmamanıza , herhangi bir konuda özensiz olmanıza tahammülü olmamasıdır.
Mevcut durumum budur ve ben bunu yazıp üzerine dalga geçecek kadar rahatlamışsam, önemsiz hale gelen olay mı yoksa olayın öznesi olan kişi mi ona karar verme aşamasındayım.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Herkesin heyecanla beklediği haftasonu maceralarıM!

Cumartesi o yağmura rağmen ben eteğim, babetlerim ve kot montumla yine ince giyinme sanatını icra ettim. Paralı günümüz için Didem ve Candan ile buluşmak üzere evden çıkıp, otobüse bindiğimde, çoktan sel almıştı Ankara’yı ama ben arsız bir şekilde eve dönmedim. Otobüs durağa geldiğinde, bir süre ben şoföre, şoför de bana baktı çünkü bir su kütlesini mevcuttu, atlayabilirdim, babetlerime su girmesin istiyorsam atlamalıydım, lakin top shoptan aldığım o dar kesim etekle bu işi başaramadım, tek ayağım suya girdi, nasıl olduysa ıslanmadı ve otobüse bindiğimde herkes acıyan gözlerle bana bakıyordu, garibim ne giymiş gibilerinden ve o esnada şemsiyem de açıktı. Enteresandı.

Tabii Candan ve Didem’de “tipe baak” nidalarıyla aldılar beni arabaya, gittik Pınikomuzun paralı gününe.Pınarımızın maharetli kocası Taylan bizi mutfak önlüğüyle karşıladı:) Ve hayatımda yediğim en lezzetli tantunileri, Mersin’li olmanın da hakkını vererek bizlere ikram etti. Cumartesi gününün en kayda değer olayı buydu sanırım. Buraya da not etmeli:Taylan’dan tantuni yapması öğrenilmeli!

Cumartesi akşamı Didem’le, Candan’ı evine bıraktıktan sonra biendeydik, çıktık kendini club sanan house cafeye gittik. Sonra da Ankara gece hayatında adımımı atmadığım bir mekana (“şömine” olabilir mi adı acaba) da giderek, gece hayatımıza noktayı koyduk. Uzun bir aradan sonra değişikti, güzeldi.

Sabah Didem’le Çukuramba Mado’da hayatımın en korkunç kahvaltılarından birini ettim. Yok birini deyip, diğer kahvaltılara haksızlık etmeyeyim. Hayatımın en başarısız kahvaltısıydı. Akdeniz kahvaltısı başlığı altında sipariş verdiğimiz kahvaltı tabağı , menüde belirtilenin karşılığı olmayınca ve karşımızda derdimizi anlatacak bir muhatap da bulamayınca canımız baya sıkıldı. Ben bu kahvaltı diye getirdiğiniz şey neyse onun parasını öder giderim deyince, yanımıza garsondan bir üst kademe olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi gelip, bu gün havanın böyle güzel olacağını tahmin edememiştik minvalinden enteresan bir açıklama yaptı. Ben de bu durumun ancak servisi aksatabileceğini ama burada hafiften bir kazıklama söz konusu olduğunu açıklamaya gayret ettim ve netice de en azından kötü bir kahvaltı ettik ama kazıklanmadık.

Sonrasında Pepper Mill’de mükemmel bir kahvaltı etmiş olan Bahar’ı da yanımıza aldık,Didem ile yollarımızı ayırdık ve aile saadetli bir market alışverişi yaptık. Akabinde ben Ankara’ya yolu düşmüş Kürşad ile buluştum ve bir baktım ki , bir pazarın daha sonuna gelmişiz. İşimizdeyiz, gücümüzdeyiz, en azından hava güzel.

Bu hep çabuk bitsin dediğimiz haftalar,ömrümüzden gidiyor sayın seyirciler, belki de yavaş geçse daha mı güzel olur?

15 Ekim 2010 Cuma

Yazmışsa Bozmak Olmaz.

O günlere selam olsun.
1 sene öncenin bu hafta sonuydu. Çok eğlenmişiz.
Neyir Kalp Cihan olsun bir de.
Güzel Haftasonları dilerim.

mutlu punk


Yavaş yavaş kalkıyor üstümden bulutlar.

Mesela noterden çıkıyorum, hemen giriyorum g.arantiden içeri, Pinikoma sarılıyorum kocaman, "çok özledim seni" diyorum, o da "ben de seni çok özledim, sabah seni düşünmüştüm" diyor. Bu iyi geliyor, sözcükler söylenince güzel.

Sonra blog mailima bakayım diyorum. Hera'nın mailini okuyorum. Yüzüm aydınlanıyor. Hiç tanımadığın , görmediğin birinin bana dair kelimeleri kalbine değiyor.

Akşama Candan arıyor, "senin niye canın sıkkın, yazılarından belli" diyor, konuşmak nefes aldırıyor, öyle karşılıklı gülmekte.

Didemim zaten kocasından çok, bence beni arıyor. Bütün soruları beni zaten güldürüyor, mutlu ediyor. Yudum ise daha ben gelmeden en sevdiğim kahveyi almış starbucksda beni bekliyor.Neyir ise belki Didem'den bile çok güldürüyor beni. Bir rengi anlatmak için, diş macunu ambalajını mailima sadece o gönderiyor.


Dodo beni rüyasında görüyor, yazıyor, uzakta birileri benim bulutlarımı hissediyor.
Sonra bizim evde mevsim bahar. Şöyle şeylerin piştiği bir evde mutsuz olunur mu?
Utku ve Selmayla bir yemek güzel geliyor. Biz Selma'yla ortaokul biyoloji dersindeki ergen gibi kıkır kıkır gülerken, Utku "sizle uğraşamayacak, kadar yorgunum" diyor, ama her seferinde tekrar koptuğumuzda "tamam konuşmuyorum artık" diye kızıyor.


Ve dün birbirini 3 haftadır tanıyan 3 kadın 3 şertli bir yolda, karanlıkta arabada giderken, tiyatrodan işten, tatilden, ekimde denize girmekten konuşurken bir şey dank ediyor.

O dank eden ne bilmiyorum ama sanki biraz daha iyiyim.

13 Ekim 2010 Çarşamba

okumadan geç.

Buraya içinizi açacak güzel şeyler yazmak isterdim. Ama anlatacak güzel şeylerim kalmamış. İçimde bir sıkıntı uzun süredir. Ne kadar çabuk öfkeleniyorum artık bir bilseniz. Niye böyle oldum ben? Hep aynı şeyler kafamda. Hep, hep, her gün. Ve iki cevabım var kafamda kendime verebileceğim, ama hep yanıtsız bırakıyorum sorularımı. Metroda takıldık kaldık bugün.Ben böyle şeylerden korkmazdım. Nasıl sıkıldım, nefes alamadım, ürktüm bir görseniz. Pasaport işlemlerimi halledip, başvurumu tamamladığımda saat 8:20 idi. Buna bile sevinemedim desem, anlar mısınız?Eskiden böyle şeylere sevinirdim, gideceğim diye heyecanlanırdım. Ne oldu bana?
Hiç boş yer olmayan, kalabalık bir sinema salonunda yanlış koltuğa oturmuşum gibi,biri gelip beni koltuğumdan kaldıracaklarmış gibi. Belki o zaman rahatlarım gibi ama ya kendi koltuğumu bulamazsam?

12 Ekim 2010 Salı

Rüyamda.

Rüyamda hello kitty ve eiffel şeklinde kurabiyeler pişirmişim, hello kitty'i almışım eiffel'in yanına koymuşum, bir de blog yazmışım, hello kitty eiffel'de diye.Allah hayırlara getirsin.
Evet biz de bir eiffel kalıbı var, Recoyla Büş sağolsun ve artık bir de hello kittymiz var ki, tanımasamda, vesile olan Selçuk'a teşekkürlerimi bir borç bilirim. Madem bu güzel kalıplarımız bu kadar rüyalarıma girdi, e ben rüyamdaki gibi, hello kitty pariste temalı kurabiyeler pişirmez miyim?
Pişiririm.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Kurabiye gibi çocuklar..

Ofisçe rumca şarkılar eşliğinde efkarlanıyoruz. Pazartesi için değişik bir başlangıç. Sebebi benim.Yapılacaklar, çizilecekler bir yana bugün babetli ayaklarım daha az bir dondu gibi sevinçliyim. Her gün bir yeşil çay içmeye ve bir elma yemeye çalışacağım. Bu gün dersim var. Bahar benim yüzlerce fotoğrafımı çekecek. Baro seçimlerinde 3. kez oy kullandım. 17. sandığım ve benden sonra 8 sandık daha oluşu neyi gösterir? Geçen yılları mı? Bir ara sushi kursuna gitmeye karar verdim. Roman Holiday'i seyredeceğim.Gezeceğim göreceğim. Hoşçakalın.

8 Ekim 2010 Cuma

Bugün Cuma.

Adliyeden çıkmak üzere vestiyere doğru yöneldiğinde, sık sık gördüğü yaşlı avukatla aynı anda vardılar oraya. Yaşlılara öncelik vermesi gerektiğini bilirdi, yaşlıları severdi. Adamı buyur etti önden.Yaşlı avukatın elindeki yeşil kadife şapkasına takıldı gözü ve çıktı gitti adam. Sonra o da altı montunu, dışarı çıktı. Yağmur başlamıştı. "Yağmasan şaşardım" dedi, bunu da yüksek sesle söyledi, çantasını duvarın üstüne koydu, içinde şemsiyesini aradı, montunun düğmelerini ilikledi, bir hışımda şemsiyesinin düğmesine bastı ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Yürürken önünde birden yaşlı avukatı gördü, elinde tuttuğu yeşil kadife şapkası şimdi başındaydı, mavi gözleriyle uyumlu kışlık mavi takımından hemen tanıdı onu. O anda o yaştaki bir adamın hala bir şeylerden ve hatta avukatlık gibi bir meslekten ve adliyeden vazgeçmediği geldi aklına. "Onun bundan sonra belki de çok zamanı yok, eğer gerçekleşmeyen hayalleri varsa artık çok geç diye üzülüyor mudur acaba" dedi. Sonra bu düşüncesinden utandı. Kimin önce öleceğini kim bilebilirdi? Hem ona neydi.Sonra da kendisinden utandı. Şikayet ettiği onca şeyden, vazgeçtiklerinden, o adamdan çıkan yaşam enerjisi utandırdı onu. Birileri yıllardır çabalamaktan yorulmamıştı da ona ne oluyordu şimdi. Böyle yaşlılar dedesini hatırlatırdı ona, çalışkan yaşlılar. "Sanki dedem olsa bu kadar üzülmezdim "gibi bir düşünce yerleşti sonra aklına, o düşünce boğazına indi sonra, gözleri de japon animeler gibi titredi, şemsiyesinin altına saklandı iyicene. Her gün özlerdi dedesini ama cumaları daha fazla.

7 Ekim 2010 Perşembe

i like.

Bugün işe gelmeyi hiç istemedim. O kadar zor kalktım ki. Normalde 3 dakikada giyinebilen bir insan olmama rağmen saatlerce dolaba baktım.Normalde kasıma kadar çorap bile giymezken bugün çizme giydim ve kendi karizmamı kendim çizdim.Oysa düne kadar oxfordlarımla “mevsimlerden sonbahar dostlarım, ne palto giyerim ne çizme” havasında salınmaktaydım. E her şey bir yere kadarmış.

Bizim evde yeni alınan şemsiyende bol bir şey yoktur. Bu gün de henüz üzerinde etiketi bile durmakta olan bir parçayla evden ayrıldığımda, açması da kapaması da enteresan olan şemsiyemle bütün otobüsü ıslatmak istememiştim bunu belirtmek isterim. Ayrıca arabasında yeşil elma yemekte olan ve çok kritik bir anda durarak, hem ıslanmamı engelleyen hem de karşıya geçmemi sağlayan beyefendiye de teşekkür ederim.

Hani böyle önceden yaşadığınızı hissettiğiniz günler olur ya öyle bir gün bugün benim için.

Telefonun sürekli aile-akraba hukuksal sorunlarıyla ilgili olarak çalıyor. Bu iki haftanın astrolojik bakımdan böyle bir etkisi olsa gerek. Ama ben hiçbir şey çözemeyecek kadar düğümlenmiş durumdayım.

Herkesin bir an için bir dakika için ben olmasını ve iyi niyetimden, sevgimden , çabaladığımdan, kandırmadığımdan ve bunlar gibi şeylerden yani ne hissettiğimden emin olmasını diliyorum.

Aslında bu aralar en çok İtalya’da olduğum tarihlerde Ferzan Özpetek ile karşılaşmayı, bana “aradığım yüz sensin” demesini, filminde oynamamı teklif etmesini ancak rolün bir Türk ya da dilsiz birine dair olmasını istiyorum. Ya da “İtalyanca öğrenmen gerek” diyerek, film çekimlerini bir süre askıya almasını, beni kursa yollamasını, film için de para yerine beni İtalya’da bir yemek okuluna yazdırmasını falan istiyorum.

Olsa iyi olur.

İyi günler.

3 Ekim 2010 Pazar

Şahsi.

Durdum ben hafta sonu. Zaten uzun süredir duruyorum. Gece çıkmıyorum, çok kalabalığa karışmıyorum, yetişmeye çalışmıyorum. Önce bunu tuhaf bir şekilde seviyorum. Dinlenmiş hissediyorum. Sonra dinlenmiş halimden yoruluyorum. Tuhafım. Bütün bunlar kızsal saçmalıklar da olabilir, olmaya da bilir. Bilemiyorum.

Durunca durmadan düşünüyorum. O iyi mi, bu niye böyle, şu iş ne olur , bu nereye gidecek gibi. Nedense kötü cevaplar veriyorum, kötü öngörülerde bulunuyorum ve zaman zaman kendime eziyet ediyorum. Kendime eziyet etmeyi sevmek istemiyorum.

Bazı şeylerden korkuyorum, çok korkuyorum. Eskisi gibi üzülmekten çok korkuyorum.
Zamanın hızla geçmesinden ve birden kendimi aynı yerde bulmaktan da korkuyorum, ama zaman ilerlediğinde etrafıma bakıp eskiye özlem duymaktan, birden kendimi aynı yerde bulamamaktan da korkuyorum.

Bu da bir dönemdir geçer biliyorum.

Kendimi birkaç haftadır, sanırım mutsuz hissediyorum.Ama böyle durup kaldığım anlarda, hiçbir şey yapmamanın hafifliğiyle sallandığım boşluk, sonsuzluk, onu hissetmeyi de seviyorum.


1 Ekim 2010 Cuma

To-Do List


Eylül Ayı Hedeflerim

İşsel Hedeflerim.

İş yeri masası toplanacak (Ramazan Bayramına kadar bitmeli)

Kişisel Hedeflerim

*Yeni bir kitaba başla

*Sana iyi gelecek bir film izle

*Hacettepe işini hallet. (Önceden okulla görüş)


Odasal Hedeflerim

*Kıyafet dolabını ayıkla

*Ayakkabı dolabını düzelt

*Çekmeceni düzenle.

Yukarıdaki listeyi mailimın taslağına kaydetmişim. Artık kendimden nasıl bunalmışsam? Hoş genelde notlar almayı, planlar yapmayı, uygulamakla karşılaştırınca çok daha fazla severim.

Ama bu listeye yazdıktan sonra baktın mı derseniz, hayır bakmadım.

Ama hedeflerimi ne kadarını gerçekleştirdiğimi sizinle paylaşmaktan onur duyarım.


1-)İş yeri masamı topladım. Bu basit ve kısa bir görev gibi gözükse de özetle eksik işlerimin tümünü yaptım demek. Bunu yapmış olmam; işleri sınıflandırmış olmam, bir şeyleri yazıp kaldırmış olmam, yapılacakları not etmiş olmam, çekmecelerimi düzenlemiş olmam, gereksiz kağıtları atmış olmam gibi bir çok şey demek ve kendimi bu konuda tebrik ediyorum.


2-)Kişisel hedeflerim biraz ezik gelse de; evet yeni bir kitaba başladım. "Saraydan Sürgüne" Sürüklendim, gidiyorum.Hacettepe işini hallettim, detayları sonra anlatırım. Kendime iyi gelecek bir film izledim mi? 500 days of summer tekrarları sayılır mı? Hoş o da bana pek iyi gelmez ya neyse:)


3-)Odasal hedeflerim de iş yeri masamı toplamaktan sonra dünyayı kurtarmakla eş değerde olabilecek bir hedeftir.Ve ben 2/3'ünü başararak Annem'in gözlerini yaşarttım. Ayakkabı dolabı ve kıyafetleri ayıklama işi tamam! Savulun çekmecelerim ben geliyoruuum!


Farkına varmadan bir hedef listesi yaparak, aklımdakilerin çoğunu cidden gerçekleştirmiş olabilir miyim? Yoksa abuk sabuk çok satan kitaplar misali kendimi mi kandırıyorum, bilmiyorum. Ama Ekim ayı, kork benden yeni bir liste yapıyorum!