31 Mayıs 2010 Pazartesi

çakıltaşı

Hayır ölmedim, evet yaşıyorum.
Güzel bir tatilin ardından biraz düştüm sanırım. Azıcık ben öyle demek istemedimlerin,kırıkların, biraz zamanın, biraz işlerin arasında sıkıştım, çarpıştım, çakıldım falan.
Anlatacaklar birikti, ama canım konuşmak istemiyor.
Bana işte bazen böyle oluyor, sonsuz bir susma isteği geliyor.
Güzel bir hafta olsun.

25 Mayıs 2010 Salı

Nankör Mağdur.

Gece Ankara'ya varış.
6 gün gidilmedi diye bir işi olduğunu unutma durumu.
Anne'den gidilecek işin adresini bir kağıda yazıp vermesini rica etme, akabinde ciddiye alınmama.
Sabah çalacak alarmı kurarken, bir gün önceki alarmın güneşlenme seanslarında tersini dön saatini gösterdiğini görünce kalbine oturan yumru.

Hayır gitmek çok güzel de şu dönüşler olmasa..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Hayat ne tuhaf, vapurlar falan..


Hayat gerçekten tuhaf.Mesela 17/05/2010 tarihinin 14/11/1999 tarihine karşılık gelmesi garip.His olarak. Konu olarak.Halbuki mevsimler farklı, insanlar farklı, giden benin anneannem değil, ama her şey neden bu kadar fazla onu getirdi bugün bana?


Bugün gözyaşı vardı. Sabah annemin, işe gelince Hatice'nin, şimdi de benim gözümde.Bugün de öyle bir gün işte.


Bir de çok garip ama ölüm beklemiyor. "Yetişicek işlerim var, bugün gelme haftaya araşalım" denmiyor ölüme. Ya da sadece bir iki saatliğine bir araya gelmeyi bile zaman zaman başaramazken insanlar, bir cenazeyle anında bir araya gelebiliyor. "Bugünler çok yoğun, cenazeyi öbür ay yapalım"diyeni duydunuz mu?


Ölümü , cenazeyi erteleyemediğimiz gibi, yaşamayı, hayatı da ertelemesek keşke.


Keşke böyle günlerde kararlar alıp, ertesi güne unutmasak.


Bu da böyle iç açmayan bir yazı oldu, hem de bir pazartesi. Hiç yakışmadı ama. İdare edin artık.


Bazen tam vaktinde gidiyor insan.

14 Mayıs 2010 Cuma

Yapacak ne çok şey var!

Salı gününe kadar yazılacakları yetiştirmem,
Etrafa saçıp durduğum tüm evrakları zuladan çıkarıp yerleştirmem,
Ben yokken yapılacakları listelemem,
Bir iki çekmecemi azıcık da olsa düzeltmem,
Uçak bileti zırıltılarını halletmem,
Güneş kremi almam,
Bir iki şortumu yazlık dolabından çıkarmam,
Bikinimin içine sığıp sığmadığıma bakmam,
VEEEEE gitmem gerek.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

dur yoksa atlarım!

Rahmetli Turgut Hocam (Akıntürk) ders verirken, Aile Hukuku’nun birinci kısımda yer alan Evlilik Hukuku’na geldiğinde şöyle demişti; “Kanun seni baştan uyarır; NişanlanMA, haydi diyelim ki nişanladın yine uyarır; evlenME ve sen bu hatayı da yaptıysan sana son kez seslenir;boşanMA” Bugün yine bir boşanma davası için işlemleri başlatırken hocamın bu sözleri geldi aklıma, sonra içim sıkıldı, kafamdan bir dolu şey geçti, maddeleme ihtiyacı hasıl oldu. İşte Uzman Merve’nin boşanma notları..
*Erkekler kadınlara nazaran bu davayı neticelendirmekte kesinlikle daha kararlı. Onlar bir dava açtıklarında boşanmak istediklerinden eminler. Girdikleri yolun bir dönüşü olabileceğini akıllarından bile geçirmiyorlar. Bu yolda kendilerine genelde yeni bir kadının eşlik etmesi de kararlılıklarının diğer bir sebebi olabilir. Kadınlarsa kesinlikle kararsız. Tabii ki istisnaları da var; şiddet gören ya da aldatılan bir kadın şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmak isteyen hemcinslerine göre daha dik bir duruşa sahip olabiliyor.Ama yine de bu bile çalışan ve refah seviyesi yüksek kadınların dahi boşanma sürecinde erkeklere göre daha çabuk pes ettikleri ve davalarını zaman zaman geri çekebildikleri gerçeğini değiştirmiyor. Boşanmış kadın ve boşanmış erkek kavramlarının toplumdaki karşılığının birbirinden farklı olmasının da bunda etkisi var sanırım.

*Erkekler boşanma davası açtıklarında tek amaçları boşanmak. Kadınlarınsa daha farklı emelleri olabiliyor;erkeğin burnunu sürtmek, ona gününü göstermek, kendinden yoksun bırakmak, erkeğin değişmesine ön ayak olmak v.b. gibi.

*Kadınların büyük bir kısmı boşanma davasının açıldığı gün ve hatta duruşmaya bile parmaklarında alyanslarıyla gelirken, erkekler henüz dava açılmadan yüzüklerini çoktan fırlatmış oluyor.

*Kadınlar çocukları olmadan bir hayat düşünemezken, erkekler boşandıklarında çocuklarını da boşadıklarını sanabilecek kadar şuursuz olabiliyor.

*Kadınlar olayları erkek ya da kadın olan avukatlara, cinsiyet ayrımı gözetmeden tüm ayrıntısıyla açıkça anlatabilirken, erkekler kapalı bir kutuyu andırıyor. Kapalı kutudan da genelde sürprizler çıkıyor. Misal, sevgilim yok diyenin, sevgilisi olması+ ondan 5 yaşında çocuğu bulunması gibi:)

*Ailelerin de işin içine karıştığı boşanma davalarında ise her iki taraf inanılmaz ölçüde vahşileşebiliyor, bu durumlarda kadın erkek ayrımı yapmak oldukça güç, genelde duruşmalar meydan muhaberesi kıvamında geçiyor.

*Bugüne kadar açtığımız davaların önemli bir yüzdesi şiddetli geçimsizlik sebebine dayanıyor. Beni aldattı, dövüyor diyene pek rastlanmıyor.

*Şiddetli geçimsiz kavramının içi olayın iki tarafı için, içi oldukça dolu bir kelime öbeği olsa da, dışarıdan bakanlar için ve özellikle de hakim önünde dile getirildiğinde biraz manasız görünebiliyor.İnsanlar cinsel hayatlarının olmadığını söylemekte oldukça zorlanıyorlar.

*Aileler birbirine uyumlu değilse, bir tarafın ailesi diğerini onaylamamış ya da evliliği uygun bulmamışsa 20 yıl sonra da olsa tüm bu meseleler bir yerden patlak veriyor.

* Bazı çiftler boşanma aşamasında yeniden flört etmeye başlıyor. Duruşmadan elele çıkanları görmek olası.

*Çok paranın olduğu ve hiç paranın olmadığı iki durumda sık sık boşanmaya neden olabiliyor.
*Özellikle genç çiftler, en ufak tartışmada soluğu avukatta ya da adliyede alıyor. Kimsenin kimseye tahammülü kalmamış ve alttan alan da yok.Her iki tarafında tek amacı diğerini değiştirmek, yola getirmek.

*Yine özellikle gençlerin evliliği bir değiştirme, tamir müessesi olarak gördükleri de acı bir gerçek.İşi inada bindirip olmadığını görünce "E öyleydi de evlenince değişir/değiştiririm sandım, sonuçta evlenince bikbikbik yapmaz sandım, bikbikbik olmaz sandım" gibi hayal kırıklığı içeren cümleleri sarfetmeleri üzücü, düşündürücü.

Bu liste uzaaaar gider ve insan sürekli olarak bu olayların içinde olup, birbirini seven iki insanın nasıl böyle çirkinleşebildiklerini görünce korkar sanki herkes boşanıyormuş gibi hisseder.Evliliği biraz kumar olarak görür biraz da bir iki üç deyip yüksekten bir suya atlamaya ya da bungee jumping e benzetir.Bu yazı da burada biter!

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Pazartesileri de Cumartesi gibi YaşayalıM:)



Her şey Kürşad'la bugün ne yapsak dememizle başladı. Canımız sushi çekti.Sushicodan yer ayırtıldı. Belki 3- 4 kişi oluruz derken, Bahar arandı, fırsatı kaçırdı, Yudum gelmedi. Efe olur dedi, Didem'le bankasının köşesinde, Pınar'la mavi jeansin önünde buluşuldu.Candan bu arada telefonunu hala duymuyordu. Üç kız öyle tıkır tıkır topuklularımız ayaklarımızda yürürken bize bakıp bir mutlu oldum. Bunu anlatmak zor, geçelim.

Netice de bir eksik iki fazla sushiconun güzel bahçesinde keyifli keyifli otururken, hepimiz o kadar açtık ki, herbirimiz 27 TL 'ye sınırsız menü seçip, aklımızdan geçenleri sipariş ederken artık çok geçti, çok doğru bir iş yapıyoruz sanıyorduk. Oysa birbirimizin sipariş ettiği şeyleri söyleyerek pişti oluyorduk o anda ve bize zencefil soslu tavuk öneren Didem'in onu yediğini ve beğendiğini sanıyorduk. Bu arada her bitiremediğiniz tabak için hesabınıza da 3 tl ekliyorlar, bunu da belirtmek isterim. Mesela en çok karides cips piştisine üzüldük ama nasıl olduysa da her şeyi yedik.

Sushico'ya gelince; tavuk yemeklerine nazaran, et yemeklerini daha başarılı buldum. Quick China'nın buharda mantısına alışmış olsak da , ben buranın çıtır mantısına bayıldım.(Fotoğrafta tombik ellerimle yemekteyim)Gaziosmanpaşada'ki Sushico'ya hiç gitmemiştim. Bahçesini de çok sevdim. 27 tl'lik sınırsız menü, saki sakin sipariş verirseniz ve kendinizi çok kaybetmezseniz, başarılı bir uygulama.

Gecenin sonuna gelip, kızarmış ananas ve dondurmalar yendiğinde, bir pazartesiyi haftasonuymuşcasına yaşamanın keyfi vardı. Bu işi sürekli yapsak yahu?
Fotolar Kürşad Bey'in telefonunun eseri. Efe azıcık erken gelseydi görüntüler daha başarılı olabilirdi:)

7 Mayıs 2010 Cuma

Hafta.


Haftanın Fıkrası

Bir abladan geldi. Mekan otobüs, istikamet Kızılay, ben ayaktayım kahramanımız benim biraz önümde, yanındaki arkadaşıyla dertleşmekte. “ Filiz faydası oluyor dedi, denedim ama ne fayda, hem o iki öğün dedi, ben her öğünden sonra yiyorum şu nesfeat’i amaa bir işe yaramadı”. “Acaba içine biraz bal, arada fındık katıyorum ondan mı olmuyor ki?

“E olmaz tabii nesfeat denilen şeyi öğünlerin yerine yiyecektin böyle tatlı niyetine değil” demek istedim de diyemedim sayın seyirciler, içimde kaldı.

Haftanın Sorusu

Annemden geldi. Aşk-ı memnu izlediğimiz esnada, Bihter siyah tüllü müllü, turuncu omuzlu elbisesiyle arz-ı endam ettiği esnada , reklam aralarında çıkan modacı kızları kastederek, sor bakalım o kızlara bu elbiseyi de ariel le yıkayabiliyorlar mıymış” dedi.Annem o reklamlarda sürekli kimsenin giymediği beyaz gömleklerin yıkanmasına gıcık oluyor. Biraz da lütfen renkliler üzerine çalışalım, annemin sinirini bozmayalım.

Haftanın olayı

Hıdırellez ve türlü türlü dileklerimizdi. Kimileri çaput işlerini bırakın derken, kimileri yepyeni fikirler üretti. Bahar fener’in küme düşmesini bile diledi. Upuzun listesinin sonuna adını ve soyadını da yazdı, karışmasın diyeymiş! Ben seneye T.C. numaranı da yaz, ya da nüfus cüzdanını da koy diyerek kendisine destek verdim. Soluncanmış böcekmiş demedim, toprağıda bir güzel kazdım. Sabah saat 9’a gelirken Didem telaşlı sesiyle Merve dileklerimizi geri mi alacaktık diye soruyordu, bazıları öyle der ama ben almam hiç dedim, ama tersini söyleseydim acaba eve mi dönecekti?

Haftanın Hüsranı

Kentpark’da geçen hafta deliler gibi aradığımız İtalyan dondurmacısının, gelatocunun dün itibariyle -1. katta olduğunu öğrenmemizdi. Bahar araştırmamız esnasında, ölmek üzere olan beni her katı 3 kere olmak üzere tavaf ettirdi de, ikimizin de aklına en alt katta bir dondurmacı olacağı gelmemişti.

Haftanın Sürprizi

Kürşad'ın yeni bir televizyon alması. Kararsızlığı ve isteksizliğine rağmen bu işi nasıl başardığı halen tahmin edilemiyor ancak tüm elektronikçilerde bir bayram havası varmış.

Haftanın Tatlısı

Bahar’ın patronunun 2 yaşındaki minik kızı. Kendisi ayrana bayram dediği için, 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı, “anne ne güzeeeel içerizzz” diyerek karşılamış. Yerim onu ben.

Haftanın En Güzel Günü.

Tabii ki Cuma. Şüpheniz mi var?

6 Mayıs 2010 Perşembe

deniz ve mehtap.


Bu çok garip bir şey. Ne zaman canım sıkılsa, ama öyle böyle değil çok sıkılsa, kalbim acısa, dedem bir işaret gönderiyor. O anda kulağımda mp3 varsa orada, yoksa önünden geçtiğim mekanda birden bizim çok sevdiğimiz şarkılardan biri çalıyor,Tanju Okan’ın sesi mesela, içime işliyor, dedem sanki bana bir işaret gönderiyor.

Ya da otobüste karşıma biri oturuyor, sanki dedemin gözleriymiş gibi bakıyor.

Ya da birden pastanede, kasanın yanında şemsiye çikolatalar çarpıyor gözüme, dedemin hep aldıklarından.

Bu çok garip bir şey.

Fotonun sahibi beni affet, nereden buldum bilmiyorum.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Kartvizit.

Sabah kalkamadım yataktan. Saat tam 9:00'da duruşmam var ama o bile korkutmadı beni. Sonra Bahar'ın odama dalmasıyla açtım gözlerimi. "Saat kaç" dedim "7:30" dedi," neeeeeeeeeee" dedim. "Ama bahri ben kalkamıyorum" diye de ekledim arkasından. "Sana şimdi öyle bir şey göstereceğim ki hemen fırlayacaksın yataktan" dedi, avucunun içinde bir şeyleri saklayarak odama geri geldi. B&M Cakes için, dünyanın en güzel kartvizitlerini bastırmış, bir kaç eksiği var ama tamamlarız onları da. Sevinçten ölür mü insan onları görünce? Ve şiş gözlerine, fönü bozulmuş dalgalı saçlarına rağmen güne başlamaz mı?Siparişlerinizi bekliyoruz derken bir de kartımızı vereceğiz artık:)

4 Mayıs 2010 Salı

Aç olan okumasın!

Aşağıda okuyacağınız konuşmalar 04/05/2010 tarihinde saat 4:30 ve civarında, dini imanı yemek olan bahri ve benim aramda geçmiştir. Bizim sonumuz ne olacaktır? Bu nasıl bir göz dönmesidir?

bahri: ben çok mutsuzum, 2 gündür yemek istediğim hiç bişi
yiyemedim

ben: ben de öledim,bgn biraz geçti, rüyamdaaaaa bir tatlılar yiodummmm..

bahri: ne yemek istediğimi bulamıyorum

ben: gece uyandım resmen açtım

bahri: ya ne yiceeeeeeeeeeeez ,fondüğ yapsak kahve dünyasından çiko alsak muz alsak çilek alsak ama kilolarca yesek belki geçer

ben: belki, ama çok yememiz gerekir

bahri: burdan ,kahve dünyasından alsam mı k i ne diiye alıcam ne diye satılıo

ben: çiko die sanırım

bahri: çilek de alırız çiko diye mi nası çiko aama uuf

ben: bilmiorum

bahri: beynini dağıtıcam merve

ben: acıktım şu an deli gibi
bahri: recpp ustaaaaaaağ
recep ustaaaaaaaaaaağ

ben: ya bi sus bahri acıktırma insanı

bahri: çok mutsuzum eve gidip lahmacun yapıcam
ben: .....

bahri: fındık lahmacun hacı arif bey deki tüm fındık lahmacunlar benim olsun

3 Mayıs 2010 Pazartesi

kaybolan yıllar..

Cuma
*Ted'e veda gecesine katıldık.
*Utku sayesinde yemeklere ve içkilere yakın yerimizle, bütün gecenin nimetlerinden faydalandık. Sona kalanlar dona kaldı, en çok da aç kaldı.
*Oradan geçip gideli 10 yıl olduğuna inanmak güç.
*Facebook sağolsun, kimse kimseyi gördüğünde " aaa napıyorsun, ne kadar değişmişsin" naraları atmıyor.Yine de herkes istisnasız uzun süredir görmediklerine ilk iş evlendin mi diye soruyor.Bazıları yine fazlasıyla yapmacık. Bazıları son şanslar turuna çıkmış ve bazılarıyla içten bir kucaklaşma sonrası hiç zaman geçmemiş gibi hissetmek harika.
*Bütün gece "kızlar da olsaydııı" deyip durdum içimden.
*Didemle bir sürü tipe bakıp, ay bundan kim hoşlanırdıı acabaa diye kafa yorduk, çoğununun takma adları sağolsun gerçek isimlerini bile hatırlayamadık.
*Turuncu dolaplarımız duruyordu hala. Merve-Neyir 2000 yazanı bulamadım ama Mehmet kendi dolabını buldu, kapağını söküp eve getirdi, yanında revir yazısı ve sınıf levhasıyla da birlikte tabii. Benim aklıma her akşam dolabımın kapağını söküp, kitlememe engel olan deli arkadaşlarım geldi.
*Bazı sınıflaRda sıralar duruyor hala. Ama neden bilmem orası da bana çok küçük geldi.Sıralar da öyle ama en çok da konferans salonu ve sahne. Halbu ki neredeyse ilkokuldan beri aynı boydayım ben. Şişmanladık diye mi acaba? Her yer bir ufacık geldi gözüme. Oysa boşken daha büyük gelmesi gerekmez miydi? Herşey bizle doluyken güzelmiş.
*Bu kadar duygulanacağım gerçekten aklıma gelmezdi. En haylazlarımızı bile bir hüzün kapladı.
*Gecenin sonunda okulu yıkmalarının ne kadar içime oturduğunu anladım. Keşke bir protesto gösterisi yapsaydık, ne salağız dedim.
Cumartesi
*Takriben 13 saat Cepa'da kurulu standımızda çalışarak kafayı üşüttüm.
*İpek yolun karşısında çalıştığımız için, oradaki kızlarla samimiyeti ilerletip, hiçbir yerde bulamadığım pembe çantaya kavuşmayı başardım.
*En güzel Yargıcı'nın Cepa'daki olduğuna karar verdim.
*Herkesin ya hamile ya da çocuklu olduğunu gözlemledim.Bir de insanların aşırı bir mutsuzluk girdabında olduklarını. Sanki hepsi hipnoz olmuş gibi, yüzlerinde bezgin bir ifadeyle, kurulmuş pilli bebekler misali alışveriş merkezine salınmışlar hissine kapıldım. Bu aşırı depresyondaki tipler genelde kucaklarında yavrusunu taşıyanlardı. Üzüldüm.
*Erkek arkadaşını alışverişe sürükleyen ve onları saatlerce ayakta dikerek eziyet eden kızlardan korktum.
*Bir alışveriş merkezinde çalışmanın dünyanın en zor ve en kötü işlerinden biri olduğuna karar verdim.
*Özellikle erkek çocukların sattığımız saatlerin yelkovan ve akrebine mutlaka bir kez dürtmek suretiyle dokunmadan geçemediklerini farkettim.
*Bir daha uzun süre Cepa'ya gitmemeye karar verdim.
Pazar
Uyudum, uyudum, uyudum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

imza günü.

Yarın Cepa'da imza günüm var efendim beklerim:)
Blogumdan beğendiğiniz yazının çıktısını alıyoruz, imzalıyorum bir de Ayşe Arman misali masaya çıkıyorum, fotoğraf da çektiriyoruz falan.
Ve şaka bir yana bugün 13 saaTİ cEPA'da İpekyolun karşısındaki standta (ev aksesuarı satan) bulunaraktan kafayı üşütmüş oluyorum.
Yarın da gelirseniz beni görebilirsiniz, göremezseniz merveyi çok seviyorum diyerek %10 indirim kazanabilirsiniz, annenize hediye alabilirsiniz, almayada bilirsiniz.
Bir de özel tasarım yüzüklerimizi görmek isterseniz söyleyiniz.
Hoşçakalın.

Ps: Comet sen bugün orada mıydın? Ben seni görmüş olabilir miyim?