29 Ocak 2009 Perşembe

Sen de rüyalarında beni görüyor musun?


Bu gün bitmiş ama düne kadar devam etmiş o güzel hava biraz aptala çevirdi beni.
İçime bahar sevincini yerleştirdi, sonra da çekti gitti.

Ben sanki okuldan erken çıkmış, hava henüz kararmamışken, tribecada oturup, akşama doğru hafiften üşüyüp içeri kaçtığımız günlerden bir günde gibi hissettim kendimi :)Birazdan altın kızlarla buluşacakmışım gibi. (Hani tribecaya gittiğimizde yaş ortalamasının benimkine denk düştüğü günlerdeki gibi)
Ben sanki hoşlandığım çocuk bana tatlı bir şey söylemiş de çok sevinmişim gibi, onu sanki birilerine anlatmak ister gibi kalbimde bir heyecan hissettim 3 gündür:).

Bir de ben kendimi bizim bahçedeki zamansız açan yeni dünya ağacı gibi hissettim biraz. Baharı karşılamaya fazlasıyla hevesli..

Bugünse yağmurla birlikte vazgeçtim topuklu ayakkabılarımı giymekten.
Bugün kırıldım biraz. İncelikler yüzünden…

28 Ocak 2009 Çarşamba

İstanbul


Bu şarkıyla başladı uzuuuun tren yolculuğumuz… Bahar’ın entel gezilerinin bizlere bir hediyesi bu tren yolculukları. Bundan bir iki yıl önce, kendisi okuldaki bir grup arkadaşıyla tren aracılığı ile İstanbul semalarına ulaşmış, daha sonra bu bir alışkanlık haline gelmiş, babam da beni adliyeye yakın oluyor bahanesiyle İstanbul'a hep trenle postalamayı tercih etmiştir. Aslında ben ilk defa trene geçen sene, yine bir duruşmaya giderken bindim ve “ilk seferde ya nefret edersin ya da seversin” dedikleri trene bayıldım. Lakin bu sevgim dedikleri gibi bir süreklilik arz etmedi . Sonraki yolculuklarımda“hep bir daha asla” dedim ama kendimi yine trende buldum.
Bu seferde İstanbul'uma doğru, kulağımda bu şarkı,
yanımda bahri, gözümde uyku gözlüklerim başladık ilerlemeye..Yolculuğun başında uyuma konusunda oldukça kararlıydım. Ama bahar’ın uyku gözlüğü koleksiyonun en nadide parçasını seçerek bana vermesinin uykularımı böleceğini ve hatta hiç edeceğini nereden bilebilirdim?
Kendisi için hello kittyli, uçuk mavi, sade bir model seçmesine rağmen, beni siyah/ kırmızı saten, üzeri simli, iki vişnenin yer aldığı ve “dont bother me” yazan cafcaflı bir modele layık görerek,
trene inen binen, yanımdan geçen herkesin kimi zaman gülücüklerine kimi zaman da uykumdan uyandır nitelikteki delici bakışlarına hedef olmama neden olan Bahri bu durumla pek bir eğlendi. Eskişehirden binmesi muhtemel öğrenci grubuna denk gelmekten korka korka sürekli eskişehire geldik paniğiyle uyanmam da pek trajikti. Eskişehir istasyonundaki bir grup erkeğin ise gecenin bir yarısı anlamazdın şarkısını futbol marşı olarak seslendirmesi ise o saatte kahkaha atmama ve bu şarkının artık benim için bir anlamı olmamasına vesile oldu.


Ama bitmeyen tren yolculuğu bile keyfimi kaçıramazdı.
Mutluydum.Biz baharla İstanbul'a gidiyorduk.
Hem de hemen dönmemek üzere. Yengemin bir kurufasulye için 100 lira verebileceğini beyan eden kuzenime gönderdiği kurufasulye + diğer yemekleri ve diğer yemekleri taşımak zorunda kalsak da mutluydum.

Perşembe gününe denk gelip, cumayla hafta sonunu yanına katmamıza elverişli duruşmamsa olabildiğinde çabuk biterek kocaman güneşli bir günü bize bıraktı. Eve eşyalarımızı, İstanbul sokaklarına da kendimizi attık. O nasıl güzel bir
havaydı? Asmalı mescitte tıka basa bir öğlen
yemeği, groove’un süper leziz balkan köftesi, bebek, Abbas'tan waffle,güneş, "mutluluktan ölünür mü" diye sürekli soran ben…beni güzel güzel yerlere götürdü diye durmadan bahrinin minik beyaz ellerini öpen yine ben:)

Peki başka neler neler yaptık?

Kuzenimiz Rana'nın müstakbel eşiyle tanıştık kaynaştık..Fazlıyla hoş5 ettik:) Midye tava da yedik, Beyoğlu çikolatası da aldık, tramvaya da bindik.. Nişantaşında da gezdik.


Dali ye de gittik. Sakin bir Cuma günü, Picasso
sergisine gittiğimiz güne inat, sabancıların
bahçesinden kuyrukta beklemeden hoplaya zıplaya çıktık. Sergiyi sindire sindire gezdik. (Hoş bahar henüz bir resmin önündeyken ben tüm salonda tam tur atmadım da değil, ayrıca bu kısımda biraz da ukalalık edecek olursam figuerastaki evi kadar insanı sarsan cinsten de değildi.)

Yine de Dali beni yine yeniden, topraklarındaki kadar olmasa da oldukça etkiledi. Özellikle gün-
lüklerini okumak pek keyifliydi.
“Bu gün kaderimde çok önemli bir gün….. Güzel sanatları bitirdikten sonra burs alarak Romaya gideceğim……… Oradan bir dahi olarak döneceğim… ,,,,,,,Önce anlaşılmakta zorlanacağım ama sonra herkes bir dahi olduğumu kabul edecek……. bir dahi olacağım..”

Bana göre kesinlikle kendi geleceğini kendi yazmış, yaşamış… Serginin sonunda Ara Gülerin gözünden Dali fotoğraflarına bayıldım. Bir de Dali’nin o fotoğraflardaki fiyakalı ceketine…Galaya olan saplantılı/tutkulu aşkına ise bir kez daha şahit oldum. İmzasına bile onun adını yazacak kadar saplantılı olan aşkına ..Dali, dahi ve deli..

Peki başka başka?

Cihangirdeki Nada’nın güzeli diye nitelendirilebilecek Susam Cafeyi çok sevdim. Bence gidin. Susam Sokak’ta kendileri ve susamlı tavuğu meşhurmuş. Hoş atmosferinde bol bol fotoğraf çekilip, havuçlu kekinin tadına da bakabilirsiniz.(birebir benimki kadar başarılı olmasa da:P)

Vee bir de bir de Mano’da Mano frozen için o güzel manzaraya karşı. Ben yaptım. Çok güzel oldu. bahri ise bu bol tarçınlı buzlu içecekten nefret etti ama nedense hepsini de içti.!

Vee ve birdee yine Asmalımescitteki Helvetiya’yı tavsiye ederim. Annem kadar güzel, anneminkinin tadında ev yemekleri yaptıkları için, seneye orada yaşamayı planlayan Bahar'ın mekanı olmaya aday. Annemin damlasakızlı muhallebisinden bile yapıyorlar!! İstanbulda anne hasreti çekenlere de duyurulur!
Ayrıca bebekte yürürken, "deniz kenarında olalım bir yere oturmayalım" diye tutturup duran beni, gloria jeansin dar girişinden içeri sokup, denizin üzerine, evet evet ,resmen denizin üzerine oturtan kürşada da teşekkürü bir borç bilirim:)
Son günümüzden bir gün önce de bir tesadüfler silsilesi şeklinde bir çok ankaralı olarak istanbulda denk geldik ve çok güzel vakit geçirdik.Yanımda istanbulun yolunu yordamını, 4oT'l,i DT2'li otobüsleri nereye gider bilen, beni en güzel yerlere götüren bahrimle çok eğlendik biz. Ve ben en az binbeşyüzotuz kere "mutluluktan ölünür mü bahri" dedim. Onun adını bahri sanan bir sürü tanımadığımız insan da içinden "ay kıza baaak yazık adı bahri" dediler. Pazar günü fazlıyla otobüse doğru ilerlerken kaybolduğumuzda bile, belki dönmeyiz diye sevindim resmen.
İstanbulu gördüğümde ona sarılmıştım. Giderken sevdiğimden ayrılmışım gibi hüzünlendim, kalbim ağrıdı resmen. Otobüsle köprüden geçerken baharı ezerek önce sağ cama yapıştım, bebek sahiline baktım sonra yan koltukta uyuyan kadının üstünden sol cama gözlerimi dikip bir de o tarafları çektim içime.Ben ona yine doyamadım.
26 martta yine görüşürz canım...

20 Ocak 2009 Salı

Neyir


Onunla ilk tanışmamız sınıfta herkesin oturduğu yerin değiştiği bir ana denk gelir. Ben korkan gözlerle yerimi almış, yanıma kimin oturacağını beklerken ve sınıfın azılı çocuklarından birinin benim yanıma düşmemesi için içimden dua ederken o gelip oturmuştu yanıma. Daha önce bir İngilizce dersinde, geniş kelime haznesi ile; annesi akşamları Fransızca Kursundayken sofrayı babasıyla birlikte hazırladığına dair bir şeyler anlatmış, neden bilmem ben de havalı biri izlenimini yaratmıştı.

O günü takip eden 4 yıl boyunca sıra arkadaşım oldu. Bir de her şeyim. Bana matematik öğretti, fizik anlatmaya çalıştı inatla. Hiç çikolata yemezdi. Benim yüzümden alıştı. O hep her şeyden anlardı. Benim tanıdığım her şeye yeteneği olan nadir insanlardandı.(hala da öyle)

Ona yazdığım minik notları bile noktasına virgülüne kadar düzeltirdi. Hem sayısal hem de sözel derslerde başarılıydı.Çok güzel şarkı söyler, iyi de resim yapardı. (Hoş resim dersimizde ortak projemiz olan uğur böcekli kilimin tümünü bana yaptırmıştı ama olsun)

Biz de diğer en iyi arkadaşlar gibi, saatlerce saçma sapan bir şeye güler, birbirimizin evinden çıkmaz, zaman zaman küser ama asla birbirimizden vazgeçmezdik.Bütün şarkıları birlikte söylerdik. Birimiz diğerimizden ne hızlı olurdu ne yavaş…(Hala öyleyiz)

Evlerimiz, odalarımız, yataklarımız sonuna kadar açık hala birbirimize. Giysilerimiz hala karışıyor ve hala bizim evde onun bir eşyası var.(geçen gün gönderdiği maila inat)

O şimdi birkaç km uzakta bizden. Bu sıralar aklım hep onda. Dualarım da onunla.Geçen Pazar hep onun hakkında konuştuk Yudumla… Sonra eve dönerken aldığım nergisleri saran adamın adı “Neyir”di..Çok güldüm. Bütün bu yazıyı da bunu söylemek için mi yazdım acaba?

16 Ocak 2009 Cuma

Trilaylaylim.


Biliyorum seviyesiz, biliyorum gereksiz ve çoğunluk yeteneksiz . Ama yakaladıkça izliyorum ben “yemekteyiz”i. Başta işte olduğum saatte yayınlandığından pek izleyemesem de , ara ara geceleri tekrarlarına takıldığım bu programı bayram da günü gününe izlemişliğim bile var.

Zannediyorum ki bilmediğim yemekleri, tanımadığım insanlardan öğrenebilme ihtimalini sevdim ben. Olamaz mı? Olabilir.Ya da küçüklükten gelen bir alışkanlık. Zira o yaşlarda Tv’de yemek pişirilmesini izlemek pek sevdiğim bir şeydi.

Bundan yıllar yıllar önce Pazarları Gülriz Sururi’li A La Luna vardı hani. O kadının kibar kibar, enteresan yemekler yapışını çok severdim.Sonra İpek Çeken vardı, elinde mikrofon, çeşitli mekanlarda şeflerden tarifler alırdı. Bir de Tefalin sponsorluğunda olan yemek programı vardı kii;kendine has ses tonu olan, o pek maharetli kadının etkisiyle eve Tefal Düdüklü almışlığımız bile var.

Yani demem odur ki, bu “yemekteyiz” onların yerini tutamasa da az biraz beni oyalamakta.Ama bu yazının asıl amacı baştan sona izleyip beni benden alan ve Adana’da geçen bu hafta.

Teklif ediyorum. Bu yarışma bundan sonra Adana’da devam etsin.

Soruyorum. Hikmet Bey, Pop Star elemelerinden aşina olduğumuz Ajdar’ın abisi mi?

İnanamıyorum. Mor elbiseli Selbi gerçek mi?


Diğer bir konu ise benim Tv’de bir şey yiyeni, pişireni gördüğümde fena halde acıkmak, can çekişmesi yaşamak gibi bir sorunum vardır. Ama bu akşam “Recep Usta” after “Yemekteyiz” yapınca bu derdime de bir çare buldum. Hiç zorlanmadım.

Ve son olarak.. Her şeyin hem başı hem de sonu böyle güzel olsa. İçli köfte, patlıcan dolması ve final irmik helvası.

15 Ocak 2009 Perşembe

Kuşlar/Muşlar



İş yerinde masamdan kafamı kaldırıp camdan dışarı baktığımda karşıdaki apartmanın 6 penceresini gayet net bir şekilde görebiliyorum.3 üst 3 ü de alt tarafta bulunan bu pencereler genelde işyeri sahiplerine ait. Ya da ben öyle sanıyorum.

Demet Hanım izinli olup, bizim pencerenin önündeki masası boş olduğundan görüş mesafem daha net.

Biraz önce yaşlı bir teyze pencerelerden birini açıp pembe bir kaptan çıkardığı ekmekleri pervazına yerleştirdi.O esnada bütün kuşlar bir camdan bir cama uçar gibi yapıp aslında onun orda olup olmadığını kolladılar. Korktular. Yaşlı teyze camı kapatıp gitmesine rağmen ekmekleri yeme konusunda kararsız gibilerdi .Biri gidip biri geliyor ben de hangisi yemeye başlayacak diye bekliyordum ki, en sonunda pencerelerden bekleşen kuşlar değil de uzaktan uçup gelen bir başkası kondu camın kenarına. Sonra uzaktan bir başkası daha.

Bu sefer diğerleri de akın ettiler pencerenin kenarına ama hızlı davrananlardan yer bulup konamadılar. Çok sonra, çabuk olanlardan ikisi karnını doyurup uzaklaştığında, kırıntıları paylaştılar…

Düşündüm ben de… Onca plan yapmak, tehlikeleri öngörmek, doğru zamanı kollamak ve derken kaybetmek?? Risk almak, cesaretli olmak ve birden kazanmak?

Kafamı karıştırdı bu kuşlar:)

***
Hava çok güzel. Telekomdaki bir iş için Ulus’a gittim bugün. Bir an için Dedemi dükkanda bulacağım sandım.Elinde havlusu, abdest almış, arka tarafta, beni görünce bir “vaaay” patlatacak sandım. Böyle mutlu mesut yürürken bazen karıştırıyorum gerçekle geçmişi. Sonra güneşi, güzel havayı içime çektim. Dedem buralarda geziyordur diye düşünüp.. Oralardan buralar gözükür mü dedim.. Bilemedim.



11 Ocak 2009 Pazar

Dağlar Ağardı Kardan/Haber Gelmedi Yardan

An itibariyle banyodan çıkyorum,ibo showda başlığımdaki şarkıyı söylemekte bir grup.
Neden bilmem pek severim.
Gözleri fettan güzel.. Dedeme gitsin bu şarkı.
Zamanında o pek sever diye Ulus parkında otururken Mustafa Keserle gidip tanışmışlığımız bile var. Dedem sizi pek sever demiştik:)
Peki Mustafa Bey ne yapmıştı? Cebinden fotoğrafının basılı olduğu kartları çıkarıp,beni şok etmiş, dedeciğim için imzalamıştı:)
Bunları yazmasam olmazdı.
Dedemi çok özledim.

***

Hafta sonumdan bahsedecek olursak; (niyetim de odur) pek hareketli pek bir güzeldi.

Cuma akşamı geleneksel olarak teyzemin doğum gününü gece 12 de kapısına dayanarak kutladık. Mehmet, Gülsima,ben, dayım ve yengem kaşlarımızın arasına kalpler yapıştırdık, kremalı/çilekli pastamızla zilini çaldık. Önce her yıl olduğu gibi uykusundan uyanıp bize şaşıran ve kendini toparlayamayan teyzem, bu sene Gülsima’nın la senzadan aldığı çılgın pembe pijamaları ile gecemize ayrı bir renk kattı. Kaşlarımızın arasında kalplerle, yeri geldi Ergenekon’u bile tartıştık, lakin o halimizle pek komiktik.

Cumartesi öğlen ise Efe'nin annesinin Halil İbrahim Sofrası'nda(bir dilek tutup, dileği kabul olan kişinin verdiği ve 40 çeşit yemeğin yapıldığı gün) yedik içtik, dilek tuttuk. (Benim dileğim sanırım biraz ütopik oldu ama kabul olduğu takdirde hepiniz davetlisiniz).

Cumartesi akşam ise favori mekanlarımdan biri olan Göksu da, memleketimin güzide yemeklerinden; mıhlama, mısır ekmeği, kara lahana sarması, turşu kavurması yiyerek kendimizden geçtik, kızlar takımı olarak teyzemin doğum gününü kutladık. Tıka basa yemekten usanmayan bünyemi ise, Pınar ve Bahar karınlarını tutarak izlediler. Fotoğraflar içinse bakınız benden daha hızlı olan kardeşimin blogu.

Vee bitmeyen doğumgünü haftasında Candanıma Melih'in buluşu, sürpriz doğum günü organizasyonumuzu başarıyla tamamladık. Candan'ın gelmesine yakın ışıkları kapayıp, koltukların arkasına saklandık. Benim bir balonun üstüne oturarak patlatmam neticesinde güldük, candanı gerçekten de çok çok şaşırttık. Tabu oynadık, erkekleri yendik.Yedik içtik eğlendik.

Kendimi uzun süredir olmadığı kadar huzurlu hissediyorum. Herkese sarılmak istiyorum. Sanki herkesi daha çok seviyorum. Bünyemin bu denli aptallaştığı günlerde bu çıkışın bir de inişi olacak, onu da biliyorum. Yavaş yavaş inmeyi umut ediyorum.

"Hepimiz biraz manik değil miyiz? "diyor, yazıma burada son veriyorum.

Güzel olsun haftanızzz.

Dip not:Fotoğrafı, foto çekme konusunda bahrile kapışan değerli şahsiyet Mehmet çekmiştir. Kendisi benim bitanemdir.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Let it rain!

Hava kasvetli, karanlık, şıpır şıpır yağmur, bahrinin deyimiyle her yer "frappuccino kıvamında" çamur. Lakin mutluyum. Çünkü karlar buz olmadı. Ya da kim bilir belki ben bu london havasında sokakta leoparlı şemsiyemi açmış yürürken jude law ile karşılaşma ihtimalini sevdim.

Bu gün kendi haline bıraktığım saçlarım, sabahki yağmurla git gide büyüdü, evden çıkarken rahmetli Cem Karacaya benzeyen görünümüm yavaştan Tina Turner’a dönüştü. Ama
mutluyum.

Yasemin Moriyi keşfettim. Ona da mutluyum. Aptal’ı çok sevdim.Bir de “nolur nolur nolur” u. “Sanki Nil’e benziyor tarzı” diyesim geliyor ama biraz daha sert sanki.

Havuçlu kek yaptım. Herkes pek sevdi. Buna da mutluyum. Benim derdim yemek yapmak değil belki de. Pişirmek ve “ne güzel olmuş” dendiğini duymak olabilir yegane amacım. Her şeyi beğenilmek için yapmıyor muyuz zaten?

4 Ocak 2009 Pazar

Vicky Cristina Barcelona


Güzeldi.Anladım ki ne istemediğini bilmek bazen ne istediğini bilmekten daha güzel.Aramaya devam etmeyi ben de seviyorum. Filmi anlatamam öyle bir yeteneğim yok. Ama sadece Barselonayı görmek için bile değer izlemeye. Bir de Javier Bardem’i.

Yudumla yaptığımız Barselona gezimizi bir nebze boşa geçirmişiz onu anladım:)

“unfulfilled love can be romantic..”